Haftalık Der Spiegel dergisininin Cumartesi günü yayımlanan son sayısında Maximilian Popp imzalı yorumun başlığı Dur! Alt başlıkta da "Erdoğan yönetimindeki Türkiye ile AB birbirine uymuyor" deniliyor:

AVRUPA PARLAMENTOSU ALDIĞI KARARLA BİR MESAJ VERDİ

"Recep Tayyip Erdoğan kariyeri boyunca kendini birden fazla kez yeniden buldu diyebiliriz: İslamcı olarak başladı, Başbakanlık döneminde kısa süreliğine reformcu oldu, son yıllardaysa muhaliflere baskı uygulayan bir otokrata dönüştü. Avrupa'da kimileri Türkiye Cumhurbaşkanının yeniden kendine gelip demokratik bir yenilikçiye dönüşeceği umudunu taşıyor. Ancak bunun gerçekleşmeyeceği ortada: Erdoğan çoktandır tek bir yöntem güdüyor: Gerginlik. Erdoğan aylardır Brüksel'den yöneltilen eleştirileri taraftarlarında Avrupa karşıtlığını güçlendirmek için kullanıyor. Avrupalı parlamenterlerin kararı yerinde. AB Kopenhag Kriterleri ile Birliğe üyelik için gerekli koşulları açıkça tanımlamış. Ancak Türkiye gibi üyeliğe aday bir ülke kasten ve mükerrer bir biçimde kuralları ihlal ederse, AB de bunun sonuçlarını -sadece inanırlığını korumak adına bile olsa- karşı tarafın önüne koymak zorunda. Bazı gözlemciler kararın Türkiye'deki Avrupa yanlılarını güçsüzleştireceğinden endişe ediyor. Ancak şayet Avrupa insan hakları ihlallerini görmezden geliyorsa bunun aksinin Türkiye'deki muhaliflere nasıl bir faydası olabilir ki? Avrupa Parlamentosu aldığı kararla Polonya ve Macaristan'daki Erdoğan taklitçilerine de bir mesaj vermiş oldu: Gazetecileri hapse atan, yargıyı boyunduruk altına alan ve azınlıklara eziyet edenlerin Avrupa'da yeri yok.”

TÜRKİYE'NİN KAYBEDECEKLERİ AB'DEN DAHA ÇOK

Welt am Sonntag
 gazetesinde Christoph B. Schulz imzalı yorumun başlığındaysa "Türkiye'nin kaybedecekleri AB'den daha çok" deniyor:

"AB ve Türkiye ilişkileri o kadar iç içe geçmiş durumdaki her iki taraf da birbirine zarar verebilecek unsurlara yeterince sahip. Ancak toplamda Türkiye'nin AB'ye daha fazla ihtiyacı olduğunu söylemek mümkün. Türkiye'deki doğrudan yabancı yatırımların yüzde 70'i AB kaynaklı ve Türkiye ihracatının yüzde 45'ini AB'ye yapıyor. Bu da Erdoğan'ın ekonomik gücünün temelini oluşturuyor. Bunu tehlikeye atamaz. Zira bunun bir nedeni de Erdoğan'ın şimdiye kadar Rusya ve Çin'in ağır bastığı Şanghay İşbirliği Örgütü'ndeki diyalog ortaklığının AB ile önemli ekonomik ortaklığın yerini alamayacağı gerçeğidir."

ESKİDEN KONUŞANLAR ŞİMDİ KONUŞMAYA KORKUYOR

Frankfurter Allgemeine Zeitung
'un Pazar günkü baskısında da Canan Topçu'nun "Türkler artık konuşmuyor" başlıklı yazısı dikkat çekiyor. Yazıda çoğu kişinin devlet düşmanı ilan edilmekten korktuğu öne sürülüyor:

"Dört yıl aradan sonra yeniden İstanbul'da ve yepyeni bir deneyimle karşı karşıyayım: Artık insanlar konuşmuyor. Eskiden konuşmalar havaalanından otele gidene kadar takside başlar, taksici hoşuna giden gitmeyen ne varsa anlatmaya başlar kızar, küfreder hangi siyasetçiyi ve partiyi beğenirse safını belli ederdi. Şimdiyse bu yabancıyla ufak bir sohbet açmak bile mümkün olmuyor. Ne takside, ne dükkânlarda ne kuaförde. Hiçbir zaman bir güzellik salonunu bu kadar sessiz görmemiştim. İnsanlar sadece yabancılara karşı değil tanıdıklarına arkadaş ve aile üyelerine de sessiz, onlarla konuşmaktan kaçınıyor. Bana mevcut durumunu anlatanlar da, benden kendilerine herhangi bir zarar gelmeyeceğinden emin olanlar. Erdoğan yanlısı olmayanlar geleceğe belirsizlikle bakıyor. Bazılarıysa giderek çaresizleşerek letarjik bir hale dönüşmüş. Bir kısmı ülkenin daha da kötüleşmesinden endişe ettiği için buraları en kısa zamanda terk etmek istiyor. Erdoğan'ın kendisinden farklı düşüncede olanlara hiç bir yaşam alanı bırakmayacağı endişesi hâkim."

Cumhurbaşkanı Erdoğan Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye ile ilişkilerin dondurulması kararına tepki olarak Türkiye'nin AB ile arasındaki mülteci anlaşmasını kaldırabileceğini söylemişti.

Süddeutsche Zeitung'dan Christiane Schlötzer, yorumunda mülteciler için Balkan rotası üzerinden bir kaçışın neredeyse mümkün olmadığını belirterek 'bunlar boş tehditler' diyor:

"2015'teki olaylar tekerrür etmeyecektir. Zira Çoğu Suriyeli ve Afgan, Yunan adalarında kendilerini adeta bir hapishanenin beklediğinin farkında. Ege'den neredeyse başka çıkış yok. Anlaşmanın Yunanistan ayağı da oldukça yavaş işliyor. İltica başvuru süreci olukça uzun sürüyor, bürokrasi had safhada, AB'nin söz verdiği hukukçular ülkeyi ya çoktan terk etmiş ya da hiç gitmemişler bile. Şayet Türkiye üzerinden yeniden mülteci akını başlarsa, o zaman sadece Yunanistan'daki durum sarpa sarar. Balkan rotası tel örgülerle çevrilmiş durumda ve öyle de kalacaktır. AB'nin birden bire en fakir üyesi ile dayanışmaya girip mültecileri Prag'dan Paris'e kadar dağıtmayacağı ortada. Yardım örgütü Welthungerhilfe'nin verilerine göre Türkiye'deki çoğu Suriyeli yeniden ülkelerine dönene kadar bulundukları yerde kalmaya niyetli. Türkiye komşusuna sınırı kapatmış durumda ve bu da mülteci anlaşmasından daha etkili olmuşa benziyor. Şu ara Türkiye'den kaçanlar geçmiştekine göre daha az olsa da yine de yok değil. Ancak artık kaçanların arasında daha fazla Türk var. Erdoğan'ın onlar için sınır kapılarını açması mümkün değil. Zira onları görmek istediği yer hapishane." (Deutsche Welle)