Deniz kıyılarına vuran cesetler, kamyon kasalarında nefessiz kalarak ölenler, AB sınırlarında yaşanan fecaat, Avrupa’nın göbeğinde maruz kalınan ırkçı saldırılar, tıka basa dolu trenlerde kaçmaya çalışanlar, açlık, susuzluk ve sefalet çekenler... Ve daha nicesi kısa bir haftanın mülteci bilançosu işte. Yüzbinlerce insanın demokrasinin ve refahın “beşiği” zengin Avrupa’da yaşadıklarına bakın... Akıl alır gibi değil.

Türkiye’de ve Avrupa’da neredeyse bütün burjuva medyası mültecilerin başlarına gelenleri manşetlerine taşıyor. Bodrum sahillerine cesedi vuran 3 yaşındaki Aylan Kurdi’nin vicdanları kanatan fotoğrafı şimdiden bu dramın sembolü oldu. On yıllardır savaş çığırtkanlığı yapan, ırkçı rezilliği körükleyen burjuva medyası, şimdi döktüğü timsah gözyaşlarıyla dünyayı ve bilhassa Avrupa’yı “utanmaya” çağırıyor... Ve hedef saptırıyor.

Tanığı olduğumuz bu insanlık dramının faili belli. Muğlak bir “insanlık”, muğlak bir “dünya” veya “Avrupa” söylemiyle üstü örtülmeye çalışılan, tüm bu yaşananların asıl sorumlusunun tekelci kapitalizm ve onun paraziter, çürümüş aşaması olan emperyalizm olduğu gerçeğidir. Görüntülerin burjuva toplumlarında yarattığı infialin ortaya çıkaracağı tepkinin asıl sorumlulara yönelmesinin önüne geçilmek istenmektedir böylece.

Ama Suriyeli genç mültecinin televizyon kameralarına söyledikleri kulaklarda hâlâ: “Biz ülkemizi terk etmek istemiyoruz, yeter ki siz savaş çıkartmayın.” Sorunların nedeni bu kadar basit açıklanabilir aslında. Ama emperyalist güçler mülteci cesetlerini dahi kendi amaçları için kullanmaktan geri durmuyorlar. AB kurumlarında ve hükümetlerinde mültecilerin insan onuruna uygun bir biçimde yaşayabilmelerini sağlayacak tedbirler yerine, görünmez duvarlar nasıl yükseltilir, sınırlar nasıl kapatılır ve göç nasıl engellenir tartışmalarını sürdürüyorlar.

Patronluğunu Almanya’nın yaptığı AB emperyalizmi jeostratejik, jeoekonomik ve jeopolitik çıkarlarını kollamak, enerji ve hammadde kaynaklarına engelsiz ulaşmak, nakliyat yollarını kontrol altında tutmak ve dünyanın en ücra köşelerinde dahi otoriter neoliberalizm ile serbest ticareti hakim kılmak için savaşlar çıkartıyor, iç savaşları körüklüyor, rejim değişiklikleri dayatıyor, kendi toplumlarını militaristleştiriyor, silah ihracatı ve mali yardımlarla islamist terör şebekelerini ve despotik rejimleri destekliyor.

Dünya çapında yaklaşık 60 milyon insan başta NATO olmak üzere, emperyalist güçlerin çıkarttığı/teşvik ettiği savaşlardan ve tekelci kapitalist/emperyalist dünya sisteminin yol açtığı yoksulluk ve felaketlerden kaçmak zorunda kalıyor. Buna karşın sermayenin bıraktığı kırıntıları refah zanneden Batı toplumları refah şovenizmi ve ırkçılık ile görece refahlarını koruyabilmeyi umuyor, “güvenlikleri” için demokratik ve sosyal haklarından feragat ediyorlar. Tüm sorunların nedeninin sermaye ve emek arasındaki temel çelişki olduğunu göremiyorlar. İşte tam da bu nedenle Marksist-Leninistlere, Komünistlere ihtiyaç var. Dünyayı yorumlamakla yetinmeyen, değiştirmenin gerekli ve olanaklı olduğunu onlardan başka söyleyen yok. Mülteci dramı tüm vahşetiyle bu gerçeği bir kez daha teyit ediyor.