Tarih kaybolup unutulan kültürlerle dolu. Eski Yunanlılar, Mısırlılar, Sümerler, Hititler ve Mayalar hemen hemen bir çok tarih kitabında vardır. Bugün bu kültürleri yalnızca anlatılan efsanelerden veya arkeolojik kanıtlardan biliyoruz. Geçmişe bir yolculık yaptığımızda insanlığın şimdiye kadar neleri kaçırdığını görebiliyoruz. Tarihte olduğu gibi bazı kültürler unutulup sonsuza kadar kaybolmuş, bazıları ise tarih kitaplarının sayfalarını kurgulanmış efsanevi resimlerle süslüyor. Geçmişte olduğu gibi bazı kültürler sonsuza kadar unutulacak, diğerleri en azından takip edebileceğimiz izler bırakacak.

Mısırlılar, Yunanlılar, Romalılar – Sümerler, Hititler ve Mayalar’ın tarihte yeri vadır. Fakat Harald Haarmann, 2019 yılında C.H.Beck yayınlarında çıkan “Dünya tarihinin unutulmuş kültürleri. İnsanlığın kayıp 25 yolu“ (Vergessene Kulturen der Weltgeschichte.25 verlorene Pfade der Menschheit) adlı eseri geçmişe olduğu gibi günümüzede ışık tutmaktadır. Haarmann kitabında Baykal Gölü'ndeki Taş Devri yerleşimlerini keşfediyor, Yunanistan'ın Hint-Avrupa öncesi nüfusu olan Pelasgların bilmecesini araştırıyor, Karadeniz'den gelen Amazon savaşçı kadınlarının hikayelerinde tarihi bir çekirdek buluyor, Paskalya'nın tuhaf kültürünü açıklıyor. Ev yapımı çevre sorunları nedeniyle yok olan ada, güney Amazon bölgesinde yakın zamanda keşfedilen ve şimdiye kadar el değmemiş ormanlarda yalnızca avcı ve toplayıcılardan izler kalan büyük yerleşim yerlerinin kalıntılarını anlatıyor. Genel olarak kaybolup unutulan 25 kültürün, daha bilmediğimiz yüzlerce kültürlerin neden ve nasıl kaybolduğuna dikkat çekiyor. Ama aynı zamanda insanlığın düşündüğümüzden daha fazla seçeneği olduğunu da gösteriyor.

Dil ve Kültürbilimcisi Haarmann’ın üzerinde durduğu kaybolup unutulan kültürler kitabı beni kendi kültürümüzün, Dersim inanç ve kültürünün üzerinde tartıştığımız bu günlerde kaybolma tehlikesiyle baş başa olduğumuzu ve herşeyden önce inanç ve kültürü besleyen dilin kaybolmasıyla birlikte sistematik olarak devlet ve eğemen kültürlerce yoğun bir şekilde sürdürülen asimilasyon politikalarının bizi de, önüne geçemediğimizde, yakın bir tarihte yok olmaya götürecektir. Bunun farkında mıyız? farkındaysak yok olmamanın karanlık tarafını nasıl aydınlatarak yaşayabiliriz? Birçok Dersimli kurum, insiyatifler ve şahıslar hep bir araya geldiğimizde kaybolmamak ve unutulmamak için saatlerce konuşur, yazar ve çizeriz. Ne yazık ki, birlikte yürüyüp üretemeyiz.

En çok mağdur edebiyatı yapan bizler oluruz, ama geleceğe nasıl ışık tutacağımızı henüz kavramış değiliz. Dersim coğrafyasında yaşıyanların büyük bir kısmı – kısmen elli yaş üstü hariç - günlük yaşamlarında dilimiz Kırmanç/Zazaca'yı konuşamıyor veya konuşmak istemiyor. Çocuklarımıza bu dilin öğretilmesi için çaba sarfetmediğimiz gibi, bu konuda çaba sarfedenlerin de önünü keseriz. Diaspora’da, özellikle büyük Metropoller’de ve Avrupa’da yaşıyan Dersimliler olarak var olan imkanları siyasi ve ideolojik duruşlarımızdan dolayı kullanamayız. Çünkü grupçuluk ve siyasi menfaatlerimiz toplumsal çıkarlarımız önce geliyor.

Bu durum bize izleri büyük ölçüde kaybolmuş, yalnızca dağınık arkeolojik kalıntıların sonucunda gün ışığına çıkarılan, ya da varlığını başka kültürlerden bugüne aktarılan efsanelerden ve bilgilerden bildiğimiz kültürleri hatırlatıyor. Dil kaybolunca başka dillerde efsanelere konu olmaya başlıyorsun.

Biz Dersimlilerde aynı Mısır firavunu Hatshepsut'un (MÖ 1479-1458) bir keşif raporundan bildiğimiz efsanevi altın ülke Punt gibi "uç kültürler" ya da Fars Körfezi'ndeki (Bahreyn) cennetteki Dilmun gibi veya MÖ 2. binyıl önce değerli ticari malların Sümer çivi yazılı metinlerinde ele alınıp rapor edilerek bugüne aktarılması gibi tarihin sayflarına kaybolmuş kültürlerin akabetine mı uğrayacağız?

Çözülmeye ve asimilasyona uğramış ve devam eden bu süreci durduramazsak Dersim inanç ve kültürü ve bu coğrafyada yaşanan acılar Gılgamış Destanı’nında olduğu gibi şiirlere ve hikayelere konu olacak.

Sonuç olarak Haarmann Dünya tarihinin unutulmuş kültürleri kitabında okuyucularını Baykal Gölü'ndeki Taş Devri yerleşimlerine götürüyor; Yunanistan'ın Hint-Avrupa öncesi nüfusu olan Pelasgların gizemini araştırıyor; ve insanlığın ilk tapınaklarının Mezopotamya'da veya Nil Vadisi'nde yerleşik çiftçiler tarafından değil, binlerce yıl önce Doğu Anadolu'da Göbekli Tepe'de avcılar ve toplayıcılar tarafından inşa edildiğini efsanevi bir dille günümüze aktarıyor.

Haarmann, dil ve kültürler tarihi çalışmalarıyla "uç kültürlere" daha fazla ışık tutma girişiminde, Karadeniz Amazon savaşçı kadınlarının hikayelerinde tarihi bir çekirdek buluyor ve modern çağın kana susamış boğa güreşlerinin, dünyanın barışçıl ritüel boğa güreşleriyle ilişkili olduğunu gösteriyor.

Minos Girit'e geri döner mi? Bu sorunun cevabını yine insanlık kendisi verecektir. Buna ek olarak, yaklaşık 6000 yıl önce, eşitlikçi bir toplum modelinin yüksek bir uygarlık düzeyinde uygulandığı ilk Avrupa yüksek kültürü olan Tuna Uygarlığı'ından insanlığa geriye ne kaldı? bu sorunun cevabı ise bizlerin içinde yaşadığımız bu çağda saklı.

Haarmann bilim ve kültürler tarihi çalışmalarıyla, bu tür kaybolmuş toplulukların, bugün bizim tarafımızdan bilinmeyen varlığını tarihin karanlığından çıkararak bize aktarırken, bizlerin geçmişten öğrenerek geleceğe kaybolmadan varmamıza ışık tutuyor.

Kaybolmamak ve unutturulmak istemiyorsak henüz geç kalmadan kurumaya yüz tutmayla karşı karşıya kalan kültürel yaşamımızı dil ve inançtan başlayarak, gelecek kuşaklara aktararak yeniden yeşertebiliriz. Bunun için hepimiz bireyler ve kurumlar olarak tarih karşısında sorumluyuz.