DIE LINKE, yani Türkçesiyle Sol Parti 26 Eylül seçimlerinde gelmekte olduğu görülen, ama sorumluların ısrarla görmek istemedikleri darbeleri aldı. Geçen haftaki köşe yazımızda ve iki gün sonraki seçim analizinde bu hezimetin nedenlerini açıklamaya çalışmıştık. Nihâyetinde Almanya’daki toplumsal ve siyasi sol, ırkçı-faşist AfD’nin yerleşik parti hâline geldiği bir ortamda daha da zayıflamış oldu. Bu elbette partili olmayan devrimciler ve komünistler için de üzücü bir durum.

Peki, bundan sonra ne olacak? Aslına bakılırsa Sol Parti’yi, kendilerini sosyalist olarak nitelendirseler de – ki aralarında sosyalistler ve komünistler yok değil – Almanya’daki sosyal demokrat akımın bir parçası olarak görebiliriz. Ve bu kader birliği Sol Parti’nin temel yapısal sorunlarından birisidir. Çünkü seçmen tabanı açısından baktığımızda, sosyal demokrat akımın mütemadiyen küçülmekte olduğunu görmekteyiz. Örneğin 2005’te SPD ve Sol Parti’nin toplam oyları yaklaşık yüzde 43’ken, 2009 ve 2013’teki kayıpların ardından 2017’de SPD’nin hükümet ortağı olmasına rağmen, yüzde 29’a düştü. Son seçimlerde iki partinin toplam oylarını yüzde 30,6 ile hafif bir artış gösterse de bunun yükseliş tandansı olduğu söylenemez. Nihâyetinde aynı seçmen tabanına dayanan SPD ve Sol Parti’nin kader birliği, birisi kazanırken diğerinin kaybetmesine yol açmaktadır.

Bundan sonraki gelişmenin nasıl bir yönde ilerleyeceği de Sol Parti’nin elinde değil. Çünkü asıl belirleyici olan nasıl bir Federal Hükümetin kurulacağıdır. Eğer beklenildiği gibi Scholz başkanlığında bir SPD, Yeşiller, FDP hükümeti kurulursa, neoliberal soytarıların oluruyla Şansölye seçilen Scholz seçim kampanyasında bol keseden dağıttı sosyal vaatleri yerine getiremeyecektir. Özellikle Maliye’nin FDP’nin eline geçtiği bir durumda. Böylesi bir hükümet Sol Parti’ye kamuda daha görünür bir muhalefet olma fırsatını sunabilir.

Ama eğer CDU Başkanı Laschet’in olası istifasının ardından sonra FDP’nin manevralarıyla “Jamaika Koalisyonu” olarak adlandırılan CDU/CSU, Yeşiller, FDP hükümeti kurulursa, SPD seçim kampanyasındaki vaatlerini kullanarak sert sosyal muhalefet yapacaktır. Bu durumda Sol Parti’nin görünürlüğü kaybolacak, seçmen tabanı SPD’ye kayacaktır.

Bunlar varsayımlarımız tabii. Sol Parti sosyal adalet ve barış partisi olma kimliğini güçlendirebilirse, o zaman farklı bir yol izlenebilir. Ancak parti ve meclis grubu yönetiminden gelen sinyaller buna pek fırsat verilmeyeceğini gösteriyor. Halbuki Alman Sendikalar Birliği DGB’nin açıkladığı veriler, yani sendika üyelerinin sadece yüzde 6,6’sı Sol Partiye oy verirken, yüzde 12,2’sinin ırkçı-faşist AfD’ye oy verdiği gerçeği alarm zillerinin çalmasına neden olmalıydı.

Maalesef bunun da sorumlusu partinin kendisi. Çünkü hükümet sosyalistleri önce PDS’de sonra DIE LINKE’de 30 yıldır sınıfla buluşmak için hiçbir şey yapmamış, hükümet ortağı olma sevdasıyla partinin varlık nedeni olan barış politikalarını törpüleyerek sulandırmıştır. Bunun faturası da sadece partiye değil, tüm toplumsal ve siyasi sola çıkarılmıştır.