Bugün Kızıldere'nin 50. Yıldönümü.

Türkiye devrimcilerinin yaşamış olduğu bu büyük katliamın üstünden yarım asır geçmesine rağmen, unutulmadı ve hiçbir zaman da unutulmayacak..!

Şimdiye kadar Kızıldere üzerine çok şeyler söylendi, yazıldı. Ancak, genelde destanlaştırma ve şiarlaştırmanın ötesine pek gidilemedi.

Kızıldere'de daha sonra Türkiye devrimci hareketinde öncü rol oynayacak THKP-C ve THKO'nun kaderi belirlendi. Adı geçen yapılanmalar zamanla sayısız bölünme yaşadılar. Buna paralel olarak ayrı mekan ve zamanlara rağmen TKP-ML / TİKKO da aynı sonu paylaştı ve bölündü. Zaten 31 Mayıs 1971'i anlamadan Kızıldere'yi, Kızıldere'yi de anlamadan 18 Mayı's'ı anlayabilmek mümkün değildir. Bu önemli tarihlerin birbiriyle doğrudan bağlantısı vardır.

1965'li yıllarda dünyadaki sosyalist devrim dalgaları geç de olsa Türkiye'ye ve Ortadoğu'ya intikal eder. Türkiye İşçi Partisi'nden kopan ve "silahlı mücadeleyi" savunan gruplar Sinan Cemgil'in önderliğinde bir dizi eylemlerden sonra 4 Mart 1971'de örgütün kuruluşunu bir deklarasyon ile duyururlar. Amaç; kırlardan şehirlere silahlı mücadeleyi geliştirip sosyalist devrimi gerçekleştirmektir.

Bu amaçla Sinan Cemgil ve arkadaşları Adıyaman Nurhak dağlarına çıkarlar. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'da bu gruba katılmak için yola çıkarlar. Ancak, Deniz Gezmiş Sivas'a bağlı Gemerek'de, Yusuf Aslan yaralı olarak Şarkışla'da, Hüseyin İnan ise Kayseri'de yakalanırlar ve hızla idam istemiyle iddianameleri hazırlanır.

Aralık 1970'de Mahir Çayan ve arkadaşları tarafından kurulan THKP-C de strateji olarak „halk savaşı“nı önüne koyar; aradaki fark, Türkiye'de „suni denge“ söz konusudur. Suni dengenin kırılarak „devlete güvenin“ sarsılması için silahlı propaganda temelinde, kitlelerin dikkatini çekecek ve siyasal gerçekleri en geniş kitlelere ulaştırabilecek eylemler gerçekleşmelidir. Bu doğrultuda özellikle İstanbul ve Ankara'da bir dizi eylemler yapılır. Bunların arasında en önemlisi İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'un kaçırılmasıdır. Eylemin talebi ise, devrimci tutsakların serbest bırakılmasıdır. Dönemin yetkililerinin bu talebi yerine getirmemesi sonucu Elrom ölü şekilde bulunur.

31 Mayıs 1971'de THKO, Sinan Cemgil'in öncülüğünde Malatya Kürecik'de bulunan ABD radar üssünü basmak için yola çıkarlar, ancak Adıyaman Gölbaşı İnekli Köyü yakınlarında jandarma tarafından önleri kesilir, çıkan çatışmada Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan hayatlarını yitirirken, Mustafa Yalçıner yaralı, Hacı Tonak da sağ olarak yakalanırlar.

Ertesi gün, yani 1 Haziran 1971'de İstanbul Maltepe'de Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir'in kaldıkları ev kuşatılır. Çıkan çatışma sonucu Hüseyin Cevahir 1 Haziran katledilir. Mahir Çayan ise yaralı olarak yakalanır.

Mahir Çayan ve arkadaşları Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Ömer Ayna ve Cihan Alptekin yakalandıktan 6 ay sonra Maltepe cezaevinden bir tünel kazarak kaçarlar. Ulaş Bardakçı 19 Şubat 1972'de İstanbul Arnavutköy'de çıkan çatışma sonucu yaşamını kaybeder, Mahir Çayan ve arkadaşları Karadeniz, Ordu'ya geçerler. Orada, Ertan Saruhan, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Ahmet Atasoy, Hüdai Arıkan, Saffet Alp ve Ertuğrul Kürkçü ile buluşurlar. Ünye'de bulunan NATO'nun Ünye Radar Üssü'ne yaptıkları bir operasyonla ikisi İngiliz, biri Kanadalı 3 teknisyeni kaçırırlar. Amaçları; idamla yargılanan THKO'nun üç savaşçısını kurtarmaktır.

Ertesi gün diğer NATO görevlileri elleri bağlı olarak kaldıkları apartmanda bulunurlar. Bu eylem iç ve dış kamuoyunda geniş yankı uyandırır.

Mahir ve arkadaşları rehinelere ait bir cip ile Tokat istikametine doğru hareket ederler. Rehineler araçtan indirilir, Mahir Çayan, Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz'a aracı alıp gitmelerini, ıssız bir yerde bırakarak Ankara veya İstanbul'a gitmelerini söyler. Kendilerinin zaten öleceğini, bunu da halka anlatmalarını eklese de, Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz aracı uzakta bırakarak tekrar yoldaşlarının yanına dönerler. Bu bir senaryo değil, gerçeğin ta kendisidir. Örgütsel bir hiyerarşi oluşmamasına rağmen gönüllülük ve devrime olan inanç onları derinden etkilemiştir.

Eylemin duyulması üzerine Mahir Çayan ve arkadaşları üç maddelik taleplerini içeren bir bildiri hazırlarlar. Buna göre;

a) İnfazlar durdurulacak,

b) Hiçbir yurtsever ve devrimci idam edilmeyecek,

c) 48 saat içinde radyolarda bu konuda yayın yapılacaktır.

Bununla Tokat Niksar'a, şimdi de Almus`a bağlı, yeni adı Atasoy, o zamanki adı ile Kızıldere olan Kelkit Çayı ve Yeşilırmak'ın bir kolunun birleştiği 1254 rakımlı köye gelirler. Üzerlerinde tabancanın dışında birkaç adet hafif makinalı Sten ile dinamit lokumları ve az sayıda el bombası vardır.

Evet; idealleri büyük, yürekleri yüce bu insanların o günkü koşullarda her türlü tecrübeye sahip düzenli bir orduya karşı daha fazla seçenekleri yoktur. Eylemden sonra Kızıldere'de hepsinin bir evde ve aynı köyde olmaları bile bu gerçekliği bizlere tüm çıplaklığı ile göstermektedir.

Geçen yıllar içerisinde nice Kızıldere, Nurhak, Beylerderesi katliamları yaşanıp beşerli onarlı kayıplar verilmesine karşın, geride kalanlarca ciddi bir özeleştiri yapılmamıştır. Başta da kısaca değinildiği gibi yaşanaların sloganlaştırılıp ajitasyon malzemesi olarak savunulmuş, eksiklikler bir türlü tespit edilip gereken dersler çıkarılamamıştır. Bu topraklarda yüzlerce isyan olmasına rağmen başarıya ulaşılamamış, bunların muhasebesi yapılamamıştır. Yapılmışsa da demokratik kamuoyunun bilgisi dahilinde değildir. Şeyh Bedrettin'den Türkmen ve Kürt isyanlarına kadar bu böyle süregelmiştir. Efsaneleştirmenin ötesinde, taktiksel veya stratejik hatalar görmezlikten gelinmiş, görenler ise çoğu zaman revizyonist, oportünist vb. şekilde eleştirilmişlerdir. Bu şekilde geçmişten ders çıkarabilmek ve devrim fikrini geleceğe kalıcı olarak taşıyabilmek elbette ki mümkün değildir.

O GÜN, yani 30 Mart 1972`de Kızıldere'de binlerce asker tarafından, helikopterler, havan topları ve bazukalar ile etrafları çevrilir. İstenirse sağ olarak yakalanabilecekken, „yılanın başını küçükken ezmek gerekir“ anlayışı ile ON'LAR katledilir.

Yukarıda adı geçen iki örgüt konvoyuna daha sonra TKP-ML / TİKKO'nun da katıldığını görmekteyiz. TKP-ML'nin kurucusu İbrahim Kaypakkaya da 12 Mayıs 1972`de Sinan Cemgil'leri ihbar eden Kürecik Kahyalı Köyü muhtarını cezalandırır. Esasen bu üç örgütün, dünya görüşleri ve devrim anlayışları farklı olsa da, sonuç olarak; tarihsel gerçeklikler onları bir noktada birleştirmiştir ve tek bir vücut olarak hareket etmişlerdir denilirse yanlış olmayacaktır. 24 Ocak 1973`te de Tunceli Vartinik Mirik mezrasında girilen çatışmada Ali Haydar Yıldız katledilir, İbrahim Kaypakkaya sağ olarak ele geçirilir ve dört ay süren ağır işkenceler sonrası hayatını kaybeder. Destansı bir ifadeyle „Ser verip, sır vermez.“

O yıllarda 20'li yaşlardaki bu gençlerin hepsi, sosyalizme inanmış ölümü gülerek kucaklamış birer halk kahramanlarıdır.

Ne yazık ki günümüzde 70'li yıllardaki devrimcilerin anısına ters yaklaşımlar günden güne artmaktadır. Öyle ki, bazı arkadaşlar adeta Batı'nın sözcüsü durumuna gelmişler, kendi halklarından ümidi kesip, kurtuluşu ABD ve AB`nin sunacağı siyasi reçetelere, Türkiye'ye uygulayacağı olası ekonomik ambargolara bağlamışlardır. Kendi halkına güvenmeyenler ne kadar teori geliştirirlerse geliştirsinler kesinlikle başarılı olamazlar.

Devrim savaşçılarına sahip çıkmak, ancak onların haklı davalarını bilimsel olarak kavrayıp geliştirmekten geçer..!

ON'LARI UNUTMAYACAĞIZ!