+ Anne sonra ne olmuş biliyor musun?

- Hayır bilmiyorum.

+ Adam çocuklara yalan söylemiş. „Hep birlikte gezmeye gidiyoruz. Çok eğleneceğiz.“ demiş. 200 çocuğun hepsi sıraya girmişler. Adamın yanında bir de yardımcısı varmış. Kadın…

- Eeee ?

+ İşte naziler çocukları gaz odalarına götürecekleri zaman, o adam bir de yanındaki kadın ölürken korkmasınlar diye çocuklarla birlikte gitmişler.

Janusz Korczak´ın ölüm hikayesini ilk kez 14 yaşındaki kızımdan dinlerken, ikimiz de şehir kütüphanesinin asansöründeydik. O son cümleyi söylerken sanki görünmez bir el enseme vurup kafamı kapıya çarptı. Kapı açıldı. Kütüphanenin 3. katında indik. Korona sebebiyle sadece 20 dakikada elimizdeki listede yazılı olan kitapları alıp çıkmak zorundaydık. Kızım kütüphane görevlisine listeyi uzatırken ben -nedense başını kaçırdığım(!), hikayenin etkisinden kurtulmak için pedagoji kitaplarının sergilendiği raflara yöneldim. İsimlerine, içindekiler bölümüne ve arka kapak yazılarına bakarak seçtiğim dört beş kitabı alıp kızımı bekledim. O da gelince çıktık. Evde kütüphanede alelacele çantama doldurduğum kitapları incelerken ikinci şoku yaşadım. Biri hariç, kitapların hepsi, kızımın hikayesini anlattığı adamdan, Janusz Korczak´tan bahsediyordu. Onu çağırıp bana anlattığı hikayenin başını dinlemediğim için özür diledim. Yeniden anlatıp anlatamayacağını sordum. Anlattı.

Adanmışlık

Şu yazacağım cümle yeni, bilinmeyen bir şey değil. Ama yine de hatırlatmak gerekiyor galiba. Maalesef insan tarihini yaşadığı savaşların, yıkımların, soykırımların hikayelerini toplayarak yazıyor. Bu hikayelerde bize en yakın olan –tabi günümüzü, yani tanığı olduğumuz savaşları ve soykırımları saymazsak,- iki dünya savaşı diyebiliriz. Yakın tarihimizde bir ömre iki dünya savaşını birden sığdıran yazarlar, sanatçılar, kültür insanları var. Onların bıraktığı bir çok eserin zamanı ve mekanı aşarak evrenselleştiğini söylemek mümkün. Ama bir de tarihe iz düşen bazı hayat hikayeleri var ki, onları okuduğumuzda bunların derinliği iki dünya savaşının tanığı Stefan Zweig romanlarından, Charlie Chaplin filmlerinden ya da Berthold Brecht – oyunlarından, şiirlerinden daha çok etkiliyor bizi. İşte Janusz Korczak´ın hayat hikayesi bunlardan biri.

Kimdi Janusz Korczak? Yönettiği yetimhanelerdeki 200 çocuk gaz odasına götürülürken, -kendisine hayatta kalma şansı verildiği halde bunu kabul etmeyip,- onlarla birlikte gaz odasına giren, asimilasyona uğramış Yahudi bir doktor. Doktor mu? Hayır Eğitmen! Yazar da olabilir... Belki radyo moderatörü-programcısı. Bir çocuk gazetesinin redaktörlüğünü de yapmış! Ebeveynlerin eğitim sorunuyla ilgilenen resmi bir kurumda danışman...

Birbiriyle hiçbir alakası olmayan tüm bu işlerin tek ortak yanı hepsinin çocuklarla ilgili ve çocuklara yönelik olması. Ancak Janusz Korczak´ın hayat hikayesinin tarihte bıraktığı iz, sadece bu mesleki vasıfları ve katledilirken gösterdiği fedakarlıkla tanımlanamaz. Çünkü o aynı zamanda 1989´da BM üye ülkeleri tarafından imzalanan çocuk hakları bildirgesini borçlu olduğumuz insanlardan biri.

Magna Charta Libertatis // Çocuk Anayasası

Janusz Korczak birinci dünya savaşının hemen ertesinde ilk kez çocuğu „insan“ olarak tanımlar, temel çocuk hakklarını tespit ve ilan eder. İlan ederken de üç başlık altında ele aldığı temel hakları „Magna Charta Libertatis“ yani Çocuk Anayasası olarak adlandırır.

Nedir bu haklar? Nasıl formüle edilmiştir?

Birincisi: Çocuğun ölme hakkı: Burada ölmekten kastedilen elbette ki gerçek anlamda çocuğun ölmesi ya da öldürülmesi değil. Pek çok anne-babaya provokatif gelecek olan bu temel hak tamamen çocuğun kendi tecrübesini edinmesiyle ilgili. Başka bir deyişle, ebeveynlerin çocuğu korumak adına onu engellemesine karşı geliştirilmiş bi tür tecrübe özgürlüğü talebi. Çünkü Janusz Korczak´a göre çocuk da yetişkin gibi bir insandır ve her insanın kendi hayatıyla ilgili kararları kendisinin vermesi gerekir.

İkincisi: Çocuğun bugünü yaşama hakkı: Yetişkinlerin dünyasına endeksli ve kendileriyle ilgili bir çok konuda insiyatif sahibi olmayan çocukların günü ve anı yaşaması bir çok açıdan mümkün değil. Korczak bu durumu tespit ederek pedagojik yönelimine çocuk perspektifini ekler. Herkesin bir çocukluk dönemi yaşamaya hakkı olduğunu belirtir. Çocukluk dönemi yetişkinlerin kuralları, kriterleri, geleceğe yönelik planlarıyla engellenmemeli, kesinlikle manipule edilmemelidir.

Üçüncüsü: Çocuğun kendi olma hakkı: Burada yine yetişkinlerin kendi kriterlerine göre kurdukları sistemde çocukları „istedikleri kalıba“ oturtmaya çalışmaları eleştirilir. Onların ilgi ve özelliklerinin görmezden gelindiğine dikkat çekilir. Janusz Korczak çocukların kendi istem ve iradeleriyle serbest biçimde yetişmelerini temel bir hak olarak belirler. Bu hak kapsamında yetişkinlerin üstüne düşense sadece onlara sağlıklı ve güvenli bir halde gelişebilmeleri için hayat alanları saglamaktır.

Dördüncü temel Hak: Çocuğa Saygı

Janusz Korczak yukarda bahsedilen hakları 1919 yılında yazdığı „Wie man ein Kind lieben soll // Bir çocuğu nasıl sevmeli“ adlı kitabında şu sözlerle ilan eder:

"Ich fordere die Magna Charta Libertatis, als ein Grundgesetz für das Kind. Vielleicht gibt es noch andere - aber diese drei Grundrechte habe ich herausgefunden:

„Magna Charta Libertatis´i Çocuğun Anayasası olarak ilan ediyorum. Belki daha fazaladır, ama şu üç temel çocuk hakkını ben tespit ettim.“

Bu cümlelerden sonra yukardaki hakları maddeler halinde sıralar.

Ancak 1928 yılında yazdığı bir makalenin başlığı şudur;

„Das Recht des Kindes auf Achtung // Çocuğun saygı görme hakkı“

Böylece temel çocuk haklarına 4. bir madde daha eklemiş olur.

Ancak Janusz Korczak´ın bu yazısı ve bu yazıyı takip eden diğer kitapları, bugün Saygı Pedagojisi olarak nitelendirilen akademik alanın da temelini oluşturmakta. Öyle ki, çocuğun saygı hakkı, üzerine en çok konuşulan ve yazılan temel haklardan biri haline gelir. Bazı eğitim bilimcileri bu maddede Korzcak´ın çocuğa saygı hakkını iki boyutta ele aldığını dile getirirler. Birinci boyutta sözkonusu olan çocuğun yaşından bağımsız olarak tüm yetenek ve becerilerinin yetişkinler tarafından görülmesi, kabul ve taktir edilmesidir. İkinci boyuttaysa her çocuğun kendine has özellikleriyle bir bütün halinde algılanması ve o haliyle muameleye tabi tutulmasıdır.

Kendi zamanı ve şartları içerisinde düşünüldüğünde, bugün de son derece devrimci bir çıkış olan Janusch-Korczak-Pedagojisi akademik çevrelerde modern eğitimin klasiklerinden biri olarak değerlendirilmekte ve hala çocuk eğitiminde yeni yönelimlerin gelişmesine yol açmakta.

Janusz Korczak´ın Hayatı

Janusz Korczak varlıklı bir Yahudi ailesinde dünyaya gelir. Asıl adı Henryk Goldszmit olduğu halde 1899´da Janusz Korczak adıyla yazdığı bir çocuk kitabı ödül alınca, bu adı kullanmaya başlar. Avukat olan babası sağlık sorunları yaşadığında ilk gençlik yıllarında maddi sıkıntılar yaşayan ailesine yardımcı olmak zorunda kalır. Bu sürede kimsesiz sokak çocuklarının hayat hikayeleri ilgisini çeker. Onlarla buluşup gözlemler yaparak hayatla nasıl baş ettiklerini anlamaya çalışır. Gözlemlerini bir kitapta toplayarak yayınlar. Tıp eğitimini tamamladıktan sonra Varşova´daki bir çocuk kliniğinde çalışmaya başlar(1904-1911). Bu klinikte çalışırken de yine gönüllü olarak -özellikle proleter ve diğer yoksul ailelerin çocuklarını ücretsiz tedavi eder. Bir çocuk gazetesinin redaktörlüğünü üstlenir, „Yaşlı Doktor!“ adı altında çocukları eğlendirecek radyo programları yapar, yazdığı çocuk kitapları onun daha çok tanınmasını ve sevilmesini sağlar. 1912´de Varşova´da yeni bir yetimhane açılırken, kendisine bu yetimhanenin yöneticiliği teklif edilir. Pedagojik bir eğitim almadığı, hiç yöneticilik yapmadığı ve hatta asıl mesleği olan doktorluk kadar maddi getirisi olmadığı halde, bu teklifi kabul eder. Daha sonraki notlarında bu kararı verirken çok zorlandığını, ama hiç pişman olmadığını belirtir. Çünkü verdiği karar sayesinde hem çocukları tedavi edecek, hem onlarla zaman geçirecek, hem de onlardan çok şey öğrenebilecektir. Janusz Korczak yöneticiliğini yaptığı Dom Sierot´a paralel olarak ikinci bir yetimhane daha kurar; Nasz Dom. Her iki yetimhanede de çocukların sağlıklı ve serbest gelişimi için gösterdiği çabayı, onlarla yaşadığı dialogları, eğitimcilerle arasında geçen tartışmaları düzenli notlar alarak kaydeder. 30 yılı aşan sürede tezlerini tamamen pratikten alan yeni bir pedagojik anlayış geliştirir.

5 Ağustos 1942´de her iki yetimhanedeki 200 çocuğun Treblinka´daki gaz odalarına götürüleceği haberi geldiğinde, Janusz Korczak soğukkanlılığını korur. Çocuklara ertesi gün bir geziye çıkacakları, orada çok eğlenecekleri „müjdesini“ verir. Ertesi gün çocukların düzenli bir şekilde sıraya girmelerine yardımcı olur. İçlerinde en küçük olanı kucağına alır ve yola çıkar. Bir SS komutanının onu yanına çağırarak, kendisini tanıdığını çocuklarının onun kitaplarını okuduğunu, bu yüzden serbest bırakıldığını söylemesine rağmen, Korczak 200 çocuğuyla birlikte Treblinka´ya gitmek üzere deportasyon trenine biner. Resmi kayıtlara göre 7 Ağustos 1942 de sistemli imhanın kurbanlarından biri olur.

Kıssadan Hisse

Bugün 6 Ağustos 2020. Yani eğer zamanı -çok değil sadece 78 sene geriye sarıp, Treblinka´da inersek, orada gaz odalarına doldurulan bir grup insana rastlayacağız. Büyük-küçük bu insanların hepsi sırf Yahudi oldukları için mutlak bir imhanın kurbanı olacaklar. Aralarında Janusz Korczak, onu hiç yalnız bırakmayan öğretmen-eğitimci Stefania Wilczynska ve bu ikisinin -her türlü ağırlaştırılmış getto şartlarına rağmen- hayatta kalmalarını sağladıkları 200 yetim çocuk da var.

Şimdi şunları yazarken düşünüyorum da; keşke zamanı geriye sarmışken mekanlar üzerine kurulan bu gettoları ve gaz odalarını da kaldırabilseydik. O zaman dönüp bugüne geldiğimizde bana asansörde hikayeyi anlatan kızıma derdim ki;

„Hadi canım sen de!… Hiç öyle şey olur mu? İnsanlar, hele hele çocuklar nasıl gaz odasına doldurulup öldürülsün? Ne korkunç! Hatta korku filmi gibi. Yoksa sen benden gizli korku filmi mi izliyorsun?“

Ama malesef ne zamanı geriye sarmak ne de ölüm mekanlarını ortadan kaldırmak mümkün. Yine de kızımın asansörde bana bu hikayeyi anlatmasının ve tesadüfen seçtiğim kitaplarda hikayenin kahramanıyla karşılaşmamın bir anlamı olmalı.

Tabi ya!… İşte haberlerde dinliyoruz; savaşın ve terörün önünden kaçan yüzbinlerce çocuk sınırlarda yardım bekliyor. Hayat hakkı için. Çocuk hakları bildirgesi Madde 6.

Köln, 06.08.2020