Önce Kürt siyasal hareketini halletmek gerekti. 6 milyonluk bir seçmen kitlesini başsız, örgütsüz ve sessiz kılmak üzere kollar sıvandı. 

Savaşı değil barışı, çatışmayı değil siyaseti seçmeyi sağlayacak bütün kanalları tıkamak öncelikli hedefti. Kentler, kasabalar adeta haritadan kazındı. Kürtler kuzu kuzu boyun eğip diz çöküp bağışlanma dileyecekler sanıldı.

Öyle olmadı. Öyle olmayınca Kürt siyasal hareketinin parlamentoda yükselen sesini kısmak için bağımsız (!?) yargı harekete geçirildi. Selahattin Demirtaş gibi kitleleri ikna edecek sesler birer birer kısıldı. Ses kısmanın en etkili yolu mapus damıdır. OHAL koşullarında hapisten “mutlak yalıtılmışlık”a dönüşen mapus damı... 

Siyasal sözcülerin sesi kısılırsa, örgütün gücü kırılırsa, Kürt halkının direnişi bitirilirse dikensiz gül bahçesine, muhalefetsiz siyaset sahnesine giden yol kısalır diye düşündüler. 
 

Yanıldılar. Yanılgılarının ilk meyvelerini 16 Nisan’da devşirecekler.

***

Kürtler tamam” dedikleri için ikinci hedefe yöneldiler: Akademiye... 

Artık “Üniversitelerdeki Cemaat kalıntılarını temizliyoruz” gibi göstermelik bir mazeretin ardına saklanmaya bile gerek duymuyorlar.Ülkenin en köklü üniversitelerinde “Bizden olmayan, ses çıkaran kim varsa; profesöründen araştırma görevlisine kadar hiç ayırmadan temizleyin” buyruğu verildi.

Buyruğu kimse üstüne almıyor. YÖK “Ben yapmadım” diyor; Saray’ın rektörleri ahlaksızca susuyor; iktidar partisi utanmasa “Biz yapmadık muhalefet yaptı” diyecek... 

Kürt siyasal hareketinden sonra saldırının ağırlığının “akademi”ye yönelmesi şaşırtıcı değil. Türkiye’de ve dünyada iktidarların demokrasinin ırzına geçecek ya da halk kitlelerini daha da yoksullaştıracak ya da özgürlükleri boğacak adımlarına karşı ilk ses, ilk itiraz her zaman üniversitelerden yükseldi. 

Diktatörlere, siyasal iktidarı her istediğini yapabilir sanan aymazlara karşı ilk itiraz çığlığı hep öğrencisiyle, öğretmeniyle üniversitelerden yükseldi. 

Şili’de, Arjantin’de, Fransa’da, Almanya’da, Güney Kore’de, Brezilya’da ve... Ve Türkiye’de bu hep böyle oldu.  O yüzden saldırı şimdi üniversitelere yöneldi. Henüz bitmedi de. Boyun eğmeyen, diz çökmeyen, “Buradayız, bir yere gitmiyoruz” diyenler de bu saldırıdan er geç pay alacaklar. 

Peki, sıra kimde ve nerede? 

Bence medyada... Ondan da sonra sıra meslek odalarına, sendikalara gelecek. 

Yav, medya çoktan tamam. Daha ne yapacaklar” demeyin. 

Biliyorum, alışılan yöntem “gazeteci satın almak” gibi uzun ve zahmetliydi. Siyaset bezirgânları daha kestirme bir yol buldular ve gazetecileri değil gazeteleri, televizyonları satın aldılar. Satın almadıklarını sterilize ettiler; artık her gün “penguen belgeseli” seyrediyoruz. 

Ama yine de... 

Yine de susturalamayan birkaç kale var. Basılı medyada işte Cumhuriyet, işte Birgün, işte Evrensel

Üstelik elektronik iletişimde çağ atlanıyor. Haber siteleri içinde teslim olmayan kaleler var. İşte gözağrım T24, işte Diken, işte Duvar. Dahası internet üstünden yayın yapan görsel medya var.

***

Bir korku senaryosu mu yazdım; bir yılgı sergisi mi açtım. 

Yoooo... 

Nasıl Kürt hareketi teslim olmadıysa, nasıl “Akademi” sesini kısmadıysa medyada da boyun eğmeyen, diz çökmeyenler susmayacak. 

Göreceğiz ve göstereceğiz... 

El mi yamanmış, bey mi yamanmış” görecekler...