Şah Kalender ve Pir Sultan Abdal Alevi tarihinin en derin kırılma noktalarıdır. Halen acısı en derin biçimde duyumsanan acılardır. Üzerinden yüzyıllar geçmiş olmasına karşın Alevilerin yaraları sarılmadığı gibi saldırılar her gün devam etmektedir. Oysa Aleviler dünyanın en barışçı, en paylaşımcı, kadına, çocuğa cana, canlıya, doğaya en değer veren toplumudur. 

Hace Bektaş Veli’nin kardeşi Menteş Baba’nın katledildiği 1240 Babailer isyanı, 1418 Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa, 1511 Şah Kulu Baba, 1512 Nur Ali Halife, 1518 Bozoklu Şah Celâl, 1519 Şah Veli, 1526 Süğlün Koca-Baba Zünnun, 1527 Zünnunoğlu Halil, 1527 Kalender Çelebi eylemleri bizim tarihimizin travma noktalarıdır. Yine Yavuz ile Şah İsmail arasındaki Çaldıran savaşı bizim için bir travmadır. 

Şah Kalender eylemi tarihimizin en derin kırılma noktası olmasına karşın pek bilinmemektedir. Şah Kalender eylemi sonrası maalesef Alevi tarihinin ve toplumlarının seyri değişmiştir. İktidarlar toplumları yeniden dizayn etmek, biçimlendirmek için onların değerler sistemini ortadan kaldırarak, tarihini tahrif etmektedir. Bu tahrifatları hayatımızın her alanında görmek mümkündür. Tarihimize, inancımıza, yolumuza, belleğimize yapılan bu saldırılar sonrası farkında olmadan dönüşüp asimile oluyoruz. Bu kimi zaman devletin ağır baskıları ile olurken kimi zaman da kendi içimizdeki arkadaşlarımız tarafından bilinçli ya da bilinçsizce yapılıyor. Zaten o sebeple her ağacın kurdu kendi özünden olur diyoruz. 

Şah Kalender Hâce Bektaş Veli dergâhında Balım Sultan türbesinin bir köşesinde küçücük bir yerde başsız olarak sırlanmıştır. Hace Bektaş Veli’nin torunu, üstelik de Anadolu’daki en büyük pirlik makamında oturan Şah Kalender’in katledilmesi hangimizin canını acıtmaz? Peki kimdir Şah Kalender?

Şah Kalender, Seyit Ali Sultan’ın (Hace Bektaş Veli torunu) evlatlarından Mürsel Bali’nin torunu Yusuf Bali’nin oğludur. 1517 yılında Resul Bali oğlu Balım Sultan’ın Hakk’a yürümesinden sonra dergâha postnişin olarak oturmuştur. Şah Kalender son derece güçlü, donanımlı ve aktif bir kişidir. Aynı zamanda âşıktır. 

Yine Şah Kalender deyince bizim canımızı çok acıtan bir kırılma noktası daha var: Pir Sultan Abdal. Asıl adı Haydar’dır. Koca Haydar lakabıyla bilinir. Pir Sultan Abdal yaklaşık olarak 1490’lı yıllarda doğmuştur. Söylence ve deyişlere göre Yıldız Dağı eteklerinde Seyyit Ali Sultan’ın (Kızıl Deli değil) makamının bulunduğu yerde uyumuş ve rüyasında Hace Bektaş Veli’nin elinden “Pir dolusu” içerek gençlik yıllarında âşıklığa başlamıştır. Yaşamı ile ilgili olarak aşağıdaki deyiş zaman belirtmesi bakımından oldukça önemlidir.  
  
Allah Allah desem kalksam yürüsem
Acap şu dağları aşamam m’ola
Bozatlı Hızır’ı yoldaş eylesem
Varıp efendime koşamam m’ola

Pir Sultan Abdal’ım dost sırasında
Arzumanım kaldı Şah çırasında
Altmış ile yetmişin arasında
Özümü irfana koşamam m’ola

Pir Sultan’ın bu deyişinde geçen “Altmış ile yetmişin arasında / Özümü irfana koşamam m’ola” dizeleri dikkat çekicidir. Anladığımız kadarıyla (1552-53)-(1562-63) tarihleri arasında sağ olan Pir Sultan’ın ömrünün son demlerini yaşadığı dönem, 1560 yılında Sivas Beylerbeyiliği’ne atanan Hızır Paşa dönemine denk düşer. Altmış-yetmiş motifi ister yaş ister tarih olarak düşünülsün her ikisinde de karşımıza -yaşı ya da yaşadığı tarihler açısından- önemli bir motif olarak çıkmaktadır.

Peki biz neden Pir Sultan Abdal’ın 1490 lı yıllarda doğduğunu ifade ediyoruz. Çünkü Şah İsmail, Şah Kalender ve Bağdat’la ilgili söylediği deyişlerde belli bir olgunluk var. Alevilikteki âşıklık geleneğini bilenler bu söylediğimizi daha kolay anlamlandırabilirler. 

Yine Pir Sultan Abdal’ın, Hace Bektaş Dergâhı postnişi olan Balım Sultan’ın son demlerinde icazetli dede olarak kendi bölgesinde dedelik yaptığı biliniyor. Zaten hepimizin bildiği ve defalarca dinlediği söylencelerde de kendisini idam eden Hızır Paşa’nın Pir Sultan Abdal’ın taliplerinden olduğu ifade ediliyor. 

Bu arada kimi yazar arkadaşlarımız ısrarla birden çok Pir Sultan Abdal olduğunu ifade ediyorlar. Arkadaşlar binlerce Pir Sultan Abdal olabilir hatta tespit edilen Pir Sultan isimleri de var. 

Abdürrezzak veled-i Pir Sultan
Pir Sultan veled-i Ramazan
Pir Sultan veled-i Mustafa

Bu tür kayıtlardan yüzlerce olabilir. Peki hangi Pir Sultan bizim Pir Sultan Abdal’ımız…? 

Öte yandan Pir Sultan Abdal’ın çocukları diye birçok isim ortaya atılıyor. Pir Sultan Abdal’ın çocuklarının adı kesin olarak biliniyor. İsimler şöyle 1. Seyyit Ali Sultan, 2. Pir Mehemmed, 3. Er Gaip Sultan, 4. Senem’dir. Zaten Pir Sultan Abdal’ın idamından sonra talipleri çocuklarını Dersim, Çorum ve Tokat gibi değişik bölgelere kaçırıyorlar.

Bir de Pir Sultan Abdal’ın 1590 lı yıllarda idam edildiğini söyleyenler var. Söylencelerde Pir Sultan Abdal’ın musahibi olduğu söylenen ve Pir Sultan Abdal siyaset edilmeye götürülürken kendisine taş yerine gül attığı ifade edilen Ali Baba’nın 1574 yılında öldüğü kesin olarak biliniyor. Dolayısıyla Pir Sultan Abdal’ın bu tarihten önce siyaset edilmesi gerekir.

Biz Pir Sultan Abdal’ın son derece duyarlı, gelişkin, toplumu yönlendiren aktif bir kişilik olduğunu deyişlerinden anlıyoruz. Pir Sultan Abdal, Hace Bektaş dergâhıyla ve yörenin dergâhları ve dedeleriyle oldukça ilişkilidir. 

Çok şükürler olsun Hüda demine
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var
Mehdi evsafı eyledim temmine
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var

Pirim uyan dedi kalktım uyandım
Gerçeklerin boyasına boyandım
Mürvet dedim eşiğine dayandım
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var

Gördüm güvercin donunda oturur
Urum abdalları hizmet yetirür
Zemheride tomurcuk gül bitirir
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var

Bir gün doğdu şu dünyanın yüzüne
Âşıkların nur göründü gözüne
Cümle canlar niyaz etti özüne
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var

Hac’Ahmet Yesevi anın piridir
Hû deyince dağı taşı yürüdür
Bu da Hakk’ın bir gizlice sırrıdır
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var

Cümle sırrı bir nihanda görüyor
Çağıranın imdadına varıyor
Merhem almış sınıkları sarıyor
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var

Pir Sultan’ım biat ettik ol erden
Muhabbet kokusu geliyor serden
Katardan ayırma ey Şah-ı Merdan
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var

///
Güvercin donunda gördüm oturur
Ziyaret eyledim Balım Sultan’ı
Zemheride elmasını yetirir
Ziyaret eyledim Balım Sultan’ı

Tekkesine geyik postu döşeden
Cemine de kurban gelür köşeden
İnüp Al’Osman’a kuşak kuşadan
Ziyaret eyledim Balım Sultan’ı

Târik tutup kara taşı kaldıran
Mucizat gösterip kendün bildüren
On ik’öküzü bir kazana dolduran
Ziyaret eyledim Balım Sultan’ı

Seksen bin evliyâ çerağın yakar
Doksan bin evliyâ gülbengin çeker
Çeşmesinde suyu çağlayıp akar
Ziyaret eyledim Balım Sultan’ı

Pir Sultan’ım kork Allah’ın işinden
Tesellimiz aldık pınar başından
Biz de geçtik ol Delikli Taş’ından
Ziyaret eyledim Balım Sultan’ı

Burada özellikle şunu vurgulamam gerekir ki Balım Sultan ile ilgili yanıltmalar iktidarların Alevi toplumunu yeniden dizayn etme çabasından başka bir şey değildir. Özellikle Balım Sultan ve Şah Kalender ile ilgili toplumun kafasını karıştıracak şekilde yanlış bilgiler iktidarlar tarafından sürekli empoze edilmeye çalışılmıştır. Ancak biz artık kendi tarihimizi yazmaya başladık. Bu yanıltmalara karnımız tok.  

Konumuza dönecek olursak Şah Hatayi ile 2. Beyazıt’ın birbirine yumuşak davranması, baba oğul diye hitap etmesi görece olarak Balım Sultan’ın yani dergah ile Osmanlı ilişkileri arasında bir yumuşamaya gidildiğini gösteriyor. Bunun üzerinden Balım Sultanı karalamak doğru olmaz. 

Kalktı Horasan’dan sökün eyledi
Mekanın Çeç Beli var Urum Hoca 
Pirim Hacı Bektaş nazar eyledi
Dört yanın kasaba gör Urum Hoca

/////
Kardaşlarım bile yola gidelim
İkrar verdik ikrarımız güdelim
Çıkıp yükseklere seyran edelim
Görünür her rengi Koyun Baba’nın

////
Sultan Ağu İçen cümlenin başı
Yüzüm basa geldim mürşidim pirim
Sıdkınan oturam bitirem işi
Yüzüm basa geldim mürşidim pirim

/////
Bir gececik mihman oldum Onar’a
Aman Onar Dede sen imdat eyle
Özümü bağladım ol nazlı pire
Aman Onar Dede sen imdat eyle

////
Akdeniz’i seyreyledik yalıdan 
Böyle aldık nasihatı uludan
Tanrıdağı kurbü Kızıl Deli’den 
Görünür İmam evleri görünür

Senin âşıkların geçti râhından 
Korkmaz mısın âşıkların ahından
Akyazılı Sultan’ın dergâhından 
Görünür İmam evleri görünür


Bu deyişlerden anlıyoruz ki Pir Sultan geniş bir coğrafyada tanınan bilinen biri ve diğer dergâhlarla da ilişkisi var.

Peki ne yaptı Pir Sultan Abdal?

“Bu ayrılık bana ölümden beter.../...Bu ayrılık bana zulüm getirir.../...Ben gidersem sunam bana ağlama.../ Geçti dost kervanı eğleme beni” diyerek bir saklanma gizlenme dönemi yaşadığını anlıyoruz. 

Peki neden bir bu saklanma gizlenme?

Daha önce bahsettiğimiz ayaklanmalar döneminde Pir Sultan Abdal’ın duyarsız davrandığını düşünemeyiz.  1527 yılındaki Şah Kalender eylemi Pir Sultan Abdal için oldukça önemli bir eylem. Bunu deyişlerinden izlemek olanaklı.  

Peki eden isyan ediyor Hâce Bektaş Dergahının postnişi Şah Kalender?

Hace Bektaş dergâhını da içine alan Dulkadiroğlu beyliğini ortadan kaldırarak sınırlarına katan Osmanlılar Sivas, Tokat, Yozgat, Amasya, Erzincan, Çorum, Kayseri, Adıyaman, Ankara, Kırşehir, Adana’nın üst kısmından Malatya’yı da içine alan bölgede yoğunlukla yaşayan Kızılbaş toplumuna hem yaşam tarzı hem de inancı vs gereği yaşamı dar etmişlerdi. Zamanın ulemaları Ebusuhud, İbni Kemal, Sarı Görez Kör Müftü, İdrisi Bitlisi Kızılbaş katline fetva vermişlerdi. 

Ağır vergi yükü, baskı ve inançlarından dolayı sıkışan Kızılbaşlar 16. Yüzyılda birçok ayaklanma başlattılar. Bunların sonucunda bir kısmı Safevilere sığındı. Bir kısmı dergâha geldiler. Osmanlılar dergâhta toplananların 30 bin civarında olduğunu söylerken Şah Kalender’in zakiri Koyun Abdal “Kırk bin Rum Abdalı geldi” der. 

Pir Sultan Abdal 
Kırk yılın başında bir nur doğuyor
On’ki İmam Mehdi ile geliyor
Düldül eğerlenmiş Ali biniyor
On’ki İmam Mehdi ile geliyor

İstanbul’da aşkın kazanı kaynar
Onu içer cümle yoksullar baylar
Al yeşil giyinmiş yükünü taylar
On’ki İmam Mehdi ile geliyor

Sorarsanız bir elmadan çıkıptır
Kâfirlerin kal’asını yıkıptır
Sancakları Kazova’ya dikiptir
On’ki İmam Mehdi ile geliyor

Ali nurdan bir taç giymiş başına
Kim karışır ol Ali’nin işine
On’ki İmam berk yapışmış peşine
On’ki İmam Mehdi ile geliyor

Rum ilinde devlet hanlar tutuldu
Şad oluben top tüfekler atıldı
Zahir oldu kurt koyuna katıldı
On’ki İmam Mehdi ile geliyor

Pir Sultan Abdal’ım söyler özünden
Kâfir kırar topuğundan dizinden
Ahdim kaldı ol Mehdi’nin yüzünden
On’ki İmam Mehdi ile geliyor

Der. Yine bir başka deyişte

Bir seferim vardır Urum üstüne
Yüce dağ başında eri gözlerim
Al elimi kaldır Kırklar Yediler
Bir himmeti keskin Pir’i gözlerim

Bismillâh dedim de girdim helâle
Gözüm açıp baktım bir hub cemâle
Sıdk ile çağırdım ceddim celâle
Eriş Hızır Nebi carı gözlerim

Kudretten yanıyor Şah’ın ışığı
Hak dedikçe üğrünüyor beşiği
Gözlüye yol oldu pirin eşiği
Sinemde tutuşan nârı gözlerim

Keskin Zülfikâr’la Ali gazada
Umarım inâyet eder bize de
Bağdat’ta Mansur’un canı ezada
Kemendim boynumda darı gözlerim

Pir Sultan Abdal’ım nur Ali nuru
Hakk’ı bilenin Hak yanıdır yeri
Hint elinden öte Yemen’den beri
Ali’de balkıyan nuru gözlerim

Der. 

Osmanlı kaynakları da Pir Sultan Abdal’ın söyledikleri ile örtüşür. Padişaha sunulan bir raporda isyan eden Kalender güçlerinin Kazova’ya sancak diktiği bildirilir. Ve Osmanlılar burada ağır kayıplar verir. Pir Sultan Abdal’ın da bu eyleme katıldığını şu deyişlerden anlıyoruz.

Gözleyi gözleyi gözüm dört oldu
Ne yatarsın Şah’ım car günü geldi
Korular kalmadı kara yurd oldu
Ne yatarsın Şah’ım car günü geldi

Kızılırmak gibi bendinden boşan
Buradan Musul’dan Sivas’a döşen
Düldül eğerlendi Zülfikâr kuşan
Ne yatarsın Şah’ım car günü geldi

Mümin olan bir nihana çekilsin
Rakibin başına taşlar dökülsün
Tuğ sancaklar Kazova’ya dikilsin
Ne yatarsın Şah’ım car günü geldi

Binmiş ter içinde gelir dorusu
Aç kurt gibi bölük bölük sürüsü
Cümlesi de bir ikrarın çerisi
Ne yatarsın Şah’ım car günü geldi

Pir Sultan Abdal’ım bu sözüm haktır
Vallahi sözümün hilafı yoktur
Şimdiki sofunun döneği çoktur
Ne yatarsın Şah’ım car günü geldi

////
Şimdi bizim aramıza
Yola boynun veren gelsin
İkrâr ile pire varıp
Hakikatı gören gelsin

Kişi halden anlayınca
Hakikatı dinleyince
Üstüne yol uğrayınca
Ayrılmayıp duran gelsin

Tâlip olunca bir tâlip
İşini Mevlâ’ya salıp 
İzzet ile selam alıp
Gönüllere giren gelsin

Koyup dünya davasını
Hakk’a verip sevdasını
Doğrulayıp öz nefsini
Hak yolunu süren gelsin

Pir Sultan’ım Çelebi’ye
Eyvallahım var Veli’ye
Yol oğluna yol diliyle
Yolun sırrın soran gelsin 

///
Safasına cefasına dayandım
Bu cefaya dayanmayan gelmesin
Hem rengine boyasına boyandım
Bu boyaya boyanmayan gelmesin

Rengine boyandım meyinden içtim
Nice canlar ile didar görüştüm
Muhabbet eyleyip candan seviştim
Muhabbeti küfür sayan gelmesin

Muhabbet eyleyip yokla pirini
Yusun senin namus ile ârını
Var bir gerçek ile kıl pazarını
Kıldığın pazardan ziyan gelmesin

Kırklar bu meydanda gezer dediler
Evliyayı yola dizer dediler
Destini destinden üzer dediler
Nefsâniyetine uyan gelmesin

Pir Sultan’ım eydur dünya fanidir
Kırkların sohbeti aşk mekânıdır
Kusura kalmayan kerem kânıdır
Gönülde karası olan gelmesin

////
Erenler önünde bir niyaz ettim
On İk’İmam Şah-ı Merdan diyerek
Allah Allah deyip bir samah tuttum
On İk’İmam Şah-ı Merdan diyerek

Ol Yıldız Dağında çıktım bir pire 
Ermedi ayağım zerrece yere 
Orda pirim nazar etti bizlere
On İk’İmam Şah-ı Merdan diyerek

Erenler dediler sermayen hani
Vücudum evinde buldum sultanı
Mürşit huzurunda gördüler beni
On İk’İmam Şah-ı Merdan diyerek

Önümde rehberim yolları aştım
El ele el Hakk’a Şah’a ulaştım
Abdal oldum şu cihanı dolaştım
On İk’İmam Şah-ı Merdan diyerek

Anla gel dediler ilmin hâlini
Koklattılar dost bağının gülünü
Gösterdiler Hakk’ın doğru yolunu
On İk’İmam Şah-ı Merdan diyerek

Önümde kılavuz Ali’dir Ali
Ali’nin yoluna demişim beli
Böyle bir sultanın olalım kulu
On İk’İmam Şah-ı Merdan diyerek

Pir Sultan’ım biz varalım erlere
Mail olduk şu balkıyan nurlara
Türlü derdimizi döktük pirlere
On İk’İmam Şah-ı Merdan diyerek

Pir Sultan Abdal’ın bu eyleme katıldığını yine Pir Sultan ocağının taliplerinden olduğu anlaşılan Âşık İsmail’in bir deyişinde şöyle anlatıyor:
Uçurdular Pir Sultan’ın kuşunu
Seyrangâh eyledi Yıldız başını
Hub gösterdi toprağını taşını
Mevlâm kısmetini verdi orada

Şah Yıldız Dağında samah eyledi
Ayaküstü bin bir kelam söyledi
İndi Banaz’ı hoş vatan eyledi
Hayli devr ü zaman geçti orada

Koca Şah Urum’a bir elma saldı
Dolandı Urum’u Banaz’a geldi
Pir Sultan elmaya bir tekbir kıldı

İnsan taacüpte kaldı orada

Yüce gördü şehitliğin yolunu
Mansur gibi kabul kıldı dârını
Kokladı elmayı verdi serini
Mevlâm hırkasını koydu orada

Osmanlı bütün güçlerini bölgeye kaydırıyor. Kalender ve çevresindekiler Cincife, Kazova bölgesindeki yoğun çatışmalardan Safevi tarafına yani Kızılbaş topraklarına gitmek amacıyla Sivas Karaçayır köyü geçerek güneydoğuya Koçhisar (Hafik) tarafına yöneldikleri görülüyor. Şah Kalenderin de isyancılarla birlikte oraya gitmek arzusunda olduğu anlaşılıyor. Yolun Osmanlılar tarafından kesildiği öğrenilince Dulkadirli aşiretlerinin yoğun bulunduğu Elbistan-Nurhak dağları tarafına yöneliyorlar. Şah Kalender’in de Safevi tarafına gitme isteğine Kalender Çelebi’nin zakiri Koyun Abdal adeta ağlamaklı bir şekilde şöyle karşı çıkıyor. 

Seni Şah’a gider derler
Gel gitme güzel Kalender
Anan atan yüzü suyu
Terk etme güzel Kalender

Hacı Bektaş değil m’atan
Hünkâr Veli değil m’öten
Kerbelâ’da mekân tutan 
Gel gitme güzel Kalender

Sen Hacı Bektaş gülüsün
Şu âleme dopdolusun
Sen de bir erin oğlusun
Gel gitme güzel Kalender

Yedilmez oldu yedekler
Kurulmaz oldu otaklar
Harp oldu kaldı çıraklar
Gel gitme güzel Kalender

Bölük bölük oldu beyler
Dikildi sayvanlar tuğlar
Koyun Abdal durmuş ağlar
Gel gitme güzel Kalender

Maraş Elbistan tarafına geçen Şah Kalender güçleri, Osmanlının ulufeleri karşılığında dağılmış, Kalender Çeleni’nin çevresinde 3 bin kişi kadar kalmış. Şah Kalender burada kendisini sonuna kadar yalnız bırakmayan Veli Dündar’la birlikte katledilmiş. Başı kesilerek atların terkisinde İstanbul’a gönderilmiş.

İşte bu kalender eyleminden sonra yani 1527 yılından itibaren Hâce Bektaş Dergâhı 1552 yılına kadar kapatılmıştır. 1552 yılında Kanuninin kayınbiraderi Sersem ali paşa baba yapılarak dergâha postnişin olarak atanmıştır. Dergâhtaki dedelik babalık ayrımının sebebi budur.
 
1527 yılından sonra Pir Sultan Abdal’ın kaçgınlık dönemi başladığını düşünüyoruz. Pir Sultan Abdal deyişlerinde Kanlı Sivas deyimini kullandığı gibi Kanlı Tuna deyimini de kullanılıyor. Tuna nehrinden de “kanlı” diye bahsetmesi Osmanlının baskı ve zulmünün,  kıyım ve kırımının yayıldığı alanın büyüklüğünü göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Üstelik Pir Sultan Abdal, deyişlerindeki yer isimleri içerisinde sadece Sivas ve Tuna’dan “kanlı” diye bahsetmesinin buralardaki kıyıma tanıklık etmesinden ya da çok net bir şekilde haberdar olmasından olabilir.  

Ayrıca Şeyh Bedreddin kitabının yazarı Franz Babinger, Şeyh Bedreddin’in idamından 155 yıl sonra dahi Balkanlarda Kızılbaşlara karşı kıyım yapıldığını belgeliyor. Osmanlı padişahı, Varna ve Ahyolu kadılarına gönderdiği fermanlarla buradaki Kızılbaşların cezalandırılmalarını istiyor. Muhtemelen kanlı Tuna deyimi balkanlarda yapılan bu kıyımlarla ilgili olmalıdır.  

Yine Şam’da kul Yusu’fu görmeye geldim diyor. Muhtemelen buralara gitmiş olmalı. Ve Erdebil dergâhına...

Zaten 1549 yılında Şah Tahmasp’ın Anadolu yürüyüşü ve gerginlik ve çekişmelerin arttığı dönemde halifeler arasında Rumlu (Sivaslı) Pir Sultan Halife adında bir halifenin adı da geçmektedir. Bu kişi muhtemelen bizim Pir Sultan Abdal’dır. 

Bu gizlenme dönemi sanırım 1555 yılında Osmanlı-Safevi Amasya Antlaşmasının yapıldığı dönemde sona eriyor. Şah Tahmasp ile Osmanlılar arasında yapılan anlaşmanın en önemli maddelerinden biri Kıızlbaşlara yönelik baskılar. Bu anlaşma ile Pir Sultan abdalın artık köyüne döndüğünü düşünüyoruz. 

Zaten deyişlerinden anlaşıldığına göre Pir Sultan Abdal köyü Banaz’da yakalanıp, Sivas’a götürülüyor.

Sultan Ali’m bir iş geldi başıma
Yana yana ağlanacak iş oldu
Malum olsun yârenime eşime
Ferman geldi serim yere düş oldu

Yetiş imdadıma Celli Celâl’ım
Hünkar Hacı Bektaş Şah Sultan Balım
Efendime malum benim de halim
Benim derdim cümle derde baş oldu

Derviş olan şükür edip oturdu
Herkes kendi kısmetini götürdü
Nâmerdin lokmasın cömert yetirdi
Münkirin torbası şükür boş oldu

Şah’ın cemalinde kaldı nazarım
Okuyuben aşk kitabın yazarım
Ara yerde melul düştüm gezerim
Dertlerim bir idi şimdi beş oldu

Pir Sultan gaildir Hak’tan gelene
Şükür olsun damenimi salana
Akrancığın kendisinden bulana
Derdim deva buldu gönlüm hoş oldu
////

Bize de Banaz’da Pir Sultan derler
Bizi de kem kişi bellemesinler
Paşa hademine tenbih eylesin
Kolum çekip elim bağlamasınlar

Hüsey(i)n Gazi binse gelse atına
İnan olmaz çarh-ı felek zatına
Bizden selam söylen ev külfetine
Çıkıp ele karşı ağlamasınlar

Ala gözlüm zülfün kelep eylesin
Döksün mah yüzüne nikap eylesin
Ali Baba Hak’tan dilek dilesin
Bizi dâr dibinde eğlemesinler

Eğer Ali Baba söze uyarsa
Ferman büyük yerden beyler kıyarsa
Ala gözlü yavrularım duyarsa
Alım çözüp kara bağlamasınlar

Sûrrum işlemeden kaddim büküldü
Vücûdum evinin bendi söküldü
Önüm sıra Kırklar Şah’a çekildi
Daha beyler bizi dillemesinler

Pir Sultan’ım coşkun coşkun akarım
Akar akar Hak yoluna bakarım
Pirim aldım seyrangâha çıkarım
Yıldız Dağı seni yaylamasınlar

///
Yeşil başlı ördek uçtu göllerden
Duysun canlar deyu bizi asarlar
Bir taş oynamasın yerli yerinden
Duysun canlar deyu bizi asarlar

Yolumun üstünde üç ağaç incir
Ellerim bağlıdır boynumda zincir
Zincir sallandıkça her yanım sancır
Duysun canlar deyu bizi asarlar

Çevrini çevrini yollara baktım
Coşkun seller gibi çağladım aktım 
Onulmaz derdimi dağlara döktüm
Duysun canlar deyu bizi asarlar

İlimi sorarsan köyümüz Banaz
Dilerim onmasın ol kanlı Sivas
Bir ben ölmeyinen âlem yıkılmaz
Duysun canlar deyu bizi asarlar

Pir Sultan Abdal’ım kaddim büküldü
Gözümün gevheri yere döküldü
Kendir kement boğazıma takıldı
Duysun canlar deyu bizi asarlar
///

Banaz’dan sürdüler bizi Sivas’a 
Erler himmet edin ben gidiyorum
Garipçe canıma kıldılar cefa
Erler himmet edin ben gidiyorum

Gidi kâfir gelir dedim imana
Kuzular ağlıyor hem yana yana
Getirip de hapsettiler zindana
Erler himmet edin ben gidiyorum

Baktı didelerim yoldan kalmadı
Güzel Şah’a gelir dedim gelmedi
Pirimizden bize himmet olmadı
Erler himmet edin ben gidiyorum

Muhabbet yeline savurdum harman
Onulmaz dertlere bulalım derman
Garipçe canıma verdiler ferman 
Erler himmet edin ben gidiyorum

Urganım çekildi sığındım dâra 
Üstüme döküldü ağ ile kara
Muhbirin üstünde çıralar yana

Erler himmet edin ben gidiyorum

Gördüceğim bir karalı düş oldu
Gözlerimden akan kanlı yaş oldu
Benim derdim birbirine eş oldu
Erler himmet edin ben gidiyorum

Pir Sultan Abdal’ım belim büküldü
Aktı gözüm yaşı yere döküldü
Ahir urgan boğazıma takıldı
Erler himmet edin ben gidiyorum
Diyor. 

İftiraya uğradığını ve ihbar edildiğini dile getiriyor bu deyişinde Pir Sultan Abdal…

En acı olanı da “Gidi kâfir gelir dedim imana / Erler himmet edin ben gidiyorum // Baktı didelerim yoldan kalmadı / Güzel Şah’a gelir dedim gelmedi” diyerek umudunu hiç yitirmiyor ama ne kafir imana geliyor ne de Güzel Şah geliyor… 

Ve son olarak hepimizin bildiği siyaset edilmekten kurtulmak için içinde şah geçmeyen üç deyiş söylenmesi istenir kendisinden… Ve Pir Sultan…

Hızır Paşa bizi berdar etmeden 
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Siyaset günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim 

Gönül çıkmak ister Şah’ın köşküne
Can dayanmaz hasretine müşküne
Pirim Ali On’ki İmam aşkına
Açılın kapılar Şah’a gidelim

Çıkar çıkar Şah yoluna bakarım
Yüreğimi aşk oduna yakarım
Gözlerimden kanlı yaşlar dökerim
Açılın kapılar Şah’a gidelim

Her nereye baksam yolum dumandır
Bizi böyle kılan ikrar imandır
Şah’a malûm olsun halim yamandır
Açılın kapılar Şah’a gidelim

Çıkarım bakarım yolun başına
İşi olan hep gidiyor işine
Bir ben mi düşmüşüm can telaşına
Açılın kapılar Şah’a gidelim

Ilgıt ılgıt eser seher yelleri
Karşıda görünür Urum illeri
Bize peyik geldi Şah bülbülleri
Açılın kapılar Şah’a gidelim

Yaz seli gibiyim akar çağlarım
Hançer alıp ciğerciğim dağlarım
Garib kaldım şu arada ağlarım
Açılın kapılar Şah’a gidelim

Dertli sinem yanıp yanıp tütüyor
Aşk hançeri şu sineme batıyor
Mervan’ın ettiği bize yetiyor
Açılın kapılar Şah’a gidelim

Pir Sultan Abdal’ım mürvetli Şahım
Yaram baş verdi sızlar ciğergâhım
Arşa direk direk olmuştur ahım
Açılın kapılar Şah’a gidelim

///
Karşıda görünen ne güzel yayla
Bir dem süremedim giderim böyle
Ala gözlü Pir’im sen himmet eyle
Ben de bu yayladan Şah’a giderim

Eğer göğerüben bostan olursam
Şu halkın diline destan olursam
Kara toprak senden üstün olursam
Ben de bu yayladan Şah’a giderim

Bir bölük turnaya sökün dediler
Yürekteki derdi dökün dediler
Yayladan ötesi yakın dediler
Ben de bu yayladan Şah’a giderim

Dost elinden dolu içmiş deliyim
Üstü kan köpüklü meşe seliyim
Ben bir yol oğluyum yol sefiliyim
Ben de bu yayladan Şah’a giderim

Alınmış abdestim aldırırlarsa
Kılınmış namazım kıldırırlarsa
Sizde Şah diyeni öldürürlerse
Ben de bu yayladan Şah’a giderim

Pir Sultan Abdal’ım dünya durulmaz
Gitti giden ömür geri verilmez
Gözüm Şah yolundan Şah’tan ayrılmaz
Ben de bu yayladan Şah’a giderim
///
Kul olayım kalem tutan ellere
Kâtip ahvalimi yaz Şah’a böyle
Şekerler ezeyim şirin dillere
Kâtip ahvalimi yaz Şah’a böyle

Mevlâ’yı seversen kâtip böyle yaz
Dün ü gün ol Şah’a eylerim niyaz
Umarım yıkılsın şu kanlı Sivas
Kâtip ahvalimi yaz Şah’a böyle

Sivas ellerinde sazım çalınır
Çamlıbeller bölük bölük bölünür
Ben dosttan ayrıldım bağrım delinir
Kâtip ahvalimi yaz Şah’a böyle

Münafığın her dediği oluyor
Gül benzimiz sararuban soluyor
Gidi Mervan şad oluban gülüyor
Kâtip ahvalimi yaz Şah’a böyle

Yine eski yurda kalktı obalar
Kimi al giyinmiş kimi abalar
Bir dahi yâr sevmem olsun töbeler
Katip ahvalimi yaz Şah’a böyle

Yine bu sevdalar yüklendi bize
Bizde çağırırız her demde size
Şah-ı Merdan Ali gel yetiş bize
Kâtip arzuhalim yaz Şah’a böyle

Çıkarım bakarım Şah’ın yoluna
Derdimi dökerim seher yeline
Bülbül konmaz oldu gülün dalına
Kâtip ahvalimi yaz Şah’a böyle

Pir Sultan Abdal’ım ey Hızır Paşa
Gör ki neler gelir sağ olan başa
Hasret koydun bizi kavim kardaşa
Kâtip ahvalimi yaz Şah’a böyle

Kaynaklar:
Ali Haydar Avcı, Osmanlı Gizli Tarihinde Pir Sultan Abdal ve Bütün Deyişleri, La Kitap Yayınları, Ankara 2016.
Ali Haydar Avcı, Şah Kalender İsyanı, La Kitap Yayınları, Ankara 2017.
Leyla Akgül, Pir Sultan Abdal Sözlüğü, La Kitap Yayınları, Ankara 2014.