Bunker Almanca sığınak anlamına gelir. İşte bu bina ikinci dünya savaşı yıllarında(1942-43), Nazi toplama kamplarında kalan tutuklular, savaş esirleri ve köle işçilerin emeği ile inşa edilmiş, 28 Ekim 1944'te Mülheim bombalandığında ise Almanlar'ın odalarına sığınarak hayatta kalmasına hizmet etmiştir.

Bu sığınağın Köln Belediyesi'nin de müsadesiyle 1991 yılından beri kültürel etkinliklere ev sahipliği yapması yakın tarihte açıkta kalan yaraların sarılması gibi bir şey. Ancak dün akşam Kulturbunker'da gerçekleşen konsere gittiğimde daha farklı -garip- bir hisse ve fikre kapıldım.

Salon Konseri (Wohnzimmer Konzert)

Konser Köln'deki Türkiyeli sol çevre tarafından tanınan İpek Rençber ve Mehmet Akbaş'ın Anadolu ezgilerini-türkülerini seslendirdikleri bir konserdi. Kulturbunker e.V.'nın yöneticilerinden Sevgi Demirkaya'nın kordinasyonuyla gerçekleşen etkinlikte başta Porz Alevi Kültür Merkezi olmak üzere, tanıdık yüzler aktif bir şekilde görevlendilirmişti. Salon konseri (Wohnzimmer Konzert) olarak Türkçe'ye çevirmek istediğim etkinlik gerçekten sıcak bir ev atmosferde geçti diyebilirim. Biz bizeydik... Hatta her iki sanatçı da sahneden hem izleyiciler hem de birbirleriyle şakalaşırken, izleyiciler de -çayın, şarabın ve Porz Alevi Kültür Merkezi´nin ikram ettiği elmaların etkisiyle olsa gerek- içtenlikle türkülere eşlik ettiler. Zazaki, Kurmanci ve Türkçe dillerinde seslendirilen türkülerin çoğu tabi her zamanki gibi; derin, hüzünlü ve etkileyiciydi.

İpek Rençber ve Mehmet Aktaş'ın yanısıra sahneye misafir sanatçı olarak davet edilen Necla Saygılı da otantik yorumuyla etkinliğin niteliğini arttırdı. Genç sanatçı multi-enstürmentalist Ceren Bozkurt izleyicilerin yoğun beğenisini kazandı. Perküsyonda ve davulda Fethi Ak başarılı bir performans sergiledi. Yine Cihan Öz de klavyede sanatçıları yalnız bırakmadı.

İzleyiciler

Müzisyenlerin başarılı sahne hakimiyetinin yanında, izleyicilerin de salonda yarattığı atmosfer konsere başka bir hava kattı. Öyle ki ara verildiğinde ve konser sonrası dışarıya çıkıldığında birbirleriyle selamlaşan, dakikalarca sohbet eden, yeni tanıştıkları halde ortak tanıdıkları olduğunu fark edip telefon alıp veren, Malatyalı, Sivaslı, Dersimli, Ankaralı, Çorumlu, Antakyalı, Adıyamanlı, İzmirli, … vs. insanları gözledim. Konuşmalar Türkiye'den Almanya'ya nasıl ne zaman gelindiği, Türkiye'de ve Almanya´da yaşayan hısım-akraba, Türkiye ve Almanya'da yapılan işler, kimin hangi etnik kökene mensup olduğu, ailesinin kökünün nereye kadar uzandığı ya da nerede kesildiği yönündeydi.

Bir ara Mehmet Akbaş'ı gitmeye hazırlanırken görünce sahnede söylediklerinden dolayı aklıma takılan soruyu yöneltmek için ona yaklaştım;

"Neden,„ dedim „bazı türküleri anons ederken o türkünün ilk olarak hangi dilde söylendigini belirtme gereği duydunuz? Sonuçta hepimiz bizdeki etnik grupların hepsinin birbirinden etkilenip-öğrendiğini biliyoruz.“

Mehmet Akbaş'ın cevabı elbette bildiğim, tanıdığım bir cevaptı:

"Evet ama, diller, kültürler bu kadar çok talan edilip yasaklanınca insan ister istemez hangi türkünün, nereye ait olduğunu bilmek ve söylemek istiyor.“ dedi.

Birden Türkiye'de yetişen son üç kuşağın aslında ait olduğu kendi etnik grubu, kültürü, dili ve hatta ailesinin kökeni hakkında çok fazla bir şey bilmediğini hatırladım. Hepimizde geride kalan eksik-yarım bilgilere bir tutunuş, bunu türküler yoluyla da olsa devam ettirebilmek için bir çaba vardı.

İşte bombardımana karşı Almanlar'ın hayatta kalabilmesi için, Nazi kamplarındaki tutuklular, köle işçiler ve savaş esirleri tarafından inşa edilen bu sığınak, bugün bizim kendi coğrafyamızda yaşayamadığımız kültürümüzü yeniden yaşayabilmek için sığındığımız bir binaydı.

Sadece Türkiyeli değil, Köln'e yolu düşen daha başka kültürlere de ev sahipliği yapan Kulturbunker bu bağlamda aslında sığınak olma işlevine devam ediyordu.

Konsere emeği geçen herkese, ama en çok da bu binayı inşa etmek zorunda kalan savaş kurbanlarına (!?) teşekkürler.

Haber: Soné Gülyan

Foto: Klaus Müller