Ama nasıl yakışmaz. Senin için cebine girecek üç kuruşun bile değeri büyük. Hani ben suçlamış olmayayım da, şarkıdaki gibi, belki emekçinin cebindeki kağıt para “bir şekilde döne dolaşa”, senin şürekanın cebine girmiş olabilir… “Belki birilerinin posta kutusuna, değişik zamanlarda da olsa” virüslü dosyalar göndermişsinizdir… Olamaz mı? Olabilir… Belki senin Rektörler, aynı anda başka başka bankalara “seni seviyorum demişlerdir, olabilir”…

Bunların hiçbirisi beni şaşırtmaz. Hem zaten sen değil misin onca gazeteyi işten attıran? Sen değil misin medya patroncuklarını ihalelerle korkutan? Sen değil misin hakkını arayan işçileri dövdüren? Sen değil misin, katlettiğin insanları kürtajla bir tutan? Sen değil misin, Hopa’da Metin Lokumcu’yu öldüren polisleri savunan? Madenciler? Tekel işçileri? Hapisteki öğrenciler?

Sen… Büyük patron, milyarder, para babası…

Senin savcılar var ya o savcılar… Bizim muhabir Zeynep Kuray’ı cezaevine tıkan… Zeynep’in iddianamesine ne yazmışlardı biliyor musun? “Zeynep Ceren Kuray’ın telefonda halkı için çalıştığını, sadece para amaçlı çalışmadığını söylediği, böylece örgütsel haberler yapmaya çalıştığını ifade ettiği görülmüştür” yazmışlar… Al işte… Sizin halk sevginiz bu kadar… Dininiz imanınız para olmuş, ben size daha ne diyeyim. Geçen yine demişsin ki o gazeteciler terörist. Yeminler etmişsin, tepinmişsin… O gazeteciler sağa sola bomba atıyormuş. Bak bak bak… Zeynep ne yapmış? Uludere’yi mi bombalamış? Suriye’ye mi saldırmış? Yoksa ‘zararsız’ gaz bombacıkları mı atmış insanların üzerine? Ama ben boşuna konuşuyorum. Halk sevgisi bilmeyen adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum.

Geçenlerde ODTÜ’ye gitmişsin… Puanın yetmeyince panzerlerle, tabur tabur polislerle girmişsin. Biraz zorlanmışsın ama… Olsun, belki kaydırma yapmışsındır, seneye yine denersin. Koskoca adamsın, ODTÜ’de başına gelenlerden şaşırınca, talebelere patlamışsın… Viranşehir’deki mitinginde bile öğrencilere sallamışsın. Yakışıyor mu sana bu hareketler? Sen, büyük usta, Ortadoğu’nun sözde lideri, e şimdi sen mi büyüksün yoksa o talebeler mi?

Nazlı Ilıcak’la el ele verdin, 12 Eylül’ü yargılayacaktın. Darbelerle hesaplaşacaktın, her yer özgürlük, gülistanlık, şenlik olacaktı… Ama ortağının 12 Eylül övgülerini yayımlayınca biz, başladı Ilıcak çığlık atmaya… Dedik, “ne yapıyorsun abla, yaşın var başın var”…  Aman, dedi “Ben ona BirGün bile demem, BirGüncük derim çünkü ufak”… E dedik elden geldiğince büyütelim… Atılım falan dedik, yazarlar şu bu… Bu sefer de sen çıktın, açtın 100 bin liralık dava…

Ama şunu iyi bil, ister paranla korkut, ister içeri tık, ister Othello Kamil sokaktaki küçük binamızın önüne füze rampası döşe, patriot koydur, kendi polisinin gücü yetmezse coni dostlarını çağır, cemaatin virüslerinden yolla, Özgür BirGün Ordusu kur, halkın parasını onlara yolla… 

Hiç bir şey yapamayacaksın. Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Biz 100 bin dolarlar kazanmak için, patrona ihale aldırmak için gazetecilik yapmıyoruz. Biz birilerinin halkın parasını nasıl hüplettiğini, yoksulların evlerini de nasıl gümlettiğini yazıyoruz.

Dokunma yoksulların evlerine! Dokunma artık gazetecilere! Dokunma işçilere! Dokunma gazeteci arkadaşlarımıza! Dokunma talebelere! Eğer onların kılına zarar gelirse biz, IMF başkanına ayakkabı fırlatan biz… Biz var ya biz…

Bu sefer çakma Nike değil kundura, hem de 42 numara… Anladın sen onu…

(BİRGÜN-BARIŞ İNCE)