Yoldaşlarımızın, kardeşlerimizin, dostlarımızın hunharca katledilişleri yüreklerimizi dağladı. Canımız, kor alevlerden çıkartılan kızgın demirin çıplak ete yapıştığı gibi acıyor. Evet, biliyoruz: dövüşenler düşenlerin tutmaz yasını – elbet yasın da zamanı gelecek. Ama insanız sonuçta. Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz, kabaran sınıf kiniyle mücadeleye devam diyen aklımıza inat, gözlerimizin yaşı durmuyor, yüreğimizdeki sancı küçülmüyor, üzülüyor, ağlıyoruz...

Sonunda gene aklımız üstün gelecek, çünkü haklı. Eğer devran dönecek, hesap sorulacaksa, bu kendiliğinden olmayacak. İşte Mustafa Suphileri ve daha nicelerini katleden burjuva devleti, meşum bir jenosit devleti olduğunu bir kez daha ispatladı. Bu düzen, bu jenosit devleti yıkılmadan katliamların, soykırımların ardı arkası kesilmeyecek. Ankara Katliamı şüphesiz son değil. Devamı gelecek, belli. Hazır olmalı, safları sıklaştırmalıyız. Ümitsiz değiliz elbet, ümidin düşmanı katil devlet bizi birleştiriyor yaptıklarıyla. Çünkü İnönü Arpat’ın yazdığı gibi, »iki halkın kanı birbirine karışmıştır, iki halk kan kardeşidir artık«.
Belki yeri değil, ama hatalarımızı da konuşmalıyız. Bundan böyle eylemlerimizin, kitlemizin güvenliğini devlet güçlerine bırakmak için tek bir neden kalmamıştır. Güvenliğimizden kendimiz sorumluyuz artık. Özsavunma ve sokağı korumak artık her yerde en ivedi görevdir. Çünkü egemenlerin en çok korktukları parlamento falan değil, bizzat sokağın, kararlı mücadele iradesinin gücüdür.
Tüm ümitlerimizi sadece 1 Kasım seçimlerine bağlamak yanlış olacaktır. Elbette son güne kadar çalışacak HDP’nin daha fazla oy toplaması için uğraşacak, seçim çalışmalarını tüm hararetimiz ve özverimizle sürdüreceğiz. Ama bu ehemmiyetsiz olmamıza mahal vermemelidir. Çünkü bu ceberut jenosit devleti ordusunu Suriye’ye sokarak, seçimleri engellemeye de baş vurabilir.
Savaş olasılığı propagandif bir söylem değildir, reel tehlike hâline gelmiştir. Rusya’nın bölgedeki çıkarlarını korumak, iç güvenliğine yönelik islamist terör tehdidinin önünü almak ve en önemlisi sınırlarındaki emperyalist kuşatmayı yarmak için Suriye’deki savaşa müdahil olmak zorunda kalması, her şeyden önce AKP rejiminin sonunu hızlandıran bir faktöre dönüşmüştür.
Ülke içerisinde muhalefeti devlet terörü ve kutuplaştırma ile kontrol altında tutmaya çalışan AKP, Suriye’deki yeni durumun kendisi için öldürücü darbeye dönüşebileceğini biliyor. Bu nedenle »PYD terörü« safsatasıyla savaşa katılarak etrafında daralan çemberden kurtulmayı hesaplıyor olabilir. Sünni-muhafazakâr çoğunluk toplumunun böylesi bir politikayı desteklemesi büyük olasılık. Konya’daki faşist güruhun saygı duruşu esnasındaki tavrı buna işaret ediyor.

Diktatörlük hevesleri kursaklarında kalanlar, devlet terörünü oya devşiremediklerini, planlarının tutmadığını gördüler. Kaybederlerse, yolun Lahey’e, hatta Halk Mahkemelerine ulaşabileceğinin bilincindeler. Tek savunma olarak ellerinde saldırı kaldı. KÖH, Türkiye işçi sınıfının devrimci güçleri, barış ve demokrasi yanlıları uyanık olmalıdırlar. Savaş tehlikesi kadar, kurtuluş fırsatları da büyümektedir. Ve her şey göstereceğimiz basirete bağlıdır!