İlk deneyimi 2002 yılında Yeniden Özgür Gündem gazetesinde yaptı. Metin Kemal Kahraman, Ciwan Haco, Fuat Saka, Kazım Öz, Serhat Ertuna gibi sanatçılar ile çalışan Aslı, eserlerinde ve motiflerinde Kürt kadınları ve Kürt kültürünü yansıtmaya çalışıyor.

Aslı Filiz 17 yıldır grafik tasarım yapıyor. 2000’li yılların başında Yeniden Özgür Gündem Gazetesi’nde çalışma fırsatı oldu ve ilk grafik deneyimini de gazetede edindi. Ancak Filiz’in esas hedefi sanatsal çalışmalara yönelmek ve grafik tasarımda akademik bir eğitim almak istiyordu. Şimdi Hamburg Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okuyan Aslı Filiz sanatsal çalışmalarını ile motiflerini konuştuk.

Grafik tasarım okudunuz; sizi bu tercihe yönlendiren ne oldu?

Aslında çocukluk yıllarımdan beri resime ve grafiğe ilgim hep vardı. 1990’larda Türk devletinin Kürdistan’da yürüttüğü çatışmalardan dolayı ve babamın siyasi sorunlarından kaynaklı 92’de ailece İstanbul’a göç etmek zorunda kaldık. İstanbul’a gelmem ile birlikte resim ve tasarıma olan ilgim daha da arttı. Amcam 1970’lerde Ankara’daki öğrencilik dönemlerinde Odak Yayın ve Dağıtım adında bir kitap evi işletmiş. Burada klasikler ve çeşitli kitaplar basmış ve şık tasarımlar yapmış.

Babam sık sık Mehmet amcamı anlatırdı, özellikle 1970’li yıllarda Ankara dönemlerinde Abdullah Öcalan ile birlikte Ankara Siyasal Bilgiler’de okumuş ve ayrıca o dönemlerde fakültede  gerçekleştirdikleri boykot nedeniyle gözaltına alınınlar içerisinde Abdullah Öcalan, amcam Mehmet Filiz, Bahadır Boso, Ahmet Akyıldız, Üstün Erdil ve birkaç isimi daha  Mamak Askeri Cezaevi’nde kaldılar. Amcamın ve babamın hem siyasi anlamdaki duruşu hem de basın yayın ve grafik ile alakaları hep ilgimi çekmişti. Bu çalkantılı dönemde babam da Odak Yayın ve Basım Evi’nde tezgahtar olarak çalışıp ayrıca belli eylemlere katılır ve ’Faşizme Karşı Birleşik Cephe’ afişini asarken faşistler tarafından vurulur. Birçok gazete “Mahmut Filiz faşistler tarafından vurularak öldürüldü” diye yazar. Fakat babam 4 kurşun yarası ile ağır yaralanmıştı ve 3 ay yoğun bakımda kaldıktan sonra taburcu olur.

Daha sonraki yıllarda amcam İstanbul Cağaloğlu’nda “Olgu Ajans” adında bir yayın evi kurar ve kitap basımına ve grafik işlerine burada devam eder. Çoğunlukla babam, amcamın bu süreçlerini anlatırdı. Amcanım yayıncılık ve grafik serüveni ilgimi çekmiş olmalı ki bende kararımı vermiştim; Orta ve Lise öğrenimim bittikten sonra Grafik Tasarım okumalıydım.

Bu kararı aldığım süreçte 2002 yılında Yeniden Özgür Gündem gazetesinde çalışma fırsatım oldu ve ilk deneyimimi  gazetede edinmiş oldum. Tabi ki bu deneyim bana çok şey kattı, fakat burada grafik tasarım açısından çok yol almam mümkün değildi. Çünkü teknik olarak belli kalıplar vardı ve bunların dışına çıkmak mümkün değildi. Gazetede ki 2-3 yılın ardından Evrim Alataş’ın editörlüğünde hazırlanan Gündem gazetesine ait hafta sonları çıkardığımız bir kültür eki vardı. Bu eki hazırlarken Evrim ile rahat çalışıyordum, çünkü bazı teknik kalıpları aşmama izin veriyordu. Fakat daha iyi işler üretebilmem ve özgün bakabilmem için akademik bir eğitim almak istiyordum. Hem teknik olarak iyi olmalıydım hem de özgün bir gözle bakarak kendime ait çalışmalar yaratabilmeliydim. Eksiklerimi tamamlayabilmem için grafik tasarım okumam şart olmuştu.

Birçok sanatsal üretiminiz, dolaylı veya dolaysız olarak reklam, pazar ve prestij kıskacında olması sizi nasıl etkiledi?

Beni en çok tıkayan nokta, yapmış olduğum grafik işlerimin ağırlıklı olarak reklama dayalı olmasıydı. Nitekim bu pazarda ayakta durabilmek ve tabiki kazanabilmek için bu ortama ayak uydurmak gerekiyordu. Piyasa işlerinde grafik tasarım dolaysız bir şekilde direkt kapitalizme işler sunmaktan ve şaşalı işler yapmaktan geçiyor. Okulda reklam ve grafik derslerimizde de bunların da eğitimini aldık. Bir ambalaj tasarımı yaparken ürünün içeriğinin kalitesi grafik tasarımcıyı ilgilendirmiyor, bir grafik tasarımcı olarak şaşalı bir ambalaj yapma, yani daha çok dikkat çeken bir ambalaj çalışma kaygısı taşıyorsun. Müşterinin dikkatini nasıl çekerim, ürün vitrindeyken bu ürüne insanları nasıl baktırırım, hangi rengi kullanırsam doğru mesajı vermiş olurum vs. bunların hepsini düşünerek piyasaya grafik tasarım yapmak gerekiyor. Ben genel olarak minimal çalışmayı tercih ediyorum ve mümkün olduğunca karmaşadan ve abartıdan hep uzak durmaya çalıştım; fakat reklam, pazar ve prestij kaygısı maalesef özgün ve minimal çalışmama engel oldu. Bu sebepten anladım ki kendimi daha iyi ifade edebilmem için bireysel olarak çalışmam gerekiyordu. 2003’de ilk olarak özgün yaptığım grafik tasarım işim; yani yarı sanatsal  yarı reklam kaygısı taşıyarak hazırladığım tasarımım Metin Kemal Kahraman’ın Çeverê Hazaru albümünün CD+Kitapçık tasarım çalışmam oldu.

Tek başınıza çocuk büyüten ve çalışan bir annesiniz. Bir de üniversiteye başlıyorsunuz. Zor olmuyor mu?

Oğlum Roni şu an 9 yaşında ve zeki bir çocuk. Roni’nin hiperaktif bir çocuk olması beni çok yoruyor fakat Roni ile konuşmaktan ve vakit geçirmekten hep keyif aldım. Vaktimin büyük bir bölümünü Roni’ye ayırmak durumundayım. Roni uyuduktan sonra ancak grafik işine geçebiliyorum. Gün içindeki o koşuşturma da fikirlerimi topluyorum ve gece olunca dijital ortama aktarmış oluyorum. Gecenin sessizliğinde çalışmaktan keyif alıyorum ve daha iyi odaklanabiliyorum. Tabi ki bu süreç kesinlikle çok yorucu  ama ailem yanımda olduğu için büyük desteğini görüyorum.

Hamburg şehrine yerleştiğinizden beri, sanatsal veya grafik tasarım üretimine nasıl katıldınız?

Hamburg’da yaşamak ilk başlarda kolay olmadı. Yeni iş ilişkileri ve yeni çevre edinmek kolay değil. Bu sebepten ilk 2 yıl zorlu geçti ve pek grafik tasarım çalışması yapacağım bir ortamım yoktu. Ama son iki yıldır tekrar çalışma ortamı oluşturdum ve yeni ilişkiler kurmaya başladım. Ara sıra Türkiye ve Kürdistan için işler de yapmaya devam ettim. İlk olarak bir bebek şirketi için basit çizimler, yani illüstrasyonlar yaptım bu çok keyifliydi. Avrupa’da yaşayan arkadaşlarımın aracılığı ile çeşitli grafik işleri yapma şansım oldu. 2019’un başından beri Avrupa Postası gazetesi için düzenli olarak köşe yazıları yazmaya başladım, bu benim için güzel bir deneyim ve bana çok şey katıyor.

Gördüğüm kadarı ile Anadolu kilimlerindeki motifleri özellikle de eli belinde olan kadın motiflerini tasarımlarınızda kullanıyorsunuz. Bu motifleri kullanırken estetik bir kaygınız var mıydı?

Aslında ‘eli belinde kadın’ kilim motifini sunacağım dosya çalışmam için gelişen süreçte oluştu. Okuldaki profesör Ingo Offermanns’ın yönlendirmesi ile oluşan bir süreçti. Bir Kürt olarak yaşadığım toprakların kültürünü yansıtacak bir konu seçmemi ve bunun üzerinden bir sunum gerçekleştirmemi istedi. Bende ilk olarak ‘eli belinde kadın’ motifini seçtim; çünkü hem kültürümüzü yansıtacaktım hem de bu kilimi dokuyan kadınların hüznünü ve mutluluğunu, yani hislerini yansıtacaktım. Kilimi dokuyan kadınlarımız eli belinde motifini birkaç şekilde kullanmışlar ve bende kendi yorumumu katarak yol almaya çalıştım. Yeniden yorumladığım bu motifler bana çok şey kattı. Daha çok reklam tasarımda çalıştığım için sanatsal çalışma konusunda nasıl yol almam gerektiği ile ilgili hep tıkanıklık yaşadım ve doğrusu pek de zaman ayırmadım. Ama bu çalışmaları oluşturmak için yoğunlaştığım süreçte içimdeki duyguları dışarı çıkarmış oldum. Öncelikle kadınların duygularına odaklanarak yol almayı doğru buldum. Çünkü kadınlar kilimleri dokurken hislerini dokuyorlardı ve bende bu motif ile çalışmalarıma kadınların hislerini ve bir kadın olarak kendi hislerimi işlemiş oldum.

Bir çalışmamda kırmızı boya ile resmin üzerinden kan akıttım; burada açık bir şekilde kadının yüreğinin kanayan acısını işledim. Bir başka çalışmamda ise sargı bezi ve yara bandı kullandım; bu da kadın yüreğindeki acıları sarmış ama en önemlisi yürek acısını gizleyen bir kadındı. Yine bir başka eli belinde motif şeklinin avuçlarına çiçekler çizdim; çünkü kadın bereketti ve olumlu düşünmeyi hep bilirdi ve canlı renkler kullandım çünkü bu kadın da mutluydu. Ama esas olarak bu kilimleri dokuyan kadını resmetmem gerektiğini de düşündüm ve basitçe bir kadın yüzü çizdim ve yüreği yaralıydı, kalbinin üzerine kırmızı boya ile kan lekeleri serpiştirdim ama bu acılara rağmen bu kadının düşüncelerinde mutluluk vardı yani kuşlar ötüyordu zihninde. Kadınlar genel olarak hep yaralıdır ve acı çeker ama her daim olumludur. Daha sonra bu çalışmalarım bir kurum aracılığı ile sergilendi; bu heyecan vericiydi.

Estetikle devam edersek; Almanya’da, Kürdistan’dan ve Türkiye’den farklı bir estetik algısını kendi sanat dalınızda veya genel olarak gözlemlediniz mi?

Evet kesinlikle Almanlar ile aramızda farklı bir estetik anlayışı var. Kürdistan’da ve Türkiye’de işlenen sanat sıcak ve renklidir. İşlenen eserlerde sıcaklık alırsın ve eseri çalışan sanatçının duygularının sıcaklığını hissedersin. Ama Almanların sanatsal ve reklam çalışmalarından estetik anlayışları çok keskin, köşeli, soğuk ve sterildir. 1850’lerde modernleşmenin tasarımı olarak tanımlanan Bauhaus Sanat Akımı Almanya’da çıkmış bir akımdır. Bu akımın çizgisi köşeli, minimal, steril ve soğuktur yani donuktur. Gördüğüm kadarı ile günümüzde de Almanlar bu çizgide eserler yaratmaktalar. Soğuk ve donuk olması bu sanatın iyi olmadığı anlamına gelmez, böyle bir vurgu yapmıyorum asla ve aksine bu çok özel bir tarz ve ben bu tarzı ayrıca seviyor ve önemsiyorum. Her çalışılmış eserin verdiği his çok farklı ve özeldir.

Hamburg Güzel Sanatlar Fakültesi’nde (HFBK) grafik tasarım bölümünde mastırınızı yapmaya başlayacaksınız. Biraz anlatabilir misiniz?

17 yıldır grafik tasarım işi yapmaktayım ve her seferinde yaptığım işlerin ardından bir çıta yükselmeye çabaladım ve gün geçtikçe yaptığım işlerim bana yetersiz gelmeye başladı. Her seferinde çok daha sanatsal çalışmalar yapmanın peşine düştüm. Bana yetmeyen bu arayışım beni HFBK’ya kadar sürükledi. Profesör Offermanns ile tanışmam büyük şans oldu. Offermanns’ı önemsiyorum çünkü bu sene özel olarak bir sınıf oluşturmuştu. Dünyanın birçok yerinden 15 öğrenci topladı, bu öğrencilerin her biri kendi kültürünü sanatsal işler aracılığı ile çalışacak, sunumunu yapacak ve sözlü olarak anlatacak. Bu sınıfta bir kültür bombardımanı olacaktı.

Ben Kürdistanlıyım ve ülkesi 4 parçaya bölünmüş, asimilasyona uğramış bir halkın kadınıyım, bu sınıfta yer aldığım için şanslıyım. Çünkü dört parçaya bölünmüş topraklarımızdaki kültürümüzü bu sınıfta işleyeceğim ve sanatsal olarak çalışacağım. İşleyeceğim o kadar çok acılarımız ve mutluluklarımız var ki; Gılgameş, Leyla Qasım, Reşwan Bedîrxan, Mem û Zin, Seyid Rıza, Zerdüşt, Şahmeran, Êhmedê Xanê, Musa Anter, Leyha Bedirxan gibi konuları ele almak istiyorum. HFBK şimdiye kadar yapamadığım sanatsal çalışmalara olanak sağlayacak bu benim için çok önemli.

Red Music Digital serüveniniz de var, nasıl başladı ve şu an nasıl devam ediyor?

Ayhan Evci’nin öncülüğünü yaptığı ve benimde kurucuları arasında bulunduğum ‘Red Music Digital’ serüvenim 2018’de Hamburg’da başladı. Aslında ‘Red’, Ayhan’ın uzun süredir üzerinde kafa yorduğu ve yeni bir oluşuma gitmek istediği projesiydi ve sağlam bir ekip olmadan bu işi yapmanın kolay olmadığını biliyordu. Bu konuda benim de ekipte yer almamı ve art director olarak grafik düzenlemeler yapmamı, akabinde basın danışmanlığı konusunda sorumluluk almamı isteyince tabi ki heyecan duydum ve çok mutlu oldum. Ayrı ayrı yetenekler olarak bir araya gelerek Label olduk. Biz kurumsal bir yapıyız, birçok konuda birlikte kararlar alıyoruz ve fikirlerimizi sunuyoruz.

Müzik piyasasında deyim yerindeyse ekmek aslanın miğdesinde. Benim bireysel olarak gözlemlerime göre birçok plak şirketi Kürt müziğine yer vermiyor ya da müzisyenin sunumunu iyi yapmıyor. Plak şirketlerinin sanatçıya gerekli kıymeti vermediğini düşünüyorum. Bu işlerde vizyon, reklam ve dijitalde sunum çok önemlidir  Son zamanlarda Kürt müziğinde yeni seslerin sunumunda bir tıkanıklık söz konusu ve tam da bu süreçte yeni bir oluşuma ihtiyaç vardı. Red ekibi olarak biz bu konuda bişeyler yapabilir miyiz diye düşündük.

İlk olarak, Kürt müziğinin en önemli sesi olan Ciwan Haco’nun katalog albümlerini aldık ve tüm detaylarına dikkat ederek; albüm bilgilerini tamamlayıp revize ettik, tüm kapakların grafik düzenlemelerini yaptık. Haco’ya yakışır bir şekilde sunumunu gerçekleştirip Red Music Digital YouTube kanalımızda digital ortamda sunumunu gerçekleştirdik. Ve akabinde yeni isimlere kapılarımızı açtık. O kadar çok yetenekli ve yaratıcı Kürt ve Türk müzisyenler var ki ama seslerini duyuracakları bir platformları yok. Red olarak biz bu yeteneklere bu gençlere zemin yaratmak, seslerini duyurmak ve gerektiği gibi sunumunu yapmak istiyoruz.

Şimdi bir yıllık sürecimizi değerlendirdiğimde bunun ne kadar zorunlu bir yol olduğunu görüyorum. Her ne kadar finans konusunda şimdilik güçlü olmasak bile ekip olarak sağlam adımlarla ilerlediğimizi görüyorum. Henüz çok genç bir oluşum olmamıza rağmen güçlü, güzel ve yetenekli isimler ile çalıştık. Ayrıca hali hazırda projelerimizi sırası ile yapıyoruz. Bu süreç yorucu ve uzun olacak ama yaptığımız işten keyif alarak ilerliyoruz.


Fotoğrafların öncesi ve sonrası

İlk olarak 2006 yılında Tarlabışı’nda ‘İstanbul fotoğrafçılık’ okulunda teknik eğitim aldım. İlk fotoğraf makinam ikinci el film makaralı Minolta oldu. Sirkeci’deki fotoğraf makinesi parçalarının alınıp satıldığı, tamir edildiği Ömer Hayyam Pasajı’ndan satın almıştım ve hala saklarım.

İlk dijital fotoğraf makinam Nikon D80’di. Çok daha iyi fotoğraflar çekmem için 2007’de babam almıştı. 2008 yılında bir Kürdistan turu gerçekleştirdim, babamın aldığı fotoğraf makinamı taktım koluma düştüm yollara… Gezilerimi şehir merkezinden çok köylerde yaptım. Çocuk ve yaşlı fotoğrafları çekmek hep hoşuma gidiyordu çünkü biri henüz çok bilgisiz ve yolun başında bir hayat ve diğeri ise birikimli ve yolunu tamamlamak üzere yolun sonuna gelmiş bir hayat. Çektiğimiz fotoğrafların öncesi ve sonrası hep var. (Kaynak: Yeni Özgür Politika)