O artık uluslararası müzik festivallerinin kraliçesi... Selda Bağcan da farkında yine yeni yeniden popülerleştiğinden.

Uluslararası fanlarının sayısı hiç de az değil. Onun dünyaya başkaldıran şarkılarına eşlik ederken yerlerinde duramıyorlar! Bağcan, şimdi de Türkiye’de üç büyük konser verecek. Konser öncesi pek çok gazeteci, Bağcan’la Sakıp Sabancı Müzesi’nde buluşuyoruz. Söyleşi sırasında sondayım. Randevularına geç kalmasıyla da meşhur olan Bağcan’ı uzun bir süre beklerken güzel manzaranın tadını çıkarıyorum.

Bir yandan da müze bahçesinde televizyon kanallarıyla söyleşi yapan Bağcan’ı izliyorum. Gördüğüm ve hissettiğim şu: Selda Bağcan çok gururlu ve mutlu... Bağcan’ın parçaları dertli, kendisi ise son derece espirili, kıpır kıpır... Etrafa yaydığı bu neşe ve enerjiye şaşırmamak elde değil. Bağcan’ın saçı pembemsi, ceketinde de pembeler var... Meğer pembe renge saplantısı varmış. Neden mi? Buyrun ‘renkli’ sohbetimize....

-Aslında son üç yıldır uluslararası festivallerin yıldızıydınız ama son dönemde kraliçesi oldunuz. Selda Bağcan ne yakaladı da kraliçe oldu?

Bu sosyal medyayla yakalandı. Ben daha önceki yıllarda da uluslararası festivallerde yer alıyordum ancak o zamanlar sosyal medya olmadığı için bu kadar bilinmiyordum. Gazetede yazılıyordu ama ertesi gün unutuluyordu. Şimdi sosyal medyada dolaşıyor, yorumlar yapılıyor. Yıllardır yapıyorum ben bu işi. Allah’ın cezası internet o zaman olsaydı o günlerden bugüne daha rahat gelinirdi.

-Sosyal medyaya borçlusunuz o zaman?

Biraz ona, biraz da şarkıların hit olmasına.

-Peki niye hit oluyor?

Sesten ve sahicilikten.

-Sizin sesinizde estetik bir çığırma var.

Doğru. Kimi şuursuz bir şekilde çığırır. Benim daha dramatik tiz bir sesim var. Dram yüklü bir sesleniş. Onun için de çok bağırmama rağmen insanlara batmıyor.

 

-Uluslararası fanlarınız var ve onlar “Yuh Yuh”ta inanılmaz bir coşku gösteriyor. Neden sizce?

Çünkü hareketli. Bir de “yuh!” diyorsun. Yabancılar “yuh”u bilmez ama Almanlar “buh” diyorlar. Bir de müthiş bir melodi var, bir ajitasyon yapıyorum sanki seçim varmış gibi.

-İnsanlar yuhlamak istiyorlar belki de...

Bir tepki olduğunu anlıyorlar. “Bir şey var bu şarkıda ama ne?” diyorlar.

-Şarkılarınızın sözleri dünyanın adaletsizliğine karşı... İktidara, düzene tepkiler veren şarkılarınız özellikle yurdışındaki diskolarda çalınıyor ve o şarkılarla dans ediliyor. Bu çelişkili bir durum mu? Size ne hissettiriyor?

Çok hoşuma gidiyor. Oynatmak istiyorum, oynasınlar, bol bol. Oynamaya ihtiyacımız var; ne darbesi bitiyor, ne Balyoz’u, ne Ergenekon’u, ne FETÖ’sü bitiyor... Yeter abi ya! Ülke altüst oldu yahu! Yapacak bir şey yok, yıllardır bu böyle. Mesela biz “Kızıldere”yi söylerdik halkımız göbek atardı, çünkü ritmi öyleydi. “Vurulduk ey halkım!” diyorum onda da oynuyorlar ne yapabilirim! (gülüyor) “Faşist namluların her kurşununda” dediğim zaman “faşist” lafıyla “doingg(!!)” oluyorlar. Bir duruyorlar. “Bak Şu Bebelerin Güzelliğine” parçasını mesela Babylon’da halkla birlikte söyledik. Yabancılar özellikle bozlak tarzına alışık olmadıkları için çok şaşırıyorlar. Söyleyeyim; “Gömdüm oğul seni toprağa gömdüm...” (Türküyü mırıldanıyor)

‘Yenikapı ruhunun sürmeyeceğini biliyordum’

-Söyleşi yaptığımız şu saatlerde OHAL kararı uzatıldı...

O kararı mecburen aldılar fakat çok haksızlık yapılıyor. Bir tarafı toplarken bir tarafı dağıtıyorlar. Her dönem birileri mağdur oluyor.

 -Türkiye bir çıkmazın içinde mi?

Büyük bir çıkmazın içinde. Bu insanlar ordunun içinde nasıl böyle palazlandılar? Korkunç bir rüya gibi. Böyle bir körlüğü aklım almıyor. Ben şoktayım şahsen. Ordu ilk defa halkın üstüne ateş açtı. İnanamıyorum olanlara, nasıl bir gözü dönmüşlük. Şu anda bir korku tünelinden geçiyor gibiyiz.

-Başbakan Binali Yıldırım yeğeninin düğününe gidiyor ve yeğenine “Evliliğin sırrı nedir biliyor musun? İtaat et rahat et” diyor. Mutluluğun formülü çok mu açık!

Niye itaat edeyim yahu!.. Benim aklım yok mu? Mantıkları bu. Yapacak bir şey yok. Erkek egemen toplum. Bu zihniyet çok kötü ve korkunç! Kadının hiçbir hakkı yok. İnanılmaz bir şey.

-En son şort giyen kadın tekmelendi. Başbakan da bu konuda “mırıldansaydı” dedi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Şimdilik tekme attı daha sonra ne olacak kim bilir? Korkunç bir şey! Ne demek mırıldanmak ya, yani bir şekilde protesto et diyor. İlla ki kendi kitlesine bir mesaj gönderecek. İlla bir şekilde protesto et, tepki göster diyor. Kendi tabanına bir mesaj veriyor. Zaten adamın serbest bırakılması milleti şoke etti, sosyal medyadaki itirazlarla akılları başlarına geldi. Yenikapı ruhu akıllarına geldi.

-Yenikapı ruhunu nasıl tanımlıyorsunuz?

Sürdürselerdi iyi bir şeydi. Gerçi ben katılmadım Bodrum’daydım.

- Peki, katılır mıydınız?

Kalabalıklara katılmaya sağlığım müsaade etmiyor. Şeker hastasıyım.

-Sadece sağlıktan mı? İçinize sinmeyen bir şeyler mi var, bir duruş olarak katılır mıydınız?

Yenikapı ruhunun sürmeyeceğini, devam etmeyeceğini biliyordum. Yine bildiklerini okuyorlar.

-Yozgat’ta da tüm içkili mekânlar OHAL kapsamında kapatıldı. Alkol bu kadar tehlikeli mi?

Yaşama müdahale. İçkili mekânlarda çalışan kadınların dramına kimse el atmıyor. Asıl mesele bu. Yahu adam içmeden şortlu kadına tekme attı.

‘Atatürk neredeyse kutsalımdır’

-2014’te Zaman gazetesinde yayımlanan bir röportajınızda “Erdoğan yanlış yapıyor, Gülen’in istenmesi çok ayıp” diyerek “paralel devlet” tanımına da tepki gösteriyorsunuz. Bugün bakınca ne görüyorsunuz?

Bunlar paralel devletin çok ötesindeymiş. Herkes gibi bir cemaat zannediyordum. Ama artık halkın üstüne ateş açınca, insaf yani... Paralel devleti aşmış onlar, devleti ele geçirmişler zaten. Meğer bizim akıllılar paralel kalmış. İnanılmaz şeyler... O zaman tabii ne olduklarını bilmiyordum. Erdoğan adama sürekli yükleniyor ben de hani yaşlı başlı adama çok yükleniyorlar diye acıyordum. (gülüyor) Brüksel’de konserim vardı. Zaman gazetesi oraya geldi, “İlle röportaj yapmak istiyoruz” diye. Onu soruyor, bunu soruyor; “Ay yaşlı başlı adama çok yükleniyorlar” dedim. Ne bileyim! (gülüyor) Aslında o söyleşide siyasilerin üsluplarını beğenmediğimi söyledim. En sonda da dedim ki “Çocuklar bakın doğruyu yazın, söz verin. Ben her iki gruba da çok uzağım” dedim, Allah’tan sonunda o cümleyi yazmışlar. Yine söylüyorum. O iki gruba da çok uzağım. Bir tek Atatürk’ü eleştirmem, benim için dokunulmazlığı vardır. Neredeyse kutsalımdır.

Bağcan'dan yeni tanım: ‘Protest popçuyum’

-Eski söyleşilerinizde hep popçuların haberlerinin yapıldığını, politik olduğunuz için size yer verilmediğini söylüyorsunuz.. Politikasız popülerleşmeye de kızıyorsunuz. Ama şimdi yeniden popüler oldunuz.

Popülerliğe kızmıyordum. “Biz protest şarkıcılar olarak neden popüler değiliz” diyordum. 20 yaşında popüler oldum, daha öncelerde de dediğim gibi müzik dünyasına paraşütle indim. Ama o yaşımdayken bile etkilenmedim. Önce insanım... Popülerliği tatmış biriyim.

- Bu bir ikinci bahar mı? Sosyal medyayla gelen dijital bir bahar mı?

Evet, yeniden popüler olmak gibi... Ben yıllardır dünyaca ünlüydüm zaten ama Türkiye bunun farkında değildi. Şimdi sosyal medyayla fark ettiler.

-90’ların popçuları cüretkârdı... Onların çektiği seksi klipleri bugünküler çekemiyor. Giydikleri kıyafetleri ise hiç giyemiyorlar. O yüzden 90’ların popçularına kızılır mı hiç?

Hayır, kızmıyorum. Aynı şeyleri şimdi de giyiyorlar.

-Sizce bugün ‘pop’laştınız mı?

Ben de popçuyum neticede. ‘Protest Popçu’. Pop şarkılar söylüyorum ama daha protest. Bunları olduğu gibi yazabilirsin, hoş bir söyleşi oluyor çünkü.

-Belli ki kendinizi çok seviyorsunuz...

Valla kendimi çok seviyorum. Sevmediğim yönüm hiç yok. Banyoya girdim mi iki saatte çıkmam. En sevdiğim yönüm bu. Ama arkadaşlarım arasında alay konusudur. Hem çok titizim hem de çok dağınık. Bu nasıl bir arada olabiliyor? Çok enteresan!.. Meraklıyımdır. Bir işletme sahibiyim, bir müzik yapım şirketim var. 25 yıldır kendi albümlerimi yayımlıyorum. Bu çok önemli bir şey. Hele ki Unkapanı’nda bir kadın olarak yapımcı olmak! Oo çok zor. Bunu başardım, düşünebiliyor musun? Hani sanatçısın diye patron asılır ya, Yeşilçam filmlerinde olur. Hiç öyle şeyler olmadı.

-Kendinizi güçlü bir kadın olarak hissediyor musunuz?

Evet, çok güçlü hissediyorum. İlk zamanlar bu kadar güçlü değildim. Bu sektöre 20 yaşında girdim ve neler yaşadım bir bilsen... Bir defa her yapımcı hakkınızı çalıyor. Mesela ilk iki plağımı yaptım 15 Temmuz 1971’de çıktı. Satışlar 1 milyonu aştı. Ben 7 bin onlar 2 trilyon kazandı. Ödül olarak üçüncü plağımı korsan bastılar... O zamanlar çok naiftim tabii. Ama şu an!.. (gülüyor)

‘Herkes bana tutkulu, ben ise kimseye tutkulu değilim'

-Selda Bağcan nasıl bir kadın? Çok az biliyoruz. Neye güler, neye ağlar?

Çok haklısın, pek anlatmam. Selda Bağcan çok iyi bir kadındır. (gülüyor) Çok güzel yemek yapar. Küçükken bamya sevmezdim, şimdi onu bile seviyorum. Bir de kedilere çok düşkünüm.

-Duygusal mısınız?

Ağlarım, çok ağlarım. Yağmurda, kaldırımda annesiz yavru bir kedi görünce çok ağlarım. Kediler en büyük aşkımdır...

-Tek aşkınız kedi olamaz...

İnsan olanları geride bıraktım.

- Neden?

Çok çektim. (gülüyor)

-Bir türkücüye âşık olduktan sonra türkü söylemeye başlamışsınız. Kim o türkücü?

Asla öğrenemeyeceksin. Asla asla... (gülüyor) Sen ne kadar çok kurcalamışsın eskileri ya. Aaa! Bütün foyalar çıktı ortaya. (gülüyor)

- Yaşıyor mu?

Öldü.

-Niye insana olan aşkı geride bıraktınız, hayal kırıklığına mı uğradınız?

Unumu eledim, eleğimi astım’. Aynen o durum. Artık kimseyi istemiyorum hayatımda.

-Tutku ne olacak peki?

Herkes bana tutkulu ben ise kimseye tutkulu değilim artık. Geçti, hafifledi duygular. Biraz menopozla alakalı. Menopozdan önce çok tutkulu oluyorsun. Menopozdan sonra şöyle diyorsun “Amaan yorgan gitti kavga bitti”. (gülüyor)

-Çok fırtınalı aşklarınız oldu mu?

Oldu. Bu duygular sanatçılarda biraz daha yoğun yaşanır. Ama artık yorgan gitti kavga bitti. (gülüyor)

-Genelde tişört ve gömlek giyiyorsunuz, bugünkü ceketiniz çok şık ama...

Gömlek giymemin bir manası var. 2000 yılında bir kaza geçirdim ve boynum kırıldı. Boynum açıkta kalırsa ağrı başlıyor. Dolayısıyla böyle bir konsept oluştu. Herkes diyor ki “bir tarzın var” yahu ne tarzı hastayım ben! Tarz falan yok, mecburiyetten. Mesela siyah rengini hiç sevmem. Kahverengi, lacivert, gri, vişne çürüğü giymem, koyu renk sevmem. Pembe saplantım vardır. Pink! Küçük çocuklar hani pembe sever ya ben de öyle seviyorum. Hapishaneye girdiğimde her yer griydi... Belki de ondan. Topu topu dört buçuk ay hapishanede kaldım ama o grilik bana sanki yıllardır hapishanede yatıyormuşum hissi uyandırdı. O yüzden pembe, açık yeşil ve açık mavi benim rengimdir. Tabii ki bir de kırmızı.(Ceren Çıplak/ Cumhuriyet)