Sabah yazarı Sevilay Yükselir, A Haber’de Başbakan’a sordu:
“Güneydoğu’da bölge halkının ciddi bir kısmı PKK’ya destek veriyor. Örgütü ayakta tutan bu destek kesilmeden sorun nasıl çözülecek?”
Başbakan, yine medyayı suçladı.
Basının terör örgütünün propagandasına alet olmak yerine hükümetle beraber çalışması gerektiğini söyledi.
Olağanüstü hali kaldırdıklarından, TRT Şeş’i kurduklarından, üniversitelere Kürtçe bölüm açtıklarından söz etti.
Bakanlarının, vekillerinin bölgede çalıştığını anlattı.
“350 bin ton yardım kolisi dağıttık,” dedi.
* * *
Başbakan’ı dinlerken geçenlerde Sırrı Süreyya Önder’in konuya dair anlattığı öyküyü anımsadım:
Adamı karayollarında işe almışlar. Görevi, yola trafik çizgisi çekmekmiş. Başta iyi çalışmış. Herkesten çok çizgi çekiyormuş. Ama performansı günbegün azalmış. Bir gün, sadece bir tek çizgi çizebilmiş. Müdürü çağırıp, “Ne oldu sana?” diye sormuş:
“Ne yapayım, müdürüm,” demiş adam:
“Kova, benden sürekli uzaklaşıyor.”
* * *
Hükümet de çözümden giderek uzaklaşıyor, hep geride kalıyor.
1980’lerde saldırılar başladığında dile getirilen şikâyet, Kürtçe yasağı idi.
Hükümet bu yasağı nice sonra resmen kaldırabildi. O arada gündelik hayatta o hak çoktan kazanılmış, talepler değişmişti.
Kürtçe kurslar açıldığında talep, okulda Kürtçe seçmeli dersti. Devlet yine başta direndi. Ona razı olunduğunda artık ana dilde eğitim isteniyordu.
Ankara, “Belediye seçimlerine katılma şansı versek mi?” diye düşünürken yerel otoritenin güçlendirilmesi talep ediliyordu. Devlet bu noktaya geldiğinde, artık federasyon tartışılıyordu.
Diyarbakır’a yol çizgisi çeken kova, Ankara’dan günbegün uzaklaşıyordu.
* * *
Tablo buyken hâlâ yardım kolisi dağıtmakla, basını Hükümet emrine almakla soruna çözüm bulunacağını sanmak, kovayı elinde taşımak yerine her seferinde ona gidip gelen fırçalı adamın çaresizliğini hatırlatıyor bana...
İki önemli hata yaptı Erdoğan:
Bir: Habur’dan sonra yakınındaki aklıselim sahibi Kürt siyasetçileri tasfiye etti; açılımdan, Oslo sürecinden vazgeçti. “Terörle mücadele, Meclis’te müzakere” derken, iş kızışınca müzakereyi kesti. Böylece ipleri hepten PKK’nın eline verdi. Ankara’nın politikasını âdeta Kandil belirledi.
İki: Dışarıda Batı’ya fazla güvenirken, Esad’ın gücünü küçümsedi; hemen devrilip gideceğini sandı. Rejim muhaliflerine verdiği desteğin Esad’ı kızdıracağını; Şam’ın, kuzeyi Kürtlere bırakıp Türkiye ile arasına bir tampon bölge kuracağını; bunun Ankara için ciddi bir güvenlik sorunu yaratacağını öngöremedi.
Barzani’yi muhatap seçince de PKK, “Muhatabın benim. Masayı kalabalıklaştırma” mesajı vermek için saldırdı.
* * *
Girin 15 Ağustos 1984 sonrası gazetelere bakın:
PKK, 28 yıl önce ilk kez saldırdığında ne istediğini biliyordu.
Ankara ise hâlâ bilmiyor; o ilk günkü şaşkınlığını sürdürüyor.
Yiten canlara yanıyor, ailelerine sabırlar diliyoruz.
Ancak ne yazık ki Suriye sonrası Güneydoğu’da, -hiçbir koli yardımının engelleyemeyeceği-, yeni bir döneme girdiğimizi görüyoruz.
Bir an önce aklın devreye girmesini umuyoruz.