Alman tarihçi Franz Babinger'in "Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedettin" isimli yapıtını Türkçeye çeviren ve Türkiye'de yayına hazırlayan araştırmacı-yazar İlhami Yazgan'ın bu önemli çalışması üzerine yazar Ali Haydar Avcı'nın değerlendirmesine yer veriyoruz.  

Karşıtların çekişmesidir tarih. İnsanın gelişiminin ve yaşadığı “sonsuz macera”nın sebep-sonuç ilişkisi temelinde anlatımıdır. İnsanı bilmeden, insanın “macera”sını çözmeden tarih anlaşılamaz. Osmanlı tarihindeki önemli eylemlerden biri olan Şeyh Bedreddin hareketi de, açık ki  ancak bu boyut içinde anlaşılabilir.    

      “Ben de hâlümce Bedreddinem” sözü, (Hicri 885 / M. 1480/81) yılında yazılmış bir atalar sözü mecmuasında geçer. “Ata sözü” haline gelmiş bu söz, Bedreddin’in o dönemde toplum üzerindeki etkisinin önemli göstergelerinden biridir. Şeyh Bedreddin Menakıpnamesine eklenen bir deyişinde ise Hakıyri adında, “Bedreddinli” olduğu anlaşılan bir şair Bedreddin’i şöyle anıyor: “Olup Mansur bu yolda verdi başın / Hudâ aşkına hiç çatmadı kaşın / Münâfıklar atarlar ta’nâ taşın / Bizüm mürşidimüz Şeyh Bedreddin’dür // Bunun silsilesine iregör sen / Yoluna varlugını viregör sen / Bu yolda sıdk u ışkla turagör sen / Bizüm mürşidimüz Şeyh Bedreddin’dür // İki cihanı terkit sal önünden / Başın vir ışkıla dönme yolundan / Bunun ilmüne uy geç sen bilünden / Bizüm mürşidimüz Şeyh Bedreddin’dür // Hakiyri miskinün sözün kabûl it / Hudâ yolunda varlıgun sebil it / Getür Sultanuma kendüni kul it / Bizüm mürşidimüz Şeyh Bedreddin’dür.” Eldeki verilerden 17. yüzyılın ikinci yarısı – 18. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı anlaşılan Çorum bölgesinden Aşık Dedemoğlu ise Bedreddin’i derin bir saygı ve bağlılıkla anmaktadır. “Şahların içinde Serez şahısın / İsmin Şah Bedreddin ilim varısın / Müminler kâbesi dostun nurusun / Güzelsin Serez’in şahı güzelsin / Güzelsin pirimin nuru güzelsin // Dedemoğlu uyarır çerağ yakar / Kara Nine eşiğine yüz sürer / Derviş Cemal Baba’m murada erer / Güzelsin Serez’in şahı güzelsin / Güzelsin pirimin nuru güzelsin.”
       Yine verdiğimiz şu deyişin ise, Orta Anadolu’da yaşamış, 19. yüzyılın önde gelen Alevi aşıklarından Aşık Veli tarafından Börklüce üzerine söylendiği anlaşılıyor: “Akdeniz yakası Aydın illeri / Kuşlar gider bizim Dede Sultan’a / Cemalin görünce yürüdü dağlar / Taşlar gider bizim Dede Sultan’a // Veli’m aydur dört kitaptan evveli / Şeyhoğlu Bedreddin Bektaş-ı Veli / Hüseyin aşkına didemin seli / Yaşlar gider bizim Dede Sultan’a.” Bu veriler, Şeyh Bedreddin’in Balkanlardan Anadolu’ya, geniş bir alanda, çeşitli toplulukar üzerinde derin bir etkisinin olduğunu açıkça gösteriyor. Değişik dönemlerde Balkanlarda baskı ve kıyıma uğrayan Bedreddinlilerin Anadolu’ya, Alevi toplulukları arasına, Anadolu’da baskı ve kıyıma uğrayan Alevilerin de Balkanlara geçtiklerine ve Bedreddinliler arasına karıştıklarına, bu toplulukların birbirini koruduklarına, kolladıklarına dair elimizde birçok belge bulunmaktadır. Sözlü tarih ve kültür geleneğinin ürünü olan deyişler de bu durumu açıkça onaylamaktadır.
      Şeyh Aziz Mahmud Hüdayi Efendi tarafından yazılarak, 1603 yılında tahta çıkan Osmanlı padişahı I. Ahmed’e sunulan “takrir”de de (raporda) bu ilişkilere ilişkin açık kayıtlara rastlanmaktadır. Her ne kadar saldırı amaçlı, karalama ve olumsuzlama temelinde yazılmışsa da bu kayıtlar içindeki ayrıntılar büyük önem taşımaktadır. Özellikle ayrıntıların geri planını irdelemek ve çözümlemek son derece önemli. Bu sebeple raporun ilgili bölümünü aktarmakta yarar görüyoruz. Bu takrire/rapora göre; “Docalar dimek ile maruf olan köylerde ve her daim fesad kasdından hâli değillerdir. Ve Kızılbaş ile birdir. Matekaddemden mabeyinlerinde muamele ve muahedeleri vardır. Hatta orada olan sipahiler Kızılbaş seferi oldukda anlara emir oldukda kimisi timardan feragat itmişdir ve kimisi kılıncı mühürleyüb gitmişlerdir, “timar hatırı için ere kılınc çekmeyuz” deyu. Asla içlerinde şeriat ve sünnet eseri yoktur. Müslümanlardan bir âdem öldürmek, kâfir öldürmek kadarınca gazâ bilürler rafizilerdir. Menbâ-ı fesâd ve menşe-i fitnedirler. Çokluk taifedir. Ve içlerinde yer yer şeyhleri namında şeytanları vardır. Daima ihlâl ve idlâl üzerinedir. Ve yer yer Işık zâviyeleri vardır. Anlar dahi harabdır. Ve ol taifeye Simavni derler. Zira ol mahalde şeyhlerine de Simavi derler imiş. Âşikâre ve alâniyetten erbabı Çiharyâre taın iderler. Ve Işık taifesi ve anların habasiyyeti vasıf olunmaz. Her daim Kızılbaşın zuhur ve intişarın temenni iderler idi. Elhamdülillah aksi oldu ve hâlâ “Hak ancalar olmaz gene fırsat Şah’ındır” dirler imiş. Bu makule revafızdır ve melâhide ve zenadıkadır. Fırsat esirleridir.” Raporda görüldüğü gibi Batıni/heteredoks toplulukların tamamı aynı kapsamda değerlendirilmekte ve bunların ilişki ve içiçeliğine yoğun vurgu yapılmaktadır. Elimizde bulunan çeşitli dönemlerde verilmiş hüküm ve fermanlarda da bu yönde açık belirleme ve değiniler görülmektedir. Bu açıdan, bu boyutun üzerinde ayrıca durmakta yarar var.
      Bedreddin eylemi, Anadolu halk hareketleri içerisinde kendine özgü özellikleriyle son derece önemli bir olaydır. Öneminin başında, siyasal bir sistem hedeflemesi ve bu sistemin iktisadi yapısının “ortaklaşa üretim” ve “ortaklaşa tüketim” esasını içermesi gelir. Burada din, dil, ırk, cins ayrımı yoktur. Bütün insanlar eşittir ve yeryüzü tüm insanlara aittir. Bu sebeple kimsenin özel mülkü olamaz. Bu düzende sömürü yoktur. Herkes emeğini ortaya koymalı, bütün üretenler gibi üretime katılmalıdır. Başkasının hakkını yemek büyük bir kötülüktür. Osmanlı yöneticilerinin çok yoğun bir şekilde rahatsız olması ve saldırıya girişmesinin asıl nedenlerinden biri de işte bu temel boyuttur. Eylemin düşünsel lideri, kendi döneminin en önemli bilginlerinden olan Şeyh Bedreddin olmasına karşın, pratik eylemdeki önderlik/öncülük aynı zamanda “kethûda”sı olan Börklüce Mustafa ve Torlak Hû Kemal adında Şeyh Bedreddin’in iki önde gelen halifesi tarafından yürütülmüştür.
      “Şeyhimiz hurûc itdi, biz dahi ideriz” diyerek eyleme geçen Börklüce’nin, etkilediği çevreler ve eylemciler arasındaki bir adı da “Dede Sultan”dır. Bu tabir dönemin tanıklarından Doukas’ın tarihinde Türkçe olarak aynen bu şekilde geçer ve eski Yunan diline “Kutsal Peder” olarak çevrilmiştir. Bu tabir önemlidir, çünkü Alevi öğretisiyle doğrudan ilintilidir. Dönemin Osmanlı kayıtlarına göre, Aydın ili Karaburun mevkiinde büyük bir savaş sonrası Börklüce Mustafa ve yoldaşları ele geçirildi. On bin civarındaki “mülhid”den büyük çoğunluğuysa savaş meydanında kalmıştı. Yine Doukas’ın kayıtlarına göre Börklüce’nin taliplerini/yoldaşlarını “onun gözleri önünde kıyımdan geçirdiler. Bu müritler (yoldaşları) “Dede Sultan eriş”ten başka bir şey söylemiyorlardı.” Börklüce’yi ise bir devenin üstünde çarmıha gererek ağır işkencelerle katlettiler. Bütün işkencelere karşın zerrece pişmanlık belirtisi göstermedi. Katledilme aşamasını Efes’te, bütün halka şehir içinde gezdirerek izlettiler. Daha sonra yoldaşlarından Torlak Kemal Manisa yöresinde Osmanlı güçleri tarafından aynı şekilde yenilgiye uğratıldı, yoldaşlarının çoğu savaş meydanında katledildi. Ele geçirilen Torlak Kemal ise Manisa’da siyaset edilerek öldürüldü.
      Bu olaylar sırasında İznik’te bulunan Bedreddin, buradan Kastamonu hakimi İsfendiyaroğlu bölgesine, Sinop’a gitti. Fakat Anadolu’da barınamayacağını anlayan Bedreddin’in, buradan da bir gemiye binerek Alevi toplulukların yoğun yaşadığı Balkanlara, Deliormanlar yöresine geçtiği görülüyor. Kendisini adım adım takip eden Osmanlı güçleri tarafından Deliormanlar yöresinde ani bir baskın sonrası ele geçirildi. Kendisini Serez’de Sultan Mehmet Çelebi’ye ilettiler. Mehmet Çelebi, “bunun gibi iş edenün şer’an hâli nicedür. Bu dahi asılda bir danişmend kişidür.” “Bunu nice idelüm? Bunca fesâd itdi, acep bunu öldürmek günâhı var mı?” diye sordu.
      “Tanrı, insanı kendi örneğinde yarattı, onun görünüş biçimi Tanrı’yı yansıtır.” “Her kim ki insanı bildi, Hakk’ı bildi”, “Enelkak”, “Fitil öylesine yandı ki, gönül ışık oldu... Ey gerçek yolcusu umutsuz-lanma, bu korkulu yerlerden aşar, bu ışığı elde edersin.” diyen Bedreddin, kendi çağının önde gelen bilginiydi.  Göstermelik bile olsa hakkında hüküm vermek kolay değildi. “Şer’an katli -kanı- helâl, malı harâmdır” denildi. Uydurma bir yargıyla yargılanarak hakkında fetva verildi ve Serez çarşısında idam edildi. Öyle ki, Osmanlı ulemasından idamına fetva verecek bir yetkili dahi bulamadılar. Mehmed Çelebi’nin yanına yeni gelmiş “Mevlâna Haydar” adında bir Acem “ulema”sı verdi fetvayı.  Tevarih yazarlarına göre; “Ve kendi dahi öyle fetva verdi. Andan Simavne Kadısıoğlunu pazara iledip, bir dükkan önünde ber-dâr ettiler.” Osmanlı vâkanivüslerinin döneme ilişkin kayıtlarına göre “şimdi ol diyarlarda müridleri vardır.”
       Darağacında uzunca süre asılı kalan Şeyh’in cansız bedeni talipleri tarafından bir gece gizlice kaçırılarak sırlandı. Katledilirken Osmanlı padişahı Çelebi Mehmet, “neden benzin sararmış, yoksa hummaya mı tutuldun” diye sorar. Bedreddin’in yanıtı ise çarpıcıdır: “Güneş batarken sararır, yolcuyu yılan sokarsa yılanın zehiri benzini sarartır” biçimindedir. Döneme ilişkin kayıtlardan anladığımız kadarıyla, ne Bedreddin’in, ne de halifeleri olan Börklüce ve Torlak Kemal’in benliklerinde zerrece korku belirmez. Yine söylencelere göre sararan yüzünü kolundan akan kanıyla siler Börklüce, yüzündeki sararmayı kimse görmesin diye.
       Kimi Osmanlı kayıtları ve araştırmacılara göre Bedreddin’in idam edilerek katledilme tarihi 1420, Franz Babinger’in belirmelerine göre 1416’dır. Her iki belirlemenin farklı kaynak ve verilere dayanması sebebiyle farklı sonuçların ortaya çıktığı görülüyor. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in katledilme tarihi ise bu tarihlerden yaklaşık 3 yıl önceye denk gelmektedir.
       Bedredddin üzerine önemli çalışmalardan birisi, Alman tarihçi Franz Babinger tarafından yapılarak 1920 yılında yayınlanmıştı. Bilim dünyasında çok bilinen bir çalışma olmasına karşın, ne yazık ki bugüne dek Türkçeye aktarılmamıştı. Kendi alanında önemli bir boşluğu dolduran bu çalışmayı, değerli araştırmacı-yazar arkadaşım İlhami Yazgan uzun emekler sonucu Almancadan çevirisini yaparak Türkçeye kazandırdı. Ayrıca ulaşılması bir hayli zor olan görsel ürünlerle (minyatür ve gravürlerle) kitabı oldukça zenginleştirdi. Bu gravürlerden bazıları Türkiye’de ilk kez yayınlanmaktadır. Bu açıdan ayrıca önem taşıyor. Emekleri zây olmasın. Umarım bu önemli çalışma okuyucuda gerekli yankıyı ve değeri bulur. Arkadaşım İlhami Yazgan’a ise giriştiği bu çetin uğraşta nice başarılar diliyorum.