Planlamanın Planlanamayışı-I başlığını taşıyan bundan bir önceki yazının sonunda, bilinçli olarak “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı”nı iki ayrı bakanlık olarak ifade etmiştim. Bu hiciv veya mizahi yaklaşım, uzun yıllardır kent yazınında yer alan Şehircilik Bakanlığı’nın kurulmasının sevincini kursakta bırakan hükümete karşıydı. Zira, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının içinde şehirciliğin adı var ama kendisi yok… Ne kentleşmeyi, ne kentlileşmeyi yönlendirecek, düzenleyecek bir çaba, bir vizyon göremiyoruz. Bakan, hala zihnimizde yer alan TOKİ başkanı imajının ötesine geçemedi. Çevre ve Şehircilik gibi birbiri ile bağlantılı iki farklı alanın eşgüdümle yönetilmesinin faydalarını yaşamamız gerekirken, dezavantajını yaşıyoruz. Hükümetten bağımsız, özerk bir çevre bakanlığı olması belki daha doğru olurdu. Bu tartışmaya başka bir yazıda yer vermek üzere, yazı dizisinin ikincisine devam edelim.

Bu yazının temel soruları şunlardır:  Bir plan ne zaman başarılıdır? Planın başarısı nasıl ölçülür? Birkaç ölçünü düşünmek gerekirse: Plan, kamu yararı ile özel yararı dengelediği oranda başarılıdır. Zaten, planlamaya meşruiyetini kazandıran, temel ölçüt, kamu yararına olması değil midir?

Plan, “Planların Kademeli Birlikteliği İlkesi” uyarınca, diğer ölçekteki planlarla ilişkisini doğru kurabildiği oranda başarılıdır. Planlama mesleğinin en sevdiğim yanı, hem detayları, hem de bütünü bir arada görmeyi gerektiren bir sanat oluşudur. Üst ölçek bütün ise, detaylar alt ölçektir. Üst ölçekte bir plan olan Çevre düzeni planını, alt ölçekteki (yeni düzenlemelerle) 1/25 000 ya da 1/5 000 ölçekte hazırlanan nazım imar planları ve 1/1000 ölçekte hazırlanan uygulama imar planları izler. Alt ölçeğe inildikçe, planda yer alan ayrıntılar, bilgiler artar.  Üst ölçek ise ana kararları içerir. Yani, alt ölçekteki planlar, üst ölçeğin sadece büyütülmüş kopyaları olarak düşünülmemelidir. Farklı plan ölçeklerini hazırlarken, alt ölçektekilerin üst ölçeğe uyumu esastır, ama önceden öngörülemeyen durumlar veya riskler karsısında üst ölçek de kimi yenilenmelere tamamen kapalı olmamalıdır. Kentsel yaşam statik değildir ki, plan statik biçimde donsun.

Plan geleceği tasarladığı için, planın yapıldığı anda, yani bugünden öngörülemeyebilecek yeni gelişmeler karşısında, kendisini yenileyebilme esnekliğini taşıyan plan başarılıdır. Esnekliğin araçlarından bir tanesine örnek vermek gerekirse, kentin artacak olan kültürel, eğitimsel vb ihtiyaçlarına yönelik kamuya ait bazı arazilerin gelecek nesiller için elde tutulmasıdır. Bu, gelecekte yerel yönetimlere hareket özgürlüğü verir, elini güçlü kılar.

Planda esneklik demek, görelilik kavramına veya siyasi güce yaslanılarak planı kevgire çevirmek, planın temel ilkelerinden sapmak demek değildir. Görelilik, planlama alanında, doğası gereği belirgin olarak görünse de, planlamada uyulacak akılcı, etik, nesnel ölçütler ve temel ilkeler vardır.  

Örneğin 1.sınıf tarım arazisinin imara açılması, planın esnekliği, tasarımın göreceliği, artan nüfus gibi gerekçelerle aklanamaz. Bütün dünya karasının yalnızca % 1’i tarıma elverişli topraktır. Dünyanın gelecekteki nüfusu düşünüldüğünde, tarım alanlarını yok etmek, dünyanın gelecek nesillerine karşı yapılabilecek affedilemez suçtur, etik dışıdır, yazıktır, günahtır. Bir Avrupa’da bunu hiçbir şekilde yapma izniniz yoktur. Bu konuyu Mersin planı ile ilişkilendirirsek, örneğin Mersin-Tarsus arasında yeni bir çevre yolu açarak, buradaki tarım alanlarının imara açılmasını sağlamak yanlış olur. Mesiad’ın, Büyükşehir Belediye Başkanı Macit Özcan’ın bunu istemesini ben anlamış değilim. Modern dünyada çağdaş düşüncenin ulaştığı noktada, kent planının, ekolojik dengeyi, ekonomik denge uğruna harcamadığı zaman akıllıca olduğu çoktan kavranmıştır.

Dünya düşünce tarihinde yüzlerce yıldır süregelen hakim düşünce sisteminin çevre sorunlarının esas nedeni olduğu, Batı yazınında neredeyse yarım yüzyıldır kabul edilmiştir. Bu anlamda siyasal düşünceler dahi kendisini yenileme ihtiyacı duymuş, eko-marksizm, eko-sosyalizm, eko-feminizm gibi yeni kavramlar geliştirmişlerdir. Yalnızca sol kesim değil, kapitalist ve liberal düşünce de bu alanda söz söylemektedir. Dünya bankası, Birleşmiş Milletler veya Siemens gibi iş dünyasının önemli aktörleri bu alanda çok ciddi çalışmalara imza atmaktadır;  çok büyük miktarlarda harcamalar söz konusudur.

Türkiye ise, bu konuda, maalesef, çağdışı denecek kadar geriden gitmektedir. Özellikle iş ve yönetim dünyasındakilerin, dünyaya çevresel bir vizyon ile bakmasının zamanı çoktan gelmiştir. Bazı iyiniyetli çabalarda dahi kullanılan sığ, yüzeysel söylemler, farkındalık düzeyi konusunda kaygı vermektedir. Geri dönülmez ciddiyette çevre sorunlarımızın gerisinde yatan zihinsel, ekonomik, kültürel, siyasal arka planı tartışan kaç kişi var?

Buna Mersin’den başka bir benzer örnek vermek gerekirse, kentin gelişmesini alansal olarak yaymayı savunmak, yanlış bir vizyondur. Yaygın kent demek, enerjiden, toprağa, otomobilin kat ettiği mesafeyle artan yakıt tüketiminden, hava kirliliğine, küresel ısınmaya kadar pek çok zarar demektir. Kompakt kent (Yoğun Kent) tercih edilmelidir. Yani kuzey Mersin projesi ile tarımı imara açmak yerine, kentin mevcutta var olan kentleşmiş toprağı üzerindeki köhneleşmiş mahalleleri yenilemek doğru olurdu. Bu konu, başka bir yazıda daha geniş ele alınacaktır. Dahası kuzey Mersin projesi, Mersin’de sınıfları keskinleştiren, yoksulları ve zenginleri mekansal olarak saflaştıran özelliktedir. Özünde, bu bir kamu projesi falan değildir, sermayeden yana bir tavırdır.

Bir plan, kentteki sosyal, ekonomik ve çevresel adaletsizliğe hizmet etmediği zaman başarılıdır. Kentin yoksulluğuna, kentin kültürüne, kentsel eşitsizliklere merhem olan, çare üreten kamusal bir planlama anlayışı hakim olmalıdır. Yoksul ülkeler, kentler ve mahalleler, hem çevresel kirlenmenin yüküne katlanır, hem de bu kirlenmeye yol açan ekonomik faydadan mahrumdur. Çevresel adaletsizlik, hemen her zaman sosyal ve ekonomik adaletsizlikle birlikte gider. Örneğin Mersin Karaduvar’da çevre kirliliğini yaratanlar, belki kuzey Mersin’de, belki Mezitli’de yaşarlar. Karaduvarlıların payına düşense, kendisinin yaratmadığı çevre kirliliğinin yüküne katlanmak, bedelini sağlıkları ile ödemektir. En çok da bu nedenle yeşil siyasetin rengi yeşil değil, kırmızıdır. Yani soldur.  

Kimi yazarlar, hazırlanan yeni planı Mersin’in kurtuluşu ile ilişkilendirmişler. Plan, Mersin’in kurtuluşu olur mu? Hem evet, hem hayır… Öncelikle Mersin’in kurtarılmaya olan ihtiyacında hemfikiriz demek ki.. Ancak, bir plan, bunu gerçekleştirebilecek araçlardan yalnızca bir tanesidir. Dahası, en güzel planı da yapsanız, neticede plan soyuttur ve bir plan ancak uygulanabildiği ölçüde başarılıdır. Uygulamanın başarısı ise, planın doğal, sosyal, ekonomik gerçeklerle bağının iyi kurulmuş olmasına, kararlı, bilgili, sosyal adaletten yana duran yöneticilere ve haklarını bilen, ancak hakkından fazlasını da istemeyen kenttaşlara göbekten bağlıdır.

Sibel Gazi Tabel

Şehir Plancısı

Kent ve Çevrebilimi Uzmanı

21 Ocak 2013