İşte Erdem Gül'ün Cumhuriyet'teki yazısı:


Önce Can’ın kapısında hareketlenme oldu. Görevlilerle Can, bir müddet konuştular. Onun kapısı üzerindeki küçücük aralığı kapatıp benimkini açtılar. “Hakkınızda aylık tutukluluk değerlendirmesi yapılacak.”

 Anlattıklarından, hapiste birinci ayımızı tamamladığımızı anlıyoruz. Ve bu nedenle hakkımızda, “tahliye mi edelim, tutmaya devam mı” kararı verilmesi gerekiyor.

Kaçıncı olduğunu şimdi aklımda tutamadığım 9 adet Sulh Ceza Hâkimliği’nden, o an nöbetçi olanı hakkımızdaki kararı verecek. Tahliye taleplerimizi reddedenlerin kaçıncı oldukları da aklımda değil. Yalnızca bizi ta ilk gün tutuklayanın yedinci olduğu aklımdan çıkmamış.

Bizi, hâkimin karşısına canlı yayınla alacaklarını öğreniyoruz o arada. Bu canlı bağlantı, ekrandan da olsa hâkimle karşı karşıya gelmemizi sağlayacağına göze, “Avukatımız...” diyorum. Can da aynısını söylemiş. Görevliler sorup geliyor ve bize aldıkları cevabı iletiyor. Ya biz olacağız ya da avukatımız. İkisi birden olmuyor.

Tamam o zaman. Bize göre hava hoş. Üstelik canlı yayın da var, anlatırız hâkime. “Bize artık müsaade” görevlilerle diyaloğumuz uzadığı için kulak misafiri olan koridor boyunca hücrelerindeki tutuklu komşularımız da sanki canlı yayın için bize cesaret veriyor. İyi haberlerinizi bekliyoruz. Tabii yüzlerini görmüyor, yalnızca seslerini duyuyoruz.

Moral bin beş yüz artık. Görevlilerin arasında canlı yayına doğru yürümeye başlıyoruz. Bir aylık sürede açık ve kapalı görüşler için hep çok kısa mesafeler yürüdük. Bu kez birkaç koridordan geçiyoruz, merdiven çıkıp iniyoruz. Ve ilk kez bu kadar uzun süren yürüyüşün ardından “canlı yayın odasına” alınıyoruz.

Alındığımız odanın içinde kapısı kapalı bir oda daha var. Görevli son kontrolleri yapmak için açınca görüyoruz. Bir bilgisayar ekranı var odada. “Ama” diyor görevli, “oradan bizi arayacaklar.” Onun için biraz bekleyeceğiz.

Ve karşıdan sinyal geliyor. Görevli, ekran odasına girip bizim hazır olduğumuzu bildiriyor. Tek tek alınacağız. Önce Can giriyor canlı yayına. Beş dakika sürüyor sürmüyor. Sıra bende. Giriyorum. Sandalyeye oturup ekrana baktığımda bir mahkeme salonu. Tutuklandığımız günkü hâkimliğin tıpa tıp aynısı.

Yargıç, “merhaba” dedikten sonra beni dinleyeceğini söylüyor. Ben de hazır canlı canlı konuşma imkânı, casusluk, ajanlık gibi esasa dair mevzulara dalmak olmaz diyerek usulden gidiyorum. Avukatın yokluğunu da aratmamalıyım. “Beni tutmanız yanlıştı” diyorum mealen, “Artık tutmayın” diye bitiriyorum.

Tutuklanmanın tek nedeni haber olmasına karşın “gazetecilikten tutuklu değil” sözleri de aklımda olacak ki, “siz burda tuttukça işimi de yapamıyorum” diye ekliyorum.

Benim canlı yayın performansım bitince yargıç söylediklerimi yazdırıyor. İşimi yapamadığımı da zapta geçiriyor. Ben söylememişim ama o yazdırıyor. “Tahliyemi istiyorum.”

Sonra bana, söyleyeceğim başka bir şey olup olmadığını soruyor. Yok. Yargıç, “karar verilecek ve size iletilecek” diyor son söz olarak. Biz hapisteki canlı yayın çaylakları olarak karar bekliyoruz tabii. Ama görevliler öyle değil. Çok görmüşler böyle canlı yayınları. “Beklemiyoruz. Gidiyoruz. Karar size sonradan iletilir.” O sırada canlı bağlantı da kapatılmış zaten.

Hücrelerimize getiriliyoruz. Biraz sonra televizyondaki altyazıdan, yaptığımız kaçıncı tahliye talebinin reddedildiğini görüyorum. Birkaç gün önce başvurmuştu avukatlar. Ama olsun. Canlı yayında tahliye istedik. Onun sonucunu bekleriz biz. Beklerken akşam oluyor.

Havalandırma kapısını da kapattılar işte. Ve o zaman anlıyorum ki canlı yayın avantajını da lehimize çevirememişiz.

Tamam ama bu bir ilkti, acemiliğimize geldi. Bundan sonraki aylık canlı bağlantılarda görün siz başarımızı.

Herkese iyi seneler...