Bugüne dek söylediklerimizden hangisi yanlış şimdi?
Bir kısmı mı, yoksa hepsi mi?
Güveneceğimiz kim var artık?
Arta kalanlar mıyız bizler
Yaşayan bir ırmaktan fırlatılmış?
Geride mi kalacağız
Kimseyi anlamadan ve hiç anlaşılmadan?

Yoksa şans mı gerek bize?

İşte senin sordukların bunlar.
Ama kimseden bir yanıt bekleme,
Yanıtını da kendin ver.

(Bertolt Brecht)

2019 yılı Ocak ayında yayımladığım, "Mahpus Kaça Kaça Biter" romanımda, siyasi tutsak olarak kaldığım Metris Askeri, Sağmalcılar Özel Tip ve Bayrampaşa Kapalı cezaevlerinde içinde yer aldığım "özgürlük eylemlerini" (firar kelimesi yerine bunu kullanırdık) aktarmıştım. Anı romanımda dile getirdiklerim sadece özgürlüğümüze nasıl ulaşacağımıza ilişkin çabalarımız değil. Cezaevi direnişlerini, günlük yaşamımızı, "içeride" neler yaptığımızı konuyla bütünleştirmeye çalıştım.

"Mahpus Kaça Kaça Biter" romanıma yönelik değerlendirmelerden aldığım cesaretle anılarımdan oluşan ikinci eserimi, "Keşke Seni Hiç Okutmasaydım" kitabını tamamladım. Bu eserim de Dorlion Yayınları'nda tarafından 2020 Kasım ayında yayımlandı.

Aşağıdaki bölüm, "Keşke Seni Hiç Okutmasaydım" kitabımın "Sonsöz" kısmıdır.

"Bizler, çocukluğundan itibaren bu ülkenin derin acılarından pay alanlarız...

İlkokula gidip gelirken, istinat duvarlarını gördüğümüz Ulucanlar Cezaevi'nde darağaçlarının kurulduğunu öğrenenlerdeniz...

Kontrgerillanın oraya buraya koyduğu bombalar, yaktığı kültür merkezleri ile sindirilmek istenenleriz...

Mahirlerin, Denizlerin, İboların “Kurtuluş Yok Tek Başına!” diyerek ölümle kucak kucağa yaşadıklarını öğrenenleriz...

12 Mart'ın “Darağacında Üç Fidan”ını yetersiz bulan 12 Eylül cuntacılarının darağacına ilk çektiği Necdet Adalı ile okul arkadaşıyız...

Toplumun iki kutba ayrıldığı dönemde, bizleri arkamızdan kovalayanların, “Dur, ateş ederim!” tehditleri karşısında yaşamla ölüm arasında gidip gelenleriz...

Köyden kente göç sırasında, köylerimizden pek farklı olmayan gecekondu mahallelerine briket ve taş taşıyanlar, oraları savunanlarız...

Ortaokullardan liselere, liselerden üniversitelere kadar her okulun, mahallenin, sokağın, fabrikanın, işyerinin, il ve ilçenin işgal edilmek istendiği koşullarda anti-faşist mücadelenin neferleriyiz...

Akademik-demokratik mücadeleye, tüm direnişlere, grevlere desteğe gidenler, barikat kuranlarız...

“Ya Hep Beraber Ya Hiç Birimiz!” sloganıyla insanlığın ortak kurtuluşu hedefi doğrultusunda her şeyimizi feda ederken, zincirlerinden başka kaybedeceği şeyi olmayanlarız...

Kimileri nezdinde, “Kafalarını çalıştırıp köşeyi dönemediği için” alım gücü olmayan, değersiz eşyalarız...

Yolda görülünce selam verilmekten kaçınılan, iş bulana kadar “günaydın” denme gereği duyulmayan, ideolojisi tarihin çöplüğüne atılmak istenen solcularız...

Sevgiye, sevmeye, sevilmeye âşık olsak da, o yıllarda kendimizi devrimle nikâhlandırdığımızdan el ele tutuşup birbirini öpemeyenleriz...

Faşist baskı, terör, işkencenin her çeşidinin bizlere uygulanması meşru olduğundan, işkencehaneleri ve mahpushaneleri ikametgâh edinenleriz...

Devlet mekanizmasının tüm dişlileri bizi ezmeye programlanmıştı; mazlumların sesi, soluğu olmaya çalışırken daima ezilenleriz...

Halkımızın sol kesiminin gözünde “İnce Memed”leşmiştik ama 12 Eylül cuntası gelinceye kadar, Abdi Ağaların ve tekelci sermayenin hükmünün sonunu getiremeyenleriz...

Mahpustan çıktığımızda, zindanlarda kurduğumuz hayallerimizin ayaklarının havada olduğunu görüp, boşluğa düşenleriz...

Büyük hayallerimize koştuğumuzu düşünürken, demokratik merkeziyetçiliğin sadece merkeziyetçi yanının işletildiğini görmenin hayal kırıklığını yaşayanlarız...

Temel düşüncelerimizde kişi fetişizmine, idolleştirmelere karşı çıktığımız halde, iç tartışmalarda eleştirilerimizi dile getirdiğimizde, aynı pilava kaşık salladıklarımızdan şiddet görenleriz...

Yanı başında sayısız dostunu, arkadaşını, yoldaşını yitiren bizler, hâlâ  yaşıyor olduğumuz için, birilerine göre görevlerinden kaçıp kaytaran, hainleriz...

“Adam olmaya niyeti olmayan”lar olarak değerlendirildiğimizden, var olduğunu sandığımız yeteneklerimizi değerlendirmek istediğimizde, “Roman para kazandırıyor mu?” sorusunun muhataplarıyız...

Her yeri tartışma platformuna dönüştürebilecek kadar teorik donanıma sahip olduğumuzu, ülkemizi, hatta dünyayı yönetebileceğimizi iddia edebilecek kadar özgüvene sahipken, “Keşke seni hiç okutmasaydım,” denilenleriz...

Her şey bir tarafa, biz kimiz?.."