25 Kasım Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Şiddete Mücadele günü


Artık mağduriyet hikayeleri anlatamayız: Hepimiz savaşlara karar veren mekanizmaların erkek, ölen, tecavüz edilen sivillerin çoğunlukla kadın ve çocuklar olduğunu, tüm ülkelerde kadınların yaşam haklarının cinsiyetlerinden dolayı her an ellerinden alınabildiğini biliyoruz. Dünyadaki çalışan nüfus % 60 oranında kadınken, gelirden aldıkları payın %10 olduğunu bilmeyen mi var?

Kadına karşı zengin veya yoksul bütün ülkelerde, bedensel şiddet,( İşkence, yakma, yaralama; sünnet adı altında cinsel organını parçalamak ve öldürmek) psikolojik şiddet, (küçük düşürmek, eğlence aracı haline getirmek, korkutmak, tehdit ve takip etmek) cinsel şiddet, (tecavüz, taciz, bedeni hakkında karar vermek) sosyal şiddet, (kontrol etmek, din ve ahlak baskısıyla toplumsal yaşamdan soyutlamak) ve ekonomik şiddetin( emeğini ev içinde bedava kullanmak, ucuza veya ücretsiz işlerde çalıştırmak, işsiz bırakmak, mülksüzleştirmek) tüm hızıyla devam ettiği hepimizin malumu.

Erkek egemen kapitalist düzen, dünya nimetlerinin nasıl paylaşılacağını; demokrasinin, eşitliğin, özgürlüğün ne olduğunu, siyasetin kurallarını; toplumsal yaşam modellerimizi, dini, ahlakı, yasayı erkin çıkarlarına göre tanımlamış. Kazanımlari irili ufaklı erk sahiplerine dağıtmış. Baş kaldırdığımız yerde asker, polis; yetmezse kocalarımızı, babalarımızı, abilerimizi başımıza nöbetçi vermişler.

Lakin ayukka çıkan kadın cinayetleri bir yandan örtülemez hale gelmiş, utanç vesilesi olmakta. Çare, kendi rolünü ve sorumluluğunu gizlemek, bu vahşeti hep başkalarının meselesi olarak göstermekte bulunmuş. Herkes topu bir başkasına, mümkünse siyasi karşıtına atmaya çalışmakta. Alman politikası ve medyasında göçmenler, müslümanlar, yoksul ülkeler bu cinayetlerden sorumlu. Göçmenlere göre sapıkların, canilerin kısaca hep ötekilerin işi bu vahşet.

Bu yüzden sorularımız giderek çoğalıyor: Önce kendi rolümüzü sonra kızının bekaretini kontrol eden aileyi ve işlenen kadın cinayetlerini „aile dramı“ olarak örtmeye çalışan devleti sorgulamaya ne zaman başlayacağız? Kadını küçük düşüren fıkralarla onun bedenini kontrol ve gereğinde yok etme hakkını erke veren zihniyet arasındaki bağlantıyı ne zaman kuracağız?

Bu ülkede, yılda 12 göçmen kadının canını alan „namus“ cinayetleriyle „aile dramı“ adı altında işlenen yüzlerce kadın cinayeti aynı nedenlerle işlenmiyor mu? Şiddete uğrayan göçmen kadınların, şiddet uygulayan eşlerinden bağımsız oturma ve çalışma izinlerinin olması onların canını korumaz mı?

Demokrasi havarisi kesilen Alman Devleti neden Suudi Arabistan, Türkiye ve benzeri ülkelerdeki kadın düşmanı politikaları sorun etmiyor, ilişkilerini gözden geçirmiyor? Neden kadınlar ve eşcinseller sığınma yasasından faydalanamıyor, cinsel takip siyasetin konusu değil mi? Kadınların işsizlik ve yoksulluğa terk edilmesi, ucuz, hatta ev işi, çocuk ve hasta bakımı gibi işlerde bedava çalışması kadınlara uygulanan ekonomik şiddet değil mi?

Bu gün aracılığı ile tüm kadınları, kurban rolünü terk etmeye, eşit ve özgür olarak yaşamak için politikada taraf olmaya çağırıyoruz. Bizim köleliğimizden çıkarları olanların insafını beklemek, onların iktidarını pekiştirmekten başka bir işe yaramayacaktır.

Yaşamın her biriminde; bilimde, sanatta, üretimde, siyasette kendi özgür alanlarımızı yaratmaktan ve toplumu yeniden biçimlendirmekten başka çaremiz var mı?