Son üç senedir iktidarın onaylatılması çalışmalarına SEÇİM diyen sadece iktidar ve yandaşları değil, ne yazık ki CHP’den HDP’ye, aydınlardan Anketçi firmalara kadar birçok kesim bulunuyor. Ahmet Şık gibi kıymetli insanların seçimler üzerinden gerçekmiş gibi değerlendirmeler yapmaları sorunumuzun çok derinlerde yattığının bir göstergesi bence.  Biz yine de doğruları azınlıkta da kalsak haykırmaya devam etmeliyiz.

Son yüzyıldır devletimiz kendisini soldan(devrimci, demokrat ve komünistlerden) gelecek tehlikelere karşı olağanüstü korumaya almış ve en ufak bir sızıntıya bile tahammül etmemiştir. Geçmişte M. Suphi liderliğindeki TKP ile Dr. Şefik Hüsnü Liderliğindeki TKP ye ve Nazım Hikmet dâhil aydınlarımıza yapılan şiddetin ne derece acımasız olduğunu biliyoruz.  

Yakın tarihimizde ise POL-DER’in, demokrat bürokratların hatta Atatürkçülüğü tutarlı şekilde savunanların devlet kadrolarından nasıl temizlendiğini, kazınıp çıkartıldığını yaşayıp gördük. Sol karşısında kendini ejderha gören ve acımasızca silahlandıran Atatürkçü-laik devlet, sağından gelen faşist ve irticaya karşı aşktan gözü dönmüş sevgili gibi her şeyini onlara teslim etmiştir. Tüm bunlar son yüzyılda, özellikle de 1950 yılından sonra hızlanarak devam etmiştir.  Gelinen noktada sağ yani faşizm ve irticai kafa, devleti teslim almış ve onun şekli de olsa ‘ilerici’ görünümünü de son vermiştir. Aslında biçimde önemli bir değişiklik olsa da özünde değişen çok fazla şey yoktur!

Oligarşik Cumhuriyet Monarşik Cumhuriyet olmuştur. Yani daha önce bir avuç azınlık sömürü ve baskıya karar verirken şimdi bu yetki bir kişiye verilmiştir.

Geçmişte de M. Suphiler boğuldu, Nazımlar hapislere gönderildi, Sabahattin Ali’ler ve aydınlarımız yok edildi, Dersimde, Ağrı’da dereler çoluk çocuk Alevi ve Kürt vatandaşların cesetleriyle dolduruldu, Mahirler katledildi, Denizler asıldı, 12 Eylül’de 1 milyona yakın insan hapsedildi, ‘hayata dönüş’ operasyonu yapan ‘sol’ Bakan tarafından onlarca tutuklu imha edildi ve yüzlerce benzer vahşet bu iktidar öncesi Cumhuriyetimizde oldu. AKP de son 5-6 yıl içinde tüm bunların toplamı bir vahşeti bizlere yaşattı. Bu açıdan daha önceki rejimi aklama girişimleri sahnede yani görünüşte savunulsa da, bunun kuliste yani vicdanlarda aklanması imkânsızdır. Yeni iktidar bence bizim rejimle ilgili kitlelere aktaramadığımız düşüncelerimizi büyük bir beceri ve örneklemeler yaparak milyonlara anlatmakta ve onları hızla eğitmektedir. Geçmişte var olan biçimsel özgürlükler ve yaşamsal artılarımız artık olmayacak. Fakat bizi Hitler türü bir faşizm de beklemiyor. Kuzey Atlantik Paktı çerçevesinde bir faşizmdir bu. İtaat ettiği müddetçe yani parlamentoya, partilere, seçimlere ve bazı işleyişlere dokunmadığı müddetçe varlığını devam ettirebilecektir. Terör bahanesiyle her şeyi yiyebilir! Fakat asla NATO ilkelerinin dışına çıkamayan bir gerici iktidarımız var artık! İşte buna karşı nasıl bir yol izlemeli ve hangi adımları atmalıyız? Bence bu adımlar geçmişte de gerekli ve geçerliydi. Fakat biçimsel cumhuriyet görüntüsünün verdiği rehavet içerinde kimselere bunların önemini anlatamamıştık. Ama bugün görüyorum ki bir yanda Seçimleri boykottan, diğer yanda ‘ofansif’ mücadeleden bahsedenler sanki bu adımları atacak hazır tümenleri olduğunu sanan generaller gibi konuşuyorlar. Kitlelerin gerçekten çok ciddi demokratik bir potansiyeli taşıdığı açık! Fakat örgütsüz, dağınık ve iktidarın silahlı birliklerine karşı savunmasız! 

Bu muazzam kitleyi düzenli birlikler haline getirmek, sıraya sokmak, mücadelenin gerektirdiği iş bölümünü yapmak, sanırım öyle kolay bir görev değil.  İktidar ise muhalefete göre sanırım 5-10 fersah ilerde. İşte böylesi Kuzey Atlanta Paktı içinde de olan açık ve acımasız bir güce karşı hücum taktiğiyle harekete geçmek (ki hücum ne olursa olsun) sanırım solculuğun hala vaz geçmediği popülizm ve şov severliğiyle yakından ilgili. 

NELER YAPMALIYIZ?

Yapılacak işler başlangıçta çok basit ve uygulanabilir sessiz adımlardan oluşuyor diyebilirim. Eğer hedefiniz dağa tırmanmak ve elinizde oraya ulaşacak olağanüstü araçlarınız yoksa(helikopter, uçak, teleferik vb.) yürümekten başka bir yolunuz yok demektir. Hedefi belirlemiş bilinçli ve örgütlü bir kitleniz yoksa(ki bu, elinizde güçlü araçlarınız olmadığı anlamına gelir) yol boyunca bu gücü yaratabilir ve ne kadar büyük engeller olursa olsun amacınıza ulaşabilirsiniz. Bilinçli olma ve örgütlülük yürürken kazanılacak ve hedefe kısa yoldan, kesin olarak ulaşmanızı sağlayacaktır. Bunun için öncelikle kişisel ve sessizce yola koyulmalıyız. Bu sadece ezilen, sömürülen ve ötekileştirilenler için değil aynı zamanda çocuklarımız, geleceğimiz için de gerekli ve kaçınılmaz olandır.

Kişisel ve grupsal olarak;

1-) Yaşamınızda ki tüm ayrıntılarda kendinize karşı hergün hesap vermeye, tutarlılığınızı ölçmeye ve bunu sağlamaya odaklanın! Bunun diğer anlamı; kendinize karşı sorumluk duyusunu geliştirmiş, yanlışlarınıza karşı eleştirel yaklaşan ve de tutarlı bir kişiliği oluşturmuş olmanızdır. Bu basit adım; sizi, karşısında olduğunuz güçlerden ayıracak ve onların, koşullar ne kadar olumsuz olursa olsun sizlere ulaşmasını, etkilemesini engelleyecektir. Bu yönde başarılı olduğunuz ölçüde bir şeyin daha farkına varacaksınız: sizin gibi kişileri değişik gelişmelere bağlı olarak fark edip onlarla bir araya gelmeye başlayacaksınız. Çünkü karşımızda, yaptıkları iğrenç ve bayağı davranışları vicdanlarında aklayan, bunları sorgulayamayan sakatlanmış kitlesel bir suç örgütü var. Bunlarla baş edebilmek için öncelikle bu küçük fakat hayati mevziiyi tahkim etmek, sağlama almak yani içsel devrimi başlatmak gerekmektedir! 

2-) Kültürel gelişim için programlar uygulayın! Kişisel okumaların yanında ortak konuları tartışma vb. faaliyetler ve de eğer öğreniminiz eksik kalmışsa tamamlamak için okula kaldığınız yerden devam etmeye çalışınız. Bu kültürel birikim oldukça kapsamlı ve ‘eğitim şart’ repliğiyle her alanda uygulanacak olmazsa olmaz ikinci adımımız olmalı!

3-) Kapitalist sistem tüm yaşam formlarıyla insanlığı yozlaştırmakta ve sağlıksız bireylerin çıkmasında başrol oynamaktadır. Bu yozlaşmayı artıran bir diğer faktör de, siyasi yenilgi gibi objektif gelişmeler ve de sınıflı toplum kalıntıları olarak ilişkilerdeki asosyallik, ikiyüzlülük vb. türden subjektif faktörlerdir. Bu açıdan bozulan ruhsal sorunların giderilebilmesi için güvenilir kişilerin oluşturduğu gruplar içinde ortak terapi çalışmaları yapmalıyız. Bu toplantılarda birbirimizle acılarımızı, yanlışlarımızı, sevinçlerimizi, yavaş yavaş ve temkinli şekilde paylaşmalıyız. Bunun için geçici yöntem bir başkasının üzerinden sorunları tartışmak olmalıyken tam bir güven oluşumu sağlandığında artık herkes kendi üzerinden eksilerini konu edebilmelidir. Eleştirinin önemini, bunun kötü niyetli bir davranışın ifadesi olmadığını ve de insanın sorunlarının çözülebilmesi için bunları açıkca ortaya koyup çözüm yollarını birlikte bulabilmenin ne kadar hayati ve birleştirici bir rol oynadığını bilince çıkartarak terapi yöntemini kendi şartlarımıza bağlı olarak organize edebilmeliyiz.

4-) Yukarıdaki çalışmalara düzenli şekilde yaşamımızda yer verdiğinizde ister istemez kendimize, kişilere, düşünce ve olaylara yaklaşma biçimimizin tümden değiştiğini ve mücadele için gerekli araçları kişisel ve grupsal olarak edindiğimizi fark edeceğiz. Bu araçlar esas olarak paylaşım, dayanışma, gelişmiş bilinç düzeyi, hoşgörü, kararlılık, örgütlülük, sağlam ve sarsılmaz GÜVEN ilişkisidir. Bu ilişkileri sağlayan, düzene koyan ve geliştiren de çalışmalar sonucu elde ettiğiniz üslubunuz ve tarzınızdır. Buna ben doğru çalışma tarzı diyorum. İşte hiçbir kötülüğün alt edemeyeceği güç budur.  

5-) Yukardaki kişisel ve grupsal çalışmaları çoğu kişi, şartlarına bağlı olarak sosyal medya, sendikalar, sivil örgütler, çevre hareketleri, kamplar, piknikler, yerel iktidar, yöresel vb. alanlarda sürdürerek daha geniş bir ağa ulaşabilir. Ayrıca kendiliğinden gelişen kitlesel hareketlerin içinde olmak, onları doğru hedeflere ve taktik adımlara yönlendirmek çalışmamızın omurgasını oluşturur. Fakat bunların ne sıklık ve derinlikte gelişeceğini şimdiden bilemeyiz. Bu açıdan bizler düzenli olan çalışmalarımızı aksatmamalıyız. 
Kadrosal olarak;

Bu konuda yapılacaklar da bellidir. Fakat bu yöndeki çalışmaların burada ele alınması hem taktik açıdan gereksiz hem de yeri değil. Sadece burada değinebileceğim tek öneri: 
Gölge bir hükümet kurulması gerektiğidir.

Ekonomik, sosyal vb. krizler ve olağanüstü gelişmeler her an gerçekleşebilir ve var olan iktidardan kurtulmak için bu gelişmeleri beklemek yerine bunlara karşı hazırlanmak doğru olan taktiktir. Ekonomik, etnik, cinsel, inançsal, bölgesel vb. alt kültür formlarının geliştirdiği potansiyel, sosyal üst kimlik tarafından yönlendirilebildiği oranda zafer kaçınılmaz olacaktır. HDP’nin Van’da ki kampta aldığı kararlar bu çerçevede hayati önemdedir. Çünkü diğer alt siyasi potansiyellerin kinetik hale gelmesinin yolu (örneğin Kürt Kimliğinin kazanılmasının yolu da) buradan geçmektedir.