Mart ayından bu yana küresel bir salgın hastalık ile boğuşma derdindeyiz. Hepimizin yaşam alanı, gündelik yaşamın pratiğine ilişkin ayrıntılarda köklü değişimler yaşanıyor. Adeta kadınlık rolümüze geri döndük. Yemek yapıyoruz. Çocuğumuza bakıyoruz. Ama aynı zamanda home office sistemiyle sosyal rolümüzü de yerine getirmeyi hiç ihmal etmiyoruz. 

Salgının ilk günlerinde her sabah uyandığımızda acaba ben de ölecek miyim? şeklinde sorular sormaya başlarken, oysa kısa zamanda nasıl da alıştık koronalı yaşamaya. 

Hatta bir adım daha öteye giderek koronanın komplo terorisi olduğunu ileri sürüp, Bill Gates'in dünyaya ayar vermeye çalıştığını düşünmeye bile başladık.

Sisteme uymaya, sistemlerin bireyler üzerindeki dayatmasına ne de çabuk alışıyoruz. Getirilen kısıtlamalar, hükümetlerin kısa vadeli şirket ve özel kişileri ayakta kalmalarına yönelik ekonomik planları ne de hepimizi mutlu etti. 

Ancak kimse dünyanın çürük dişi olduğunu ve korananın bu çürük dişin çekilmesi gerektiğini sorgulamıyor ya da sorgulayanların sayısı her geçen gün azalıyor. Neo-liberalizmin bütün yönüyle küresel bir dünyayı etkisi altına aldığı bir dönemde zaten dünyanın daha önce dişi çürümemiş miydi? İnsan canı kıymetli. Hepimiz kendi canımızı ve yakınlarımızı düşünürken, daha hala devam eden savaşlar karşısında oysa ne kadar ilgisiz ve tepkisisiz. 

Savaş sadece tüfekle, tabanca ile, savaş -uçak malzemeleri kullanmak anlamına gelmemeli. İktidarların kendisi gibi düşünmeyenlere karşı savaş açması, kadınların baskı altına alınmaları, gündelik yaşamda gücü, sermayesi olanın zayıfı ezmesi, çocuklar üzerinde inanılmaz beklentiler, hayal dünyalarının yok edilmek istenmesi, dini, ailevi, geleneksel baskılar, çocukların çocukluklarını yaşayamamaları, mültecilerin boğulma tehlikesiyle bir umut adına yaşamlarını feda etmeleri vb. örnekler genişletebilinir. Koronadan daha vahim toplumsal gerçeklikler yok muydu? Dünyanın çürümüş dişi konusunda bu kadar sorgulasaydık keşke sistemleri. 

Korona gündemi tüm benliğimizi etkilerken, zengin, kapitalist ülkelerin sadece kendi ulusal çıkarlarını düşündüklerine ve öncelik verdiklerine de tanık olmaktayız ve hala ediyoruz da. Doğu'nun Batı karşısındaki ezikliği ölüm oranlarını bile saklamaktan öteye gidemiyor. Öyle ya İran'da, Suriye'de, Endonezya'da, Bangladeş'te hayatını kaybedenlerin sayısı BBC, CNN gibi ulusal medya tekellerinin umrunda mı?

Dünyanın dişinin çürüdüğünü medya alanında görmüyor muyuz? Sadece gelişmş, beyaz Batı'nın bireylerinin daha önemli olduğunu ve bir can dahi kaybetmenin bedelinin ne olacağını yine uluslararası medya tekellerinin gözüyle değerlendirmiyor muyuz? 

Toplumsal ideolojilerin toplumsal formasyondaki öbür pratiklerle ilişkili olarak siyasal, kültürel, ekonomik, cinsiyet rolleri değişirken kitlesel olarak 'özgürce rıza' göstermeyi korona ile birlikte kabullenmiş olduk. Modernleşme ideolojileriyle yönlendirilirken; korona ile birlikte internet, sanal dünyanın etkisi altına çürüyen diş ile daha fazla girmiş olduk. 

Hepimizin beklentisi bir an önce salgına karşı, dünyanın çürüyen dişini tamamemen çekmek yerine, aşıyı bulabilmek için milyarlarca dolar değerinde küresel bir arayışa girdik. Tam da Marx'ın para, mal ve hizmetlerin içeriğini bir değişim aracı olarak 'evrensel fahişeden' sözettiği bir süreci yaşıyoruz. Umarım çürük diş tamamıyle yerinden çekilir.