10 yıl önce Türkiye’ye geldi ve bir anda ülkenin gündemine oturdu. Yeteneği ve güzelliğiyle olduğu kadar yaşadıklarıyla da çok konuşuldu. Şimdi o günleri “Türkiye’ye taşındığımda sürekli ‘Düştüysek kalkarız, daha ölmedik ya’ şarkısını dinledim. Düşersin, kalkarsın. Devam...” diye anlatıyor. Dediği gibi de yoluna devam etti. Birbiri ardına başarılı yapımlarda rol aldı, kızı Lara’yla yaşadığı Berlin’de bir kafe açtı, ikinci çocuğunu bekliyor, yeni filmi ‘Kovan’ haftaya vizyona girecek. Meryem Uzerli hep olduğu gibi bütün samimiyetiyle hayatında olup bitenleri Hürriyet’ten Hakan Gence’ye anlattı.

İşte o röportaj:

Hakan Gence: Son görüşmemizden bir hafta sonra Almanya’ya gittiniz ve karantinaya girdik...

Meryem Uzerli: En son seninle konuştuk, sonra bütün dünya yıkıldı sanki...

Hakan Gence. - Karantina süreci nasıl geçti?

Meryem Uzerli. - 24 saat biz bizeydik. Sadece market ve eczane için dışarıya çıkıyorduk. Her şey durdu; biz kendimizi korumaya ve olan biteni anlamaya çalıştık.

- Nelerle yüzleştiniz yaşadığınız bu süreçte?

- Geçen bir-iki yılda işlerim yüzünden çok seyahat etmiştim. Kızım Lara bu nedenle bazı üzüntüler yaşamış. Evde kaldığımız o dönemde bunları konuştuk. Bana korkuları, üzüntülerini ve düşüncelerini net bir şekilde anlattı, hissettirdi. Bu süreçte onun kalbinin içini daha çok anladım.

 - Neymiş onu üzen şeyler?

 - Yaptığım iş... Onun için oyuncu olmak demek çok seyahat etmek demek. Bana “Niye oyuncu oldun” diye soruyor. “Bankada çalışırdın. Akşam 5’ten sonra eve gelirdin. Öğretmen olurdun, aynı yerde olurduk” gibi şeyler söyledi. Ben de ona yaptığım işi, onun benim için önemini ve kendi duygularımı açıkladım. Hiç olmadığımız kadar yakınlaştık. Şimdi o da oyuncu olmak istiyor.

GAYET MUTLU VE HUZURLUYUM

 -  Şimdi hayatınızın nasıl bir dönemindesiniz?

 - Hepimiz çıplak doğduk. Hayatlarımız sonradan kaderle, kısmetle şekillendi. Bir gün geldi doğdum, bir gün gelecek öleceğim. Şimdi o iki noktanın arasında insan olarak dolaşıyorum.

-  O iki nokta arasındaki yolculuktan memnun musunuz?

 - Evet. Bugüne kadar bir sürü şey yaşadım. Duygusal anlamda, iş anlamında... Herkes gibi, her anlamda... Ama şu an olduğum noktadan gayet mutlu ve huzurluyum. Şükürler olsun, iyi bir dönemdeyim, hiçbir şikâyetim yok.

 -  Peki 10 yıl önceki Meryem’i görseniz ona nasıl bir nasihat verirdiniz?

 - 10 yıl önce tam da bu dönemde ‘Muhteşem Yüzyıl’ın seçmelerine katılmıştım ve rolü almıştım. Ekimde dizinin çekimleri başlayacaktı. İstanbul’a yeni taşınmıştım...

 -  Tamam, o halde şimdi o Meryem’e seslenmenin tam zamanı... Ona neler söylemek istersiniz?

 - “O kadar korkma, kendini o kadar da yalnız hissetme. Her şeyi mükemmel yapman gerekmiyor, kendine o kadar baskı yapma. Herkesin senden büyük beklentileri var. O beklentileri biraz hafife al, daha çok keyfini çıkar, biraz daha nefes al” derdim. Herkesi mutlu etmek için elimden geleni yapıyordum ama herkesi mutlu etmek mümkün değil. Etrafımdakilere de “Biliyorum, benim için iyisini istiyorsunuz ama bana baskı yapmak yerine daha çok destek olun” diye rica ederdim.

YALNIZ DEĞİLİM, HAYATIMDA BİRİ VAR

 -  En son konuştuğumuzda yalnızdınız. Peki şimdi kalbinizde, hayatınızda biri var mı?

 - Aslında hiçbir zaman çok yalnız değildim. Şu anda da yalnız değilim. Hayatımda biri var.

 -  Âşık mısınız?

- Aşk senin için ne demek? Mesela kalbin hızla çarpması mı?

HAZIR HİSSEDERSEM EVLENİRİM

-  Öyle diyelim. Kalbiniz bugünlerde hızlı çarpıyor mu?

- Kalbin hızlı çarpması anlık bir şey. 24 saat sürse kalp krizinden ölürüm. Öyle ölmek istemiyorum (gülüyor). O yüzden o kalp çarpıntısı arada gelse yetiyor. Şu anda birine karşı duyduğum bir sevgi var. Bu kadar diyelim!

 -  İstediğiniz gibi bir proje gelse Türkiye’ye döner misiniz?

 - Korona bitip hayatımız normale dönünce İstanbul’a geleceğim. 2021’de gene güzel filmlerde ve dizilerde oynamaya hazırım.

 -  Almanya’daki sevgiliniz araya mesafelerin girmesine ne diyecek?

- Böyle bir şey için kızan biri yanımda olamaz zaten. Bana diş macununu açık bıraktın ya da aramayı unuttun diye kızabilir. Ama benim hayat yolculuğumu kimse engelleyemez. Ben bir sanatçıyım, eğer bir sanatçıya “Sanatçı olma” dersen, o kişi delirir.

-  Sizinle tanıştığında Türkiye’deki şöhretinizi biliyor muydu?

 - Sonradan öğrendi.

 -  Nereli?

 - Amerikalı. Amerika’dan Lara ve benim için Almanya’ya taşındı.

-  Evlenir misiniz?

- Hazır hissedersem evlenirim.

 -  Sizin için Amerika’dan gelmiş ama yazık değil mi?

- (Gülüyor) Korona yılındayız. Öyle 20-30 kişi davet edip maskeyle bir düğün yapmak gibi bir hayalim yok. Sonra bakarız neler olacak.

BAZEN DÜKKÂNDA KAHVE, ÇAY SERVİSİ YAPIYORUM

 -  Berlin’de bir kafe açtınız. İsmi ‘Nosh Nosh’. Ne demek bu?

-  Ufak tefek şeyler atıştırmak...

-  Nereden çıktı kafe fikri?

-  Hep bir hayalim vardı, bir dükkânda müşteri olarak kapalı kalıyorsun, seni orada unutuyorlar. Ve bir gece geçirmen gerekiyor. Dükkândaki her şeyden tadıyorsun. Bu kafeyi de beraber hayal kurabildiğim arkadaşlarımla iki yıl önce konuşmaya başladık. Beş ortak, adım adım hayallerimiz gerçekleşti. Şimdi Berlin’de ikinci şubemizi açtık. Konsepti diğer ülkelere taşıma konusunda neler olacağını zaman gösterecek. Ama yarım, canım, kanım Türk olduğu için yurtdışındaki ilk şube umarım Türkiye’de olur.

 -  Oraya uğrayanlar sizi görebiliyor mu?

 -  Bazen haftada dört-beş gün gidiyorum. Dükkânda gerçek organik malzemelerden yapılan doğal yiyecekler var. Çikolata, zeytinyağı, reçel, kahve, dondurma, makaron, çok çeşitli kuruyemişler ve kuru meyveler... Bazen ben de orada insanlara kahve, çay servisi yaparak çalışıyorum. Çok keyifli bir iş.

ŞÖHRET GERÇEK OLMAYAN BİR ŞEY

 -  Kassel’de doğup büyüdünüz. Sonra Hamburg, Berlin ve İstanbul... Anne-babanız ne iş yapıyordu?

 -  Babam felsefe okudu. Yazılar yazdı. Annem öğretmendi, sonra öğretmenlere eğitim veren bir departmanda ve Avrupa Parlamentosu’nda çalıştı.

 -  Oyunculuk nereden çıktı?

 -  En yakın arkadaşımın babası küçük şehrimizdeki tiyatronun sahibiydi. Çocuk yaşta bazen bir ağacı, bazen oyunlardaki çocuk karakterleri canlandırdım. Tiyatroda büyüdüm. Öğretmenlerime hep “İçimde o kadar çok duygu var ki bunları nasıl yaşayacağım” derdim. 17 yaşımda ailemin yanından ayrılıp bir tiyatro okuluna yazıldım.

-  Hayatınız didik didik incelenmeye başladıktan sonra ünlü olduğunuza pişman oldunuz mu?

-  Şöhret gerçek olmayan bir şey. Medya dünyası bunu kuruyor. Benim yorulmam ancak insani konulardan olursa olur.

ÇOCUK ALLAH’TAN BİR HEDİYE, KİMSE KİMSEYİ YARGILAMASIN

-  Tek başına çocuk büyütmenin zorlukları neler?

-  Herkesin hayatı farklı. Kendi adıma konuşabilirim. Benim içimde hep; ne olursa olsun Allah yanımda ve ben bunu bir şekilde başaracağım hissi vardı. Çocuk Allah’tan bir hediye ve insan olarak başka bir insanı dünyaya getirmek bir mucize. Bu konuda kimsenin kimseyi yargılamaması lazım. Günah olur. Sadece sevgi, güç ve inanç olmalı. Şükretmek beni o kadar güçlendirdi ki başka sesler, başka düşünceler beni aşağıya çekmedi. Sen Allah’tan gelen mucizelere izin verirsen hayat da sana farklı kapılar açıyor.

-  İkinci kez anne olacaksınız, hamilelik nasıl gidiyor?

-  Bu röportajın konusu bu değil. Bir dahaki sefere konuşuruz.

‘KOVAN’ ÇOK DERİN BİR FİLM

 -  ‘Kovan’ bir kadın yönetmenin filmi. İlk kez bir kadın yönetmenin filminde oynuyorsunuz...

 -  Kadın yönetmenler çok güzel hikâyeler yazıp yönetiyor. Eşitlik konusunda onları daha çok desteklememiz lazım. Eylem Kaftan’la çalıştığım için çok mutluyum. Buluştuğumuzda hemen enerji olarak bağlantı kurduk. Bizi enteresan bir yolculuğun beklediğini biliyorduk. Çünkü ‘Kovan’ çok derin bir film. Doğayla ve hayvanlarla ilgili. Doğadan ne kadar uzaklaşırsak kendimizden de o kadar uzaklaştığımızın hikâyesi.

-   Sizi nasıl bir karakterde izleyeceğiz?

 -  Daha önce hiç oynamadığım bir karakter. Melankolik ve sakin biri ‘Ayşe’. Karadeniz’de doğuyor, genç yaşında eğitim için Almanya’ya bir akrabasının yanına gidiyor. Yıllar sonra annesi ölüm döşeğindeyken Karadeniz’e dönüyor. Arıcılık yapan annesi “İşe sen devam et” diyor. Ayşe şehirde yaşamaya alışmış. Arıcılığı öğrenirken “Ben doğadan daha güçlüyüm” diye düşünerek bazen doğayı manipüle etmeye, işlerini kolaylaştırmaya çalışıyor. Ama doğa hep kazanacağını, ona çok ağır şekilde öğretiyor. Aynı zamanda enteresan bir aşk da yaşıyor.

-  Filmi Artvin’de çektiniz. Karadeniz’i nasıl buldunuz? Orada başka neler yaptınız?

-  Karadeniz inanılmaz güzel. Bir taş evde yaşadık. Elektrik yokken mum yaktık. Ekip olarak aynı çamaşır makinesini kullandık. Doğayla iç içeydik.

-  İlk kez bağımsız bir filmdesiniz. İlgi görmez ya da az izlenir gibi korkularınız var mı?

 -  Hayır. Ben hep çok gişe ya da reyting yapan işlerde çalışmadım ki! Mesela ‘Muhteşem Yüzyıl’ büyük reytingler aldı. Başka bir dizim almadı. Bir filmimin gişesi iyiydi, birinin kötüydü.

-   Bunlar sizi etkiliyor mu?

-  Hiç ilgilenmiyorum. Sanatçı olarak cesur olmak lazım. O tip şeylere takılırsan yeni şeyler öğrenemezsin, kreatif olamazsın. Sürekli sağlam işlere girmek, seni sağlam bir yerde tutar ama hep aynı ve sıkıcı olur. Bunu yaşamak için sanatçı olmadım.

EVLERDE DE MEDYADA DA KADIN VE ÇOCUKLAR DAHA ÇOK ŞİDDET GÖRÜYOR

 -  ‘Kovan’ filmi bir kadın hikâyesi anlatıyor. Cinsiyet ayrımcılığıyla ilgili ne söylemek istersiniz?

-  Ben herkese insan olarak bakıyorum, hepimiz öyle bakmalıyız. Hepimiz insanız ve haklarımız da aynı. Pandemi yılı hepimiz için hem zor bir dönemdi hem de bir şanstı.

-   Nasıl bir şans?

-  Zorluklar bizi öldürebilir ama sonra yeniden doğabiliriz. Evlerimize kapanmaya mecbur kaldığımızda şimdiye kadar halının altına süpürdüğümüz neler var bakmak mecburiyetinde kaldık. Doğayla ilgili konularda da kadın-erkek konusunda da... Nerede dengesizlik varsa herkes artık konsantre olup oraya bakmaya mecbur.

ANCAK AÇIK AÇIK KONUŞARAK İYİLEŞME MÜMKÜN OLABİLİR

 -  Öpüşme, sevişme sahnelerinin haberlerinde hep kadınların adı kullanılıyor. Dizilerinizdeki dekolteniz, bir galada elbisenizin yırtmacı konuşuluyor... Bunlar ne hissettiriyor?

-  Neredeyse hâlâ bütün dünyada bu böyle. Evlerde de medyada da kadın ve çocuklar daha çok şiddet görüyor. Buna çok alıştık maalesef. Artık çoğu insan bunu sorgulamıyor bile. İnsanların alıştığı kötü şeyleri de tekrar iyiye dönüştürebiliriz. Konuları ancak açık açık konuşursak iyileşme mümkün olabilir.

 -  Hakkınızda çıkan haberler... “Estetik mi yaptırdı? Kilo mu aldı” gibi yorumlar canınızı yakıyor mu?

-  Hayır. Benim canımı sadece bana yakın olan insanların söylediği şeyler yakar. Mesela annem, babam, kardeşlerim, en yakın arkadaşlarım sert bir şey söylerse etkilenirim, düşünürüm. Beni tanımayan insanlar beni yargılarsa nasıl üzülebilirim, beni tanımıyorlar ki. Bunu ciddiye alamam.

BU SEYAHAT NE ZAMAN BİTECEK BİR TEK ALLAH BİLİYOR

-  Hakkınızda bilinen en büyük yanlış ne?

 -  Hakkımda ne biliniyor çok araştırmadım. Belki de böylesi daha iyi. Beni tanıyan insanların söyledikleriyle ilgileniyorum. Beni tanımayan ve üstelik yargılayan insanların söyledikleriyle ilgilenmiyorum.

-   Hep çok dobra olup içinizden geçenleri söylediniz. Şimdi bakınca daha politik olsaydım diyor musunuz?

-  Hayır. Dışarıdan başkaları “Bu senin kariyerin için iyi oldu-olmadı” demiş olabilir. Ama ben kariyerim için kendimi hiç değiştirmedim. Ölüm döşeğine yattığımda kariyer bana bir şey vermeyecek; yaşadığım, hissettiğim, gerçek olduğum anlar aklımda kalacak. O sebeple bir dakika bile kendimden uzaklaşıp bir şeyler için numara yapmak bana doğru gelmiyor. Zamanımız o kadar değerli ki... Bu seyahat ne zaman bitecek, bir tek Allah biliyor.

‘MERYEM HAYATTASIN, DAHA ÖLMEDİN Kİ’ HİSSİ BENİ AYAKTA TUTTU

-  Almanya’dan Türkiye’ye geldiniz. Zirvedeyken geri döndünüz. Çocuk sahibi oldunuz. Tek başınıza çocuk büyütüyorsunuz. Bu kararlarınızdan dolayı sizi cesur bulanlar var. Bu cesaret size mi ait, yoksa hayat mı sizi buna yönlendirdi?

-  Bize gelen işaretleri ve yaşadığımız şeyleri birleştirip yolumuzu buluyoruz. Hem hayat o işaretlerle bizi cesur yapar hem de biz şu anda karar verip harekete geçebiliriz. Benim inancım çok yüksek ve hayatın çok büyük bir hediye olduğuna inanıyorum.

-   Hayata hep bu kadar pozitif mi bakıyorsunuz?

 -  Her varlık gibi ben de karanlık anlar yaşadım tabii. Ama inanç beni hep yukarıya çekti. ‘Meryem sen hayattasın, daha ölmedin ki’ hissi beni ayakta tuttu. 2010’da Türkiye’ye taşındığımda radyoda sürekli “Düştüysek kalkarız, daha ölmedik ya” (Yonca Lodi) dinledim. Düşersin, kalkarsın. Devam...

-  Hayatınızda bu zamana kadar aldığınız en cesur karar neydi?

-  Bir insanı doğurmak. Hamilelik başka bir boyut.