Zafer Köse’nin soruları eşliğinde ilerleyen kitapta, Livaneli’nin penceresinden görünen Türkiye manzarası okuyucuya sunuldu. Sanattan, siyasete Türkiye portresi sunan Livaneli, bir sanatçının gözünden toplumda yaşanan dönüşümlere ayna tuttu.

Kitabın, “Kapitalizm Çağında Güzellik” başlıklı bölümünde Livaneli, “Sol değerlerle mücadele etmek dışında kapitalizme direnmenin bir yolu var mıdır? Özellikle Müslüman toplumlarda, dinsel değerlerle de bir muhalefet ortaya çıkabilir mi” sorusunu yanıtladı.

 “İslam ülkelerinde” sosyalist düşüncenin gelişemediğini belirten Livaneli, İslam’ın ortaya çıkış sürecinde, zenginliğe karşı bir tavır olduğunu anlattı. Livaneli, Latin Amerika’da haksızlığa ve yoksulluğa itirazın sosyalizmle, “İslam ülkelerinde” ise İslam’la gerçekleştiğini belirtti.

İşte Zafer Köse tarafından yöneltilen o soruya Zülfü Livaneli’nin verdiği yanıt:

“Yozlaşmaya, bencilliğe, tektipleşmeye karşı çıkmak için, kapitalizme direnmek gerekiyor. Aksi halde, bir duruma itiraz ederken onun nedenini savunmak gibi bir çelişki ortaya çıkıyor. Sol değerlerle mücadele etmek dışında kapitalizme direnmenin bir yolu var mıdır? Özellikle Müslüman toplumlarda, dinsel değerlerle de bir muhalefet ortaya çıkabilir mi?”

“Marksist düşünür David Harvey, anti-kapitalist mücadele ile sosyalist mücadeleyi birbirinden ayırırken çok doğru bir noktaya parmak basıyor aslında. Her anti-kapitalist mücadele sosyalist olmak zorunda değil. Mutlaka sosyalizmden aldığı ilhamlar vardır, talepleri çakışabilir ama anti-kapitalist mücadeleyi ayrı tutmak gerekir.

Nitekim, tüm dünyada sivil toplum örgütleri üzerinden kapitalizmin yarattığı yıkımları en aza indirgemek ya da vahşi kapitalizme dur demek için çeşitli hareketler geliştiriliyor. Sanırım çevre hareketini bunların başında saymak gerekiyor. Çevre sorunları o denli ürkütücü bir boyuta vardı ki artık gündelik hayatımızın, gündelik dilimizin bir parçası galine geldi. Küresel ısınma birkaç yıl öncesine kadar korkutucu bir felaketi çağrıştırırken, şimdi alelade bir meteorolojik hadise oldu.

Kapitalizmin çevreye, doğaya karşı işlediği suçların haddi hesabı yok. Distopya romanlarına, dizelerine gösterilen ilgiye biraz da böyle bakmak lazım. İnsanlar gelecekten korkuyorlar ama onu sosyalizmle de inşa etmek istemiyorlar. Kapitalizmin zararlarının olabildiğince azaltıldığı bir dünyada yaşamak istiyorlar.

Anti-kapitalist mücadele, önümüzdeki dönemde daha da çeşitlenecektir. Özellikle Avrupa’da şimdilik daha çok bireysel bazda yürüyen tüketim karşıtı hareketler daha da büyüyecektir. Tabii bütün bunların solla dirsek temasının olması kaçınılmaz.

Coğrafyaya göre de farklı renkler alabiliyor anti-kapitalist mücadele. Dünya genelinde, özellikle Latin Amerika gibi yerlerde yoksulluk ve haksızlık artınca, insanlar itirazlarını solla dile getiriyor, sol hareketlere yöneliyor. İslam ülkelerinde ise İslam’la dile getiriyor. Yoksulluk, zulüm, haksızlık, dünyanın başka yerlerinde insanları bu kadar dinselliğe yöneltmiyor, İslam coğrafyasında böyle oluyor. Afro-Amerikanlarda ve başka bölgelerdeki ezilenlerde Müslümanlık eğilimi daha yaygındır.

İslam’ın ortaya çıkış sürecinde, zenginliğe karşı bir tavır da var. Mekke zenginlerine Kureyş’ten bir itiraz gibi. Dolayısıyla İslam’ın, ırk ayrımına, başka ayrımcılıklara karşı bir yönünden söz edilebilir. Örneğin, Bilâl Habeşî. Önceleri köle olan Habeşli Bilal, İslam’ın önde gelen isimlerinden.

Latin Amerika’daki gibi bir muhalefet anlayışı Ortadoğu’da ve İslam ülkelerinden hiçbir zaman gelişemiyor. Oralarda isyan duygularının simgesi Che Guevara olurken Ortadoğu’da Hizbullah destekleniyor. Haksızlığa ve yoksulluğa itiraz, kendini İslam’la tanımlıyor.”

“İSLAM DOĞASI GEREĞİ ANTİ-KOMÜNİST VE AMERİKANCI OLMAK ZORUNDA”

“Güney Amerika’da, Küba’da, kilise çevresinden de Che’ye önemli destekler gelmişti. Aktif destek veren din adamları vardı. Buralarda öyle bir şey olamaz. ‘70’lerde İran’daki durum da çok farklıdır. Orada solu destekleyen bir din kesiminden pek söz edilemez. Tudeh, İran’daki komünist partisi, çok saf biçimde, Şah’a karşı dincileri destekledi. Bizdeki liberaller gibi bir tavırdı o. Özgürlük mücadelesi verirken kendilerine destek olan dincilerin yardımını kabul etmek, ortak hareket etmek gibi değildi tavırları. Sonuçta da yok edildi hepsi. Dinciler iktidara geldikten sonra Tudehlileri idam ettiler. İslam solu desteklemez, ortak hareket etmez, bu yüzden İslam doğası gereği anti-komünist ve Amerikancı olmak zorunda. Aksi mümkün değil.

“… Zulme ve yoksulluğa karşı solu desteklemez, derken, genel anlamda dinden söz etmiyorum, ‘İslam’ diyorum. İslam farklı. Yoksulların dini olması, ama iktidardan başka bir konum kabul etmeyişi, onun ayırt edici özelliği. Sonuçta, İslam’ın etkili olduğu ülkelerde sol değerler, sosyalizm gelişemez. İslam’ın kamusal alandaki etkisi ve iddiası buna engeldir. Düşünsenize, sol da İslam da kamusal ve özel alanda söz sahibi olmak istiyor. Bu anlamda rekabet halindeler. Batı’da din kamusal ve özel alanı düzenleme, inşa etme iddiasında değil. İslam ile solun bir arada yaşaması şimdiye kadar mümkün olmadı, bundan sonra olacaksa da toplumsal hayatın işleyişindeki dinsel referansların gerilemesiyle olabilir.

“İSLAM’LA BİRLİKTE HAREKET EDEREK OLMUYOR”

20. yüzyılın ortalarından sonra, Ortadoğu’da sosyalizmden yürüyen hareketler çok canlıydı. Arap Sosyalist Birliği’ni kurmak isteyenler etkiliydi. Irak’taki Baas Partisi’nin kuruluş amacı Arap ulusunun tek bir devlette birleşmesini sağlamaktı. Hele Suriye Baas Partisi, sol bir siyasal oluşumdu, Ortadoğu’daki sınırları yapay kabul ediyor, tek bir Arap Sosyalist Devleti hedefi için diğer ülkelerdeki, Mısır’daki, Libya’daki hareketlerle dayanışma halinde bulunuyordu. Saddam, Mişel Eflak, Hafız Esad, Kaddafi, Nâsır gibi liderler böyle geniş ve biraz karmaşık bir hareketin bileşenleriydi. Mücadele uzadıkça sosyalist eğilimler iyice azaldı, kavmiyetçilik, milliyetçilik ağırlık kazanmaya başladı. Uzun konu tabii, sonuçta olmadı. Sosyalizm yolunda ilerlenemedi. Sosyalizm mücadelesinden geriye herhangi bir sosyal demokrat iz, birazcık sosyal devlet anlayışı, birazcık demokrasi falan da kalmadı. Olmuyor. İslam’la birlikte hareket ederek olmuyor.

UNESCO adına New York’ta bir Birleşmiş Milletler paneline katılmıştım. Konuşmam sırasında, ‘Eğer din politik sistemde bir ideoloji olarak yer alıyorsa, orada demokrasiden söz etmek mümkün değildir’ dedim. Suudi Arabistan’ın önemli prenslerinden (Sonradan öğrendim, istihbaratın başıymış) Turki El Faysal bu söze canı sıkılarak hemen itiraz etti. ‘Bizim ülkemizde din sisteme dahildir ama bu demokrasiye engel değildir’ dedi. ‘Çünkü İslam da demokrasi de aynı şeyi hedefler: İnsanın mutluluğu’ diye ekledi. Böyle, niyete bağlı, sübjektif bir açıklama kabul edilemez elbette.” (Odatv)