Nihayet sıra ona gelmişti; bekleme odasında çağrıldığını duyunca uçarak muayene odasına koşuverdi.

Günlük hayatın getirdiği sıkıntılar ya da ağır hastaların sorunlarından sonra gülen gözler sevindirmişti beni de. Evet tam 13 yıl beklemişti bu anı. Belki beş kez test yapmış, hepsi ısrarla pozitif göstermişti. Benden istediği testin sonuçlarını sonografiyle görüntüleyip tasdiklememdi. Eşiyle beraber 6 göz olarak bakıyoruz ekrana ve evet doğruydu: İşte tam 11 mm ölçümünde yani 1 cm ama tıp tıp kalbi atıyor. Gösteriyorum, sevinç çığlıkları atıyor anne ve baba adayları. Altı hafta olmuştu işte beklenen bebek. Bir yandan sonografi yapıyor,hastamın sevincini paylaşıyorum, diğer yandan savaşta ölen çocukları düşünüyorum . Bağırmak geliyor içimden. Aklıma kıyıya vuran Suriyeli çocuk “Alan” geliyor.

Yüzlerce, binlerce Alan’lar, Suruçta, Ankara’da, Suriyede, Cizre’de ölenler geliyor gözlerimin önüne. “Kimbilir sürünen insanlığın adeta sembolü olan Alan’ın annesi ve babası da sonografide ilk kalp atışını gördüklerinde ne çok sevinmişlerdi” diye düşünüyorum. Bir canlı, insan 1 cm’den başlıyarak nasıl bir zahmetle büyüyor; küçücük embriyo daha kendisini göstermeden kalbi atıyor. Elleri ayakları belli olmadan kalbi dakikada 120 vuruşla atıyor. Karnında taşıyan annenin önce bulantılarla, vücudundaki değişikliklerle hissettiği, daha sonra çocuk hareketleriyle kendini hissettirdiği ama görülmeyen canlının gelişimini izlediğimde, insanlığın o zahmetli evrimine ve doğumla da devrimine hep tanık olurum.


Bu kadar zahmetle büyüyen insan yavruları nasıl olurda öldürebilir? Alan’lar, Elvan’lar, Afganistan’da ,Suruç'ta, Ankara’da, Suriye’de, Irak’ta, Cizre’de, Diyarbakır’da ölen bebeklerin, çocukların, gençlerin anneleri, babaları geliyor aklıma. Hergün bir insanlık dramı yaşanıyor. Bir yandan daha başından batacağı belli botlarla ama yaşam umuduyla yola çıkan insanlar, artık kaybedecekleri bir şeyleri olmayan, sınırlarda her gün yaşam mücadelesi veren mülteciler.


Neden savaş yapılır, birlikte barış içinde yaşamak varken? Neden aynı cinsten olan hayvanlar birbirlerini öldürmezken, insanlar birbirlerini öldürür? Hem de ortaçağ işkence yöntemleriyle ama modern çağın teknolojisinden yararlanarak viedoya çekip sadistliklerini, insanlıktan çıkmışlıklarını gösterek. Daha da kötüsü bütün bunları din adına yaptıklarını kamerayla internete, basına yansıtacak kadar psikopatlaşmaları, insanlğınn sonu haline gelmesi .


Neden savaş yapılır?
Daha fazla kar, daha fazla silah satmak için, otomobillerde kanlı ucuz petrol kullanmak için. Kendi ülkem geliyor aklıma. Türk, Kürt, Ermeni, Alevi, Müslüman, Hrıstiyan birlikte yaşarken ayrımcı iktidarın bölücü politikası sayesinde insanlar birbirine kuşkuyla bakar oldu.


Ülkemizde her ne pahasına olursa olsun Saray'da oturmak, tek başına ülkeyi yönetmek için kan dökülüyor.


Düşünelim bir insanın organları bile simetrik değildir, her organın ayrı bir işlevi vardır. Ancak bütün organlar harmonik bir bütün içinde çalışırsa, sağlıklı oluruz. Nereli olursak olalım, nerden gelirsek gelelim, eşit haklara sahip olmalıyız.. Farklı insanlar olmamız, yaşamın zenginliğinin ifadesidir.


Gözlerim doluyor mültecilerin sabırla çamurlarda, soğukta yürüyerek yaşam için yola çıktıklarını gördükçe. Televizyonu açıyorum Açık oturumlarda tartışılıyor: “ekonomik mi yoksa politik mülteciler mi?” bunlar diye.


Peki savaşlar ve yoksulluk, uygulanan savaş ve paylaşım politikalarınn sonucu değil mi? Ekonomik ya da politik mülteci ayrımı yapmak istenmesi bile bir ayrımcılıktır. Bu politikayı uygulayan ülkelerin kendilerini sanki çok da hümanistmiş gibi göstermesinden başka bir şey değildir. Kim ister ülkesini evini terketmek. Savaşı kışkırtanlar, ortak olanlar utansın ve sonuçlarına da katlansınlar.


Bizler kadın olarak binbir zorlukla karnımızda taşıdığımız, zahmetle 1 cm’den 1,60 -1,80 – 1, 90 cm’lere kadar, gül bebek büyüttüğümüz çocuklarımızı savaşa göndermeyelim. Biz kadınlar savaştan değil barıştan yana olalım . Her gün inadına barış diye kenetlenelim ki, çocuklarımız için ağlamayalım. Savaş isteyenlere karşı duralım, barış için yola çıkalım.


Bob Marley’in sözleri çınlıyor kulaklarımda: “no woman, no cry”.


Sınırsız bir toplumda barış içinde birlikte yaşamak olmalı amacımız. Biz kadınlar için savaş: tecavüz, şiddet, Musul pazarından köle olarak satılmak, kadın kimliğini örtüler altında saklayarak beyinsizleştirilmek ve evlere hapsedilmek demektir. Çocuklarımıza daha güzel bir dünya bırakmalıyız. Unutmayalım, biz istersek, savaşları durdurabiliriz. Barış güvercinleri uçurabilir ve birlikte yaşamayı sağlayabiliriz.


 “no woman no cry”!