Bundan 28 yıl önce yaşanan Madımak katliamının protesto etkinliklerini yaşamaktayız. Madımak’ ta diri diri yakılarak katledilen canlarımızı saygı ile anıyorum. 

Onların şahsında bütün topluma yaşatılan bu insanlık dışı vahşi katliamın hesabı, mutlaka ama mutlaka sorulacaktır.  Sadece Madımak katliamının değil, bütün katliamların hesabı sorulacaktır.   

  Elbette Madımaktan önce ve sonra yaşanmış sayısız katliamın varlığından haberdarız. Kısa süre önce ise İzmir’de Deniz Poyraz katledildi ve katil içerde kaç kişi olsaydı hepsini katledeceğini, yani daha büyük bir katliam yapacağını açıkça ifade etti.  Yine aynı anda Türk devleti, Kürdistan’ı işgal etmeye ve Kürtlere karşı soykırım saldırılarına, ara vermeden devam etmektedir.  

  Katliamcılık öyle yoğun ve sistemli sürdürülmektedir ki şu kısacık hayatımızda hepimize onlarca katliam yaşatıldı. Türkiye ve Kürdistan’da yaşı ellilerde olan herkes en azından on katliamı bir ayakta sayabilir. Bu durum Türk devletine özgüdür. Şüphesiz bütün sömürücü devletlerin tarihinde ve yapısında katliamcılık vardır. Ancak böylesine sistemli, örgütlü ve süreklilik arz eden katliamcı/soykırımcı uygulamaların varlığı, dünyanın çok fazla yerinde yoktur, sanırım.

  Bu topraklarda yaşayan insanların çok büyük bir kısmının bir katliam yarası vardır. Ve madem ki gerçek bu kadar derin ve yangın o zaman, burada çok temel, çok köklü bir sorun var demektir. Bu durumda kimse böylesine kapsamlı ve böylesine etkili bir yok etme sistematiğini gelip geçici bir sorun gibi anlatmamalı, anlatmaya kalkışmamalıdır.   

  Katliamların ve soykırımların Türk devletinin yapısal bir özelliği olmasının arka planı, İTF fırkasının, bu topraklarda yaşayan bütün farklı etnik ve dinsel yapıları zorla Türkleştirerek-İslamlaştırarak Türk ulusu yaratma projesine dayanmaktadır. Toplumsal dayanak olarak Türk ulusu yaratma ihtiyacı, Türk devletinin   katliamları ve soykırımları varoluşu için en temel yasa olarak kabul etmesine yol açmıştır. Türk ulusu yaratma projesi tamamlanamadığı için de katliamcı/soykırımcı politikalar devam etmektedir. Buradan hareketle yakın dönemde yaşanmış, bugünde benzerleri devam eden katliamların konjektörel değil, devletin stratejik politikalarının bir parçası olduğunu özellikle belirtmek gerekiyor. Durum böyle olduğu, yani kelimenin gerçek anlamıyla bu sistem ve bu devlet kanla beslendiği için katliamlar sürekli ve sistemli olarak yapılmıştır ve devam etmektedir.

Bu nedenle, bu sistem ve devlet, bu politik yapı, bu politik zihniyet var ve etkin olduğu sürece, yapısal bir özellik olarak katliamcılık ve soykırımcılık var olacaktır. Bu katliam ve soykırım ihtimali ve atmosferi, yine devletin ilgili güçleri tarafında, ihtiyaç halinde fiili katliamlara/soykırımlara dönüştürülecektir. Çünkü farklı halkları ve inançları kanla yok etmeye göre şekillenmiş olan bu devletin, katliam ve soykırım yapamadığı sürece kendisini yaşatma imkânı olmayacaktır. Bu tespit bir faraziye değil, herkesin yaşadığı gerçeklerin ifadesidir.  

Bu gerçeğin ortaya konması, katliamlara karşı neler yapılacağını da göstermektedir. Birincisi, katliamların sorumlularının doğrudan devlet olduğu gerçeği hiç akıldan çıkartılmamalıdır. İkincisi, katliam/soykırım potansiyelinin varlığını bilmeli ve buna göre sürekli tedbirli, temkinli, hazırlıklı ve dikkatli olunmalıdır. Üçüncüsü, katliamlar devlet tarafından düzenlenip gerçekleştirildiği için, gerek katliamın önlenmesi, gerek yaşanırken tahribatının sınırlandırılması veya yargılanma sürecinden, devletten, devletin güçlerinden, birimlerinden yardım beklenmemelidir. Bu yaklaşımla katliamlara karşı doğru bir yol haritası çizilmiş olacaktır.     

 Bir başka nokta “neden bu katliam yapıldı, niye bize yapıldı, biz kime ne yaptık” gibi bilinç bulanıklığı yaratan tuzak sorular sorarak kara kara düşünüp demoralizisyon, karamsarlık, umutsuzluk ve yalnızlık duygusu yaratılmamalı, bu duyguların geliştirilmesine ortam oluşturulmamalıdır. Sisteme ve devlete karşı tedbirsizliğe yol açan, devleti olumlayarak bu tarz katliamların ve soykırımların olmayacağını varsayan bu yaklaşıma pirim verilmemelidir. 

Madem ki devlet ve sistem bu katliamları ve soykırımları, ihtiyaç duyduğu her durumda ve her şart altında yapmak istiyor ve yapmaya çalışıyorsa, o halde potansiyel olarak katliamların hedefi olan kitleler ve kurumlar ne yapmalıdırlar? Can alıcı soru budur.  

 Öncelikle her grup, birim veya kurum, 100 yıllık tecrübeden hareketle, devlet kaynaklı olarak bu türden saldırıların olabileceğini bilmek ve bunu kabul ederek sürece yaklaşmalıdır. Bu gerçeği bilmenin ve kabul etmenin bir sonraki adımı, her toplumsal kesimin veya kurumun, sadece demokratik yöntemlerle değil, her türlü meşru savunma yöntemini kapsayacak şekilde öz savunmalarını yapmaya hazırlanmalı ve gerektiğinde öz savunma aracını değerlendirmelidirler.

Bu hazırlıkların en önemli yolu ise örgütlenmektir. Her biçimde, her formda, her araç, yöntem ve platformda örgütlenmek bu tür katliamcı ve soykırımcı pratikleri önlemenin en etkili yöntemidir. 

Özetle katliamlar ve soykırımlar bu düzenin ve devletin eseridirler ve bu düzen ve devlet var oldukça, katliamlar da soykırımlar da olmaya devam edeceklerdir. Bu kanlı uygulamaları önlemenin biricik yolu devletin kurumlarından çözüm beklemek değil, ilk olarak olası katliam ve soykırımlara karşı kendi çözümünü, öz savunma çözümünü hayata geçirmektir. Nihai amaç olarak da bu soykırımcı/katliamcı sistemi bir bütün olarak ortadan kaldırmak, halkların inançların ve tüm ezilenlerin en soylu isteği, en şiddetli arzusu ve en haklı en meşru talebidir.