"Minareyi çalan kılıfını hazırlar." diye bir halk sözü var. Hem deyimin kendisi çok doğru, hem de çok doğru olan bu deyimi kullanan halkın engin gözlemi. Özünde tüm yalanların kendine uydurduğu bir kılıfdır söz konusu olan. Bu kılıflarla gizlenmek istenen asıl gerçek, yalan sahibinin gerçek niyetinin ortaya çıkmaması ve çevresindekileri yalanına ortak etme çabasıdır. Kısacası kandırma amaçlıdır.

Bu, tek tek bireylerden toplumsal-siyasal olaylara kadar böyledir. Her savaşın her yağma ve talanın arkasında olan yalanda böyledir.

ABD'nin "Demokrasi ve Özgürlük" götürüyorum diye girdiği ve işgal ettiği ülkelerin tümünde "Demokrasi ve Özgürlük" bir kılıf, yağma ve talan üzerine kurulu kanlı niyet ise asıl gerçektir.

Peygamberlerin cihat çağrıları da böyledir. Kervan baskınlarında veya bir başka kavimin zenginliklerine el koymada helal sayılan ganimet, gerçekte peygamberlerin kendi soygunlarını haklı göstermek için başvurdukları bir yalandır.

Bunu, "Allah'ın bir emri veya Allah böyle istiyor." diye kılıflamışlardır. Haçlı seferleride aynı yalan üzerinden giden savaşlara dayanır. Afrika'nın ve Amerika'nın sömürgeleştirilmesinde milyonlarca kara derili insanın vahşice köleleştirilmesi ve öldürülmesi "Allah'ın beyaz adama verdiği bir hak " olarak lanse edilmiştir.

Vatikan ve Kiliseler bu yalanın başrollerinde yer almışlardır ve arşivler bunun bilgi ve belgeleriyle doludur.

Hitler'in ırkçı ve faşistliğine hedef olan Yahudi soykırımında da aynı yalanlar kullanılmıştır. "Allah'ın lanetlediği" Yahudiler'in yok edilmesi, aslında Alman sermayesi'nin Yahudi zenginliğine el koymakla ilintilidir.

Anadolu'da ki Ermeni soykırımı da böyledir. Ermeni sermayesine ve zenginliğine çullanarak Türkleştirilmesi ve Kürtleştirilmesi amaçlıdır. Bu tür amaçların hayata geçirilmesi için de uygulayıcılara ve taraftar bir kitleye ihtiyaç vardır. İşte bu ihtiyacın gerçekleşmesi için de ilk önce, bir düşman ve hain yaratma yalanı ön koşuldur. Bu olmadan, yok edilecek düşman olmaz, dolayısıyla göz dikilen zenginlikleri ele geçirme bahanesi kalmaz.

Osmanlı'nın Viyana önlerine kadar gelmesi ve oralara kadar geniş zengin arazi ve hazineleri ele geçirmesi, gerçekte Osmanlı aşiretinin saray çıkarlarına hizmet eden talandan başka bir şey değildir.

Fetihleri "Allah'ın bir emri" gibi pazarlamaları koca bir yalandır. Kullarının elde kılıç kafa, kol keserek ele geçirdikleri hazinelere, zenginliklere ihtiyaç duyan bir Allah olabilir mi? Olursa, kendini besleyemeyen zavallı Allah olmuş olur.

Sonuçta, büyümek isteyen, palazlanmak isteyen tüm sömürücü sınıflar, çaldıkları minarelere hep bir kılıf uydurmuşlardır.

Şimdiler de, Türkiye'de ki yeni Osmanlıcı geçinen İslamcı sermaye de yurt dışına açılmanın kılıflarını hazırlamakla meşgul. Başvurduğu yalan bildik, bayatlamış Osmanlı hayalleri.

Suriye'de ve Libya'da bayrak dikmek isteyen, aslında Osmanlı maskeli islamcı sermayenin kendisi. AKP çetesi'nin aç gözlü ve sonradan görme yeni zenginleri ve onların firmalarıdır. Bu gibi ülkelerde petrolden tarım ürünlerine, inşaat sektörüne ve hatta Tayyip'in damadı gibi silah sanayi ürünlerine kadar satmak, almak ve üretmek sevdasındalar. Kendi çapında emperyalist bir güce dönüşmek amacındalar.

Eskide kalan "Yeni sömürge Türkiye" yerine Osmanlılaşmak isteyen ve artık kabuğuna sığmayan islamcı bir sermaye var artık.

Osmanlı maskesiyle günümüz koşullarında Osmanlı olmak zor. Çünkü iç ve dış konjöktürler buna izin vermez. İçteki tıkanmayı aşacak ekonomik gücü yok en azından. Halka sus payı verecek sermayesi de yok, buna bağlı olarak demokrasisi de yok. Kapı kapı dolaşarak bulduğu Arap sermayesi de bitti sayılır. Bir tek ufacık Katar kaldı ellerinde. O da devede kulak kalır.

Ülke içeresinde ekonomik durum felaket derecesinde. Devlet'in kasası tam takır.

Milyarlarca dolar iç ve dış borçları ödemek için sürekli zamlar ve vergileri artırmaktan başka çareleri yok. Libya ve Suriye'deki askeri harcamaların yükünü uzun süre taşıyamazlar.

İşsizlik, yoksulluk, iflaslar, duran üretim ve diğer sorunlar had safhada. O halde 'Buna rağmen Osmanlıcılık oynamakta nerden çıktı?' diye sorulabilir. Bu durum birazda bir dönem çırak olduktan sonra, kendi dükkanını açmak isteyen sermayesiz bir ustaya benziyor.

Uzun dönem (1946'dan beri) emperyalizmin çıraklığını yapmış, Türkiye'de ki işbirlikçi sermayenin gelinen noktada kendi dükkanını açıp, kendisini patron ilan etme çabaları diyebiliriz buna ama hala Züğürt Ağa'lıkdan kurtulmuş değiller.

Tamda bunun çaresizliğini aşmak için kendi avlanma bölgesinden çıkıp, başka emperyalist güçlerin av bölgesi olan alanlara girerek şansını denemek istiyor.

Kumar masasında kumarı yeni öğrenmiş kumarcılar gibi kumar oynuyorlar. Libya'da ve Suriye'de Osmanlıcılık oynayan bu yeni kumarcılar kumarı kaybedecekler.

Kumar masasında karılarına kadar ipotekleyerek tekrar tekrar borç para ile şansını denemek isteyen kumarcılar gibi olma ihtimalleri de var...