Sabah sabah şair olmamak için kendimi zor tutuyorum.
Bişey yapmadan sadece pencereden dışarıya bakıp, gün doğumunu izliyorum. Muhteşem. Muhteşem çok cılız bir kelime ihtişam demek ama sönük kalıyor.
Önce karanlığın içinde, güneşin doğacağı tarafta belli belirsiz bir kızıllık beliriyor ve o kızıl bana nedense çok tanıdık geliyor!.:)
O belirsiz kızıllık ufuk çizgisinde belirgin hale geliyor, genişliyor, yayılıyor, yayıldıkça netleşiyor, netleştikçe çoğalıyor, çoğaldıkça rengi açılıyor, belirginleşiyor, önce kırmızıya, sonra portakal rengine evriliyor.
Gökkuşağının doğuşunu izliyorum resmen.
Ufuk çizgisinde yerde yayılan kızıl, elmadan portakala geçerken göğün tepesindeki karanlık, siyah bir yorgan gibi usulca geriye doğru kayıp sıyrılıyor, kayboluyor, karanlığın yerini lacivertleşen bir renk akışı alıyor giderek mavinin sonsuz tonları peşpeşe akıyor.
Tepede mavinin tonları siyaha ulaşırken, yerde siyah ağaç siluetlerinin arasından fışkıran kızıldan portakala, sonra sarıya uzanan renk cümbüşü nihayetinde beyaza ulaşıyor.
Beyaz, ince bir hat, mavi ile kızılı ayıran belli belirsiz hat.
Mavinin karanlığı ile kızılın karanlığı beyazda buluşuyor mu desem, ayrışıyor mu desem, yoksa ayrışmada mı buluşuyor? Yerle Gök beyazda buluşuyor mu ayrışıyor mu?
Benim gözüme görünen olay aslında şöyle;
yeryüzünde karanlığın içinde olan ben ve benim gibiler, kuşlar, kurtlar, ağaçlar hep birlikte uyuyoruz.
Biz uyurken kara ağaçların yapraksız dallarının arasında, ufuktaki kızıllık bir ateş oluyor ve ağaçları tutuşturuyor. Tutuşan ağaçlar bir yangın gibi ufuk boyunca genişliyor, yangın genişledikçe kızıllık kırmızıya, Al'a, ve portakal rengine evriliyor. Yangın portakala ulaştığında, kara ağaçların göklerdeki köklerinden lacivert sökün ediyor ve mavinin tonları doğmaya başlıyor.
Ağaçların yerdeki kökleri halen kara iken, göklerdeki kökleri mavide ak'a ulaşıyor.
Kara ağacın dalları halen kara olduğu halde, ufkunda portakal ateşi, sarı alevleri geçtiğinde Ak'a ulaşıyor.
Ak, göklerdeki köklerle, yerdeki kökleri, dalların ufkunda buluşturuyor-ayrıştırıyor, aklıyor.
Gecenin karanlığının sonunda ortaya çıkan kara ağaçların dalları arasındaki ufkun kızılına Sibirya şamanları sihir diyorlar.
Gecenin karanlığının sonunda ortaya çıkan kara ağaçların dalları arasındaki ufkun kızılına Anadolu insanı seher diyorlar.
Gecenin karanlığının sonunda ortaya çıkan kara ağaçların dalları arasındaki ufkun kızılına Ortadoğu'da Müslümanlar sahur diyorlar.
Sihir, seher, sahur vakti kara ağaçların dalları arasında ortaya çıkan kızıl, ibrişimden ipek bir tel gibi kuşların kanatlarını çekiştiriyor, gözkapaklarını kaldırıyor, cıvıldaşmalar başlıyor.
Kızıl alev sarıya, sarıdan Ak'a ulaştığında kuş cıvıltılarına diğer sesler de katılıyor, tabiat topyekün uyanıyor.
Karanlığın içinde saklı olan gökkuşağının sonsuz renkleri, ak'ın iki yanında, gök mavisi ile yer kızılının tüm ışık telleri canlıları canevinden tutuyor, nefeslerinden tutuyor, seslerinden tutuyor hepsini sırayla uyandırıyor, okşuyor, doku*nuyor, ayağa kaldırıyor.
En son insan uyanıyor.
İnsanın uyanması ağır ilerliyor.
Önce ağaçlar tutuşacak,
sonra kuşlar uyanacak,
sonra su uyanacak, buzları kıracak,
sonra toprak uyanacak,
sonra bahar gelecek,
çiğdemler uyanacak,
kardelenler kar'ı delecekler ki, insan uyansın.
Gecenin aklanması böyle oluyor.