1960'lı yıllardan bu yana, öğrenci gençlik, özerk ve demokratik üniversite hedefinden kopmadı.

Özerklik kavramı, “bir topluluğun, bir kuruluşun ayrı bir yasaya bağlı olarak kendini yönetme hakkı”dır. Üniversitelerin misyonlarını en iyi şekilde yerine getirebilmeleri için mutlaka özerk bir yapıya sahip olmaları gerekir.

Ülkemizdeki üniversitelerin akademik, demokratik açıdan özerk olduğu, kendilerini bağımsız şekilde yönettikleri iddiaları, elbette gerçek değildir. Boğaziçi Üniversitesi'ne kurum dışından "kayyım rektör" atanması, bunun en son örneğidir.

Ülkemizde her dönem, devrimci muhalefetin olduğu her yerde, derin devletin kirli planları uygulandı. Kapitalist/emperyalist devletlerin sınıf mücadelesi karşısında güvendikleri tek güç faşist baskı, terör ve şiddettir. Buna ilişkin olarak vereceğim birkaç örnek, geçmişimizi anımsamak açısından önemli.

Özerk üniversitelerde güvenlik güçlerinin kampüslere girebilmesi için rektör izni gerekir. Peki rektör bu izni vermediğinde ne mi olur? Deniz Gezmişlerin 4 Mart 1971 tarihinde 4 ABD'liyi kaçırmalarından sonra, ODTÜ yurtlarında saklandıkları iddiasıyla 4 bin asker ODTÜ'yü kuşatarak saldırıya geçmişti. Bu saldırıda 3 kişi ölmüş, 30 öğrenci yaralanmıştı.

12 Mart cuntasının ilk icraatlarından biri, solcu öğrenci gençliği, öğretmenleri ve akademisyenleri derdest etmek oldu. 12 Martçıların faşist uygulamaları, 1970'li yıllarda sivil görünümle devam ettirildi. Üniversitelerin kapısı polis ve askerlere teslim edildi. Hatta güvenlik güçleri üniversite koridorlarında terör estirdi. Üniversitelerde yaşananlar 68'li yıllardan farklı değildi. Komando kamplarında eğitilen faşist güçlerin saldırdığı kesimlerin başında öğrenci gençlik geliyordu. 1970'li yıllarda yaklaşık 4 bin solcu, resmi ve sivil faşist güçler tarafından katledildi.

Bu katliamların en önemlilerinden biri, 16 Mart 1978'de gerçekleştirildi. İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde gerçekleştirilen bombalı, silahlı saldırıda 7 öğrenci öldü, 41 öğrenci yaralandı. Bu saldırılar 12 Eylül cuntasının hazırlıklarıydı. Nitekim, milyonlarca insanın işkenceden geçirildiği 12 Eylül döneminde, onbinlerce öğrenci gözaltına alındı, tutuklandı, okullarından atıldılar.

6 Kasım 1981'de çıkarılan yasa ile YÖK kurularak üniversitelere kan kusturuldu. Sol görüşlü 38 profesör, 25 doçent, 10 yardımcı doçent 1402'lik olsa da, istifa ettirilenleri de eklersek, bu sayı 20.000 civarındadır.

Solu çökerttik dedikleri 1980'li yıllarda, öğrenci gençliğin toparlanıp örgütlenmesi devleti çileden çıkardı. Öğrenci dernekleri kapatıldı, soruşturmalarla öğrenciler okullarından atıldı, sosyal etkinlikler, hatta yaz şenlikleri bile yasaklandı.

YÖK'e karşı olduğunu iddia eden AKP, Fethullahçılarla birlikte YÖK'ü ele geçirdikten sonra, "dinci gençlik" yetiştirme hedefi doğrultusundaki müdahalelerine hız verdi. Her fırsatta, ODTÜ, Boğaziçi, İTÜ gibi üniversitelerden nefret ettiklerini dile getirdiler. ODTÜ'de mescitlerin yıkıldığı kara propagandaları sırasında basın açıklamalarındaki pankart şuydu; "ODTÜ Yıkılsın! Yerine Üniversite Kurulsun!" Fırsatını buldukları anda, bu üniversiteleri ilahiyat fakültelerine dönüştürmeleri sürpriz olmaz.

İktidarların cehaletten beslendikleri bilinen bir gerçek. Onların bu ruh halini, Sabahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı  Prof. Dr. Bülent Arı KRT televizyonunda yaptığı bir konuşmada şöyle anlattı:

"Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış cahil halktır. (...) Türkiye'nin okumuş kesimi, profesörlerden başlayarak geriye doğru en tehlikeli olanlar üniversite mezunları. Olayları en rahat okuyanlar ilkokul mezunları. Çünkü zihinleri berrak. Üniversite ve sonrası durum çok vahim çünkü gidişatı okuyamıyorlar, zihinleri bulanık."

Profesör olduğu iddia edilen bu kişiye bu konuşmayı yapma cesaretini veren güç, yandaşlığını yaptığı iktidardır.

Bu iktidar neredeyse her ilçeye bir tane gerici, tarikatçı vakıf üniversitesi kurdurdu. Şu anda ülkemizde 209 üniversite/akademi bulunmaktadır. İktidar vakıf üniversitelerini baştacı etti. Üniversitelere vurulacak darbe için, 15 Temmuz 2016 sonrası gündeme getirdikleri KHK ile mağdur edilenlerin sayısı 127 bine yakın. KHK'lilerin yüzde 83'ü toplumsal dışlanma yaşamış.

YÖK öncesi her üniversite kendi rektörünü seçmekteydi. YÖK'ün kuruluşu ile birlikte bu yetki YÖK’e ve cumhurbaşkanına verildi. 1992-2016 arasında ise rektör seçimlerine 6 aday katılıyordu. YÖK bunu 3 adaya düşürdü. Sonrasında, Cumhurbaşkanı bu 3 kişiden seçimi kazananı değil, istediğini rektör olarak atamaya başladı. Kısacası üniversitelerde "kayyım rektörlük" dönemi başlatıldı. 2018’de çıkarılan bir kararname ile YÖK saf dışı bırakıldı. Rektör atamaları için gerekli tüm ölçüler ve kurumsal süreçler yok sayıldı.

Rektörlük atamaları krizi sadece Boğaziçi'ni değil, tüm üniversiteleri sarsmaktadır. Boğaziçi Üniversitesi'nde ilk kez 2016 yılında “seçilmiş” değil, “atanmış” bir rektör göreve getirildi. Rektörlük seçimlerinde oyların yüzde 86’sını alma rekorunu kıran Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu'nun yerine, seçimlerde aday bile olmayan Prof. Dr. Mehmed Özkan atanmıştı. Bu atama da Boğaziçili akademisyenler ve öğrenciler tarafından protesto edildi.

Boğaziçi Üniversitesi'ni de, ODTÜ gibi "tehlikeli üniversite" statüsünde gören iktidar, geçmiş protestoları, direnişleri hiçe sayarak, 1 Ocak 2021'de bu kez kurum dışından, partili birini "kayyım rektör" olarak atadı. Boğaziçi'ne kurum dışından atanan Melih Bulu, AKP Sarıyer İlçe Teşkilatı kurucularından. 2009 yerel seçimlerinde AKP'den Ataşehir Belediye Başkanı aday adayı. 2015 seçimlerinde ise, İstanbul 1'inci Bölge'den AKP milletvekili aday adayı.

Boğaziçi Üniversitesi’ne ilk kez okul dışından bir rektör atanmasını protesto eden öğrenciler şu açıklamayı yaptılar: “Akademi, ideolojiler üstü bir oluşumdur; ancak üniversite mensuplarının iradesinin hiçe sayılarak üniversitemize bir rektör atanması politiktir. Biz Boğaziçili öğrenciler olarak, üniversitemizin ilkelerine ve kültürüne binaen, üniversitemizin özerkliğinin; kişiliğine ve geçmişine bakılmaksızın tepeden atanan herhangi bir akademisyen ile değil, üniversite mensuplarının yaptığı demokratik yollarla belirlenen bir rektör seçimiyle sağlanacağını savunuyoruz.”

Boğaziçi Üniversitesi'nde öğrencilerin protestolarına akademisyenlerin eklenmesi çok önemli bir gelişme. Üniversite kampüsündeki devir teslim törenine cübbeleriyle katılan öğretim üyeleri, rektör atamasına tepkilerini sırtlarını dönerek gösterdiler. Öğrenci İşleri Dekanı, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’nin Yayın Kurulu Başkanı (Boğaziçi Üniversitesi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırma Merkezi Müdürlüğü görevini de yürütmekteydi) ve Boğaziçi Üniversitesi Rektör Danışmanı Zafer Yenal görevlerinden istifa ettiler. Yenal; "Bir daha kapıları kelepçelenmiş üniversite görmemek için iyilik adına, güzellik adına daha sıkı çalışmaya devam edelim," dedi.

Üniversitelerdeki sistem o derece bozuldu ki, üniversite rektörlerinden üçte birinin uluslararası bilimsel dergilerde tek bir yazıları bile yok. Keza bu orandan daha çok rektörün yazdığı yazılardan alıntı bile yapılmamış. Üniversitelerimizin dünya üniversiteleri listesinde niçin önemli yerlerde yer almadığını bu acı tablo göstermektedir.

Çarpık eğitim sistemi ve üniversitelerdeki vesayet sistemi, akademisyenlerin, öğretmenlerin, velilerin ve öğrenci gençliğin karşı çıkışıyla yok edilecektir. Öğrenci gençliğin mücadelesi, sınıf mücadelesindeki toparlanma ve atılım ile paralellik gösterdiği noktada alacağı olumlu sonuçlar büyüyecektir.

Resmi tatil gününde, sokağa çıkma yasağı olduğu sırada Boğaziçi Üniversitesi'ni ziyaret eden "Tek Adam"ın ba tavrı Boğaziçi öğrencileri tarafından bir bildiriyle protesto edildi. İşte bu noktada, şunun altını çizmek zorundayız.

Boğaziçi protestosu sırasında üniversite kapısına kelepçe takılmasının, dünya genelinde bir başka örneği yoktur.

Sonuç olarak, gerici/faşist iktidar, on sekiz yıllık iktidarı sürecinde tüm üniversitelere "kelepçe" taktıklarını, öğrenci protestoları sırasında bütün dünyaya gösterdi. Gazetecilerin kadrajına giren o "kelepçe" fotoğrafı, tarihi bir gerçekliği göstermektedir.