Ganime GÜLMEZ

“Sevgiydi

Duyduğumuz ilk sözcük

Adımızı bilmeden önce...

Binlerce yıla\ Binlerce mevsime yayılmışsa acımız...\ Ve hâlâ\ Ecelsiz ölüyorsa\ mazlum canlarımız...\ Ve hâlâ\ Mezarlarından çıkarılıp\ Yakılıyorsa ölülerimizin kemikleri...\ Ve parçalanıyorsa mezar taşlarımız...\ Ve hâlâ kanatılıyorsa\ Kabuk bağlamamış yaralarımız...\ Hiçkimse beklemesin bizden susmamızı\ Ve yapılan zulmü unutmamızı...”

~~~~

Garip Şahin ve Emekçi türküleri; benim tanık olabildiğim kadarıyla, 80’lerin ortalarından 90’ların başlarına dek, on binlerce kulağa-hafızaya ve yüreğe yeretmiş türkülerdi. Bu türküler, rahatlıkla milyonlara ulaşabileceği için hep yasaklıydı ve hep ‘yasaklı-korsan kaset’ olarak damgalanırdı. Sonrasında Rençber de, kısa bir solukla bu koroya katılandı.

O tarihsel sürecin toplumsal devinimleri; onların bu süreç içerisinde birer özne olarak yaşadıklarıyla birlikte halk müziğiyle kaynaştırılmış, ancak bambaşkalaştırılmıştı. Ve böylelikledir ki; yüreğe, bilince bu denli hitabedebilen bir müzik üretimi yapabilmiş olmaları gerçektende, tarihe silinemez bir şekilde nakşedilmiş olarak kaldı.

“Haykırdık inançlarımızı\ Haykırdık sevdamızın\En güzel dizelerini\ Paramparça ettik\ Gecelerin karanlığını\ Güneşten önce açtık sabahın kapılarını...”

Okul çağlarındakiler, sır gibi paylaşırlardı bu ozanların yasaklı kasetlerini.

Ağırlıklı olarak Dersim, Erzincan, Maraş ve Malatya’dan büyük şehirlere göç etmiş ailelerin evlerinde; ev hanımları bu kasetleri çocuklarına dahi gizli gizli dinletenlerdi. Camekânlı büfelerin alt tarafındaki kapaklı dolaplar açıldığında, bu kasetlerin yanısıra bir de özenle istiflenmiş Oruçoğlu ‘Tohum’u görünürdü mutlaka. Aramızda köy görgüsü olmayanlar; bu ev hanımlarının akıllarında kalan, yeri gelince ağlayıp, yeri gelince de ‘müstehcen’ bölümleri aktarıp kahkahalarla gülüşlerine şaşar kalırdı. Okuduğumuz onca kitaba rağmen bu insanlar, yani bizim büyük ailemiz içerisinde cehaletimizi sınamaktan tarifsiz bir mutluluk duyardık.

Bu türküler sürekli, gidenlerimizle aramızda hafızamıza kazınan en değerli anlarımızın birer parçası oldu.

Ve her daim mahpuslarımızın kuşaktan kuşağa aktardıkları, özel günlerimizde zindan duvarlarını inleten türküler olarak yaşamaya devam etti...

Dağ Dumandır öldürülemedi. Yılmaz Güney’in ‘Duvar’ındaki Haydere öldürülemedi. Ser Veririm Sır Vermem Ben öldürülemedi. Tıpkı Yıkılası İstanbul gibi... tıpkı Maden Ocağı gibi...

~~~~

Ve ölüm nedir ki!!!

Bahsettiğim dönem; bu koca ailemizin, bu büyük hayallere sıkı sıkıya tutunup, umutsuzluğa prim vermediği bir dönemdi. İyi ki! ‘Hayal ve umut’, henüz masa başlarında metalaşma lüksüne sahip değildi.

İşte bu tarihlerin en mütevazi yapıcılarından biri olan Garip Şahin; kanser hastalığının acılarıyla mücadele ederken, acı ve aceleyle bir Destan kaleme alır.

‘KOMÜNAR HOMEROSUM’ olarak betimlediği Muzaffer Oruçoğlu’ndan; yazınını değerlendirmesini ister. Oruçoğlu’nun önerileriyle birlikte, bu Destanı, enerjisi yettiği oranda ve defalarca şekillendirmekten usanmadan nihayetlendirir.

Muzaffer Oruçoğlu: “Ben bu Destanı, kırıma uğramış ve henüz hesabı sorulmamış mazlum bir halkın sazının, tüm insanlığı kucaklayan dili olarak algılıyorum. Hıncını, öfkesini, ahını, kekemeliğini anlamaya çalışıyorum. Amaçladığı özgür, açık ve komünal dünya karşısında da şapkamı çıkarıyorum.”

Garip Şahin: “Biraz aceleci davrandığımı düşünmekte haklısın. Ancak benim hastalığım çok ciddi ve biraz endişeliyim. Bundan dolayı mazlum insanlara, dostlarıma ve yoldaşlarıma son sözlerim olsun istiyorum. Eğer bu konuda bana onay verir ve o ‘kanatlı sözlerinle’ birkaç cümle yazma inceliğinde bulunursan tahmin edemeyeceğin kadar mutlu olurum.”

~~~

Bu Destan’da önce, ‘İnsan’ denen kitabın tertemiz ilk sayfaları dökülür önümüze. Ülkesiz, devletsiz, milletsiz, dinsiz, peygambersiz bir yeryüzünde; henüz sadece merak peşinde koşan bir insan vardır.

“Lâkin\ Hep böyle gitmedi\ Yürüdü zaman\ Değişti devran\ Demirle buluştu\ Kudurdu insan\ İşte\ O günden sonra\ Yitirdi ışığını\ İnsan denen o kitap\ Karanlığın zifiriyle yazdı kalemler\ Mil oldu kelimeler\ oydu gözleri\ Kan damladı\ Hançer olmuş harflerden\ Sıktı kafaları\ Cellat yürekli cümleler...

~~~

Sonra Ana Can ve Baba Can’la; ‘insan’ denen kitabın ilerleyen sayfalarını açtırır Garip Şahin bize:

“O kitap ki\ Gülümseyen bebeklerin\ Gamzelerinden derlendi\ ilk harfleri\ Sevginin fırınında pişirildi\ Bahar kokulu kelimeleri\ Ve kadınların\ Hünerli elleriyle dizildi\ Gökkuşağının yedi rengiyle\ Nakış nakış işlenmiş\ Şen şarkılar söylenmiş cümleleri...\ Kaygısız kahkahaların\ Çıkarsız kucaklaşmaların\ Korkmadan,utanmadan,gizlenmeden\ aleni öpüşmelerin\ Ve çılgınca sevişmelerin\ Coşkun yüreklerinden düştü\ Bu kitabın ilk sayfalarına\ Güzel insanlığın\ unutulmaz paragrafları...”

~~~

Ve gezilir dünyanın dört bir yanında, bu ‘İnsan’ denen kitapta. Marxlar, Engelsler, Rosalar, Cheler... taaa Dersim’e ulaşılır işte böylece...

“Kırmanciya beleqehardê dewresujar-u diyaruwelatı mau şirin Dersimo

Bizi anlamak isteyenlere\ Ve dostlara bir hatırlatmadır\ bu söyleyeceklerimiz: Dersim\ Bir halklar bahçesidir\ Bundan dolayı atalarımız\ İnsan-ı kâmil\ bilge canlarımız\ QIRMANCİYA BELEQI demişler\ Bu şirin yurdumuzun adına\ İnançları, töreleri ve duruşuyla\ Hiçbir yere benzemez\ O kendi gibidir\ Ve kendi gibi kalmak ister\ DERSİM bir vatandır\ Ve bu vatanda yaşayanlara\ DERSİMLİ denir...

Gâh sevindik güldük\ coştuk türkülerle\ Gâh üzüldük, acı çektik\ ağladık ağıtlarla\ Cenneti de\ Cehennemi de yaşadık\ bu topraklarda...\ Heybesinin bir gözünde\ acılar\ Diğerinde sevinçler\ Aşkın\ Uzun ve çetin yollarında\ Sabırla yürüyen\ İnatçı bir derviştir\ DERSİM”

~~~

Aklın ve bilimin; devlet akıllarının hüküm sürdüğü bu asırda artık, ‘insan’ kaç haliyle tanımlanandır! Ve başkaları tarafından tanımlanmaktan, kendini tanımlamaya dahi mecali kalmamış olandır!

“Çok halli söylenir\ Çok halli görünür\ Çok halli bilinir ama\ Çok halli değildir insan\ İki halli oluşudur gerçek olan\ Zalimdir-mazlumdur\ Sömürendir-sömürülendir\ Ezendir-ezilendir\ Efendidir-köledir...\ Yani mülk sahipleri\ Ve mülksüzlerdir\ Mülkün iktidarı ve zulmüdür\ İnsanı halden hale koyan\ Budur meselenin aslı\ Gerisi post-modern\ koca bir yalan...”

~~~

Ve bu ‘insan’ kitabını canıyla, kanıyla yazanları çok çeşitli biçimlerde eleştirenlere de, Garip Şahin’in bir çift sözü vardır!

Hüseyin Cevahir'i anlatan belgesel: Aşkla Sana Hüseyin Cevahir'i anlatan belgesel: Aşkla Sana

“AŞK\ ZAMANI TUTSAK ETMEKTİR\ ÖZGÜR DÜŞLER KURMAKTIR\ YAŞAYAMAZLAR BU AŞKI\ ZAMANA TUTSAK OLANLAR\ VE ÖZGÜR DÜŞLER KURAMAYANLAR\ VE SAKIN\ AŞK’TAN SÖZ ETMESİNLER\ GÜNÜ GELDİĞİNDE\ AŞK İÇİN ÖLMEYİ\ GÖZE ALAMAYANLAR...”

~~~

Sazıyla, sözüyle, gidenlerimizle örülü anılarımızın önemli bir parçası olan Garip Şahin’in; sadece sazının-sesinin hafızamızda kalan gölgesiyle değil, yazınıyla da bir iz bırakma coşkusunu-samimiyetini sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Acı ve aceleyle sayfaları açılan bu sızılı ‘İnsan’ kitabında; “Aynı daldaydık, aynı daldan düştük ayrıldık” tarihlerinin yaşandığı bir gerçeklikte; kitapta belirtilememiş olan isimlerin varlığına da sitem edemiyorum....

Sazının ve sözünün değdiği kulakların; gözlerini de bu Destan’a değdirebilmeleri umuduyla...

“Unutmak gaflettir\ Ve gaflet\ Yeni katliamlara\ Ve soykırımlara davettir...\ Unutmayın\ Unutmayın canlarım...

HİRİSUHEŞT ZERIMADI KERGANAROZE YENA NA KERGANI BERBENA...”

Kitabın Künyesi: Dersim (Bir Dünya Vatan)\ Ozan Garip Şahin; Sancı Yayınları, 2021