11 Mayıs’ta onlarca ülkenin milyonlarca kadını hep bir ağızdan haykırdı: “İstanbul Sözleşmesi İmzalansın-Uygulansın!”

Bu milyonlarca kadın içerisine: 80’ini devirmiş okuma-yazması olmayanlardan görme-yürüme engellisine, tutsak-kayıp analarından akademisyenlerine, süt sağan-tarla çapalayan türbanlı köylüsünden mini etekli-şortlu genç kızlarına dek rengârenk kadın sesi karıştı.

Her biri ama her biri, tarihsel koca bir belgesel filmin öznesi olmayı elden bırakmadı.

İstanbul Sözleşmesi bir sembol-araç olarak ellerindeydi. Ancak onlar 11 Mayıs için gerçekten de sözleşmiş ve kendi aralarında feshetmeyecekleri-vazgeçmeyecekleri, yürekten bir sözleşmeyle haykıranlardı: “VAZGEÇMİYORUZ!”

Şüphesiz ki, pandemi dönemi olmasaydı sokaklar gümbür gümbür bir isyanla, yürekten haykırışlarla inleyecekti. Ancak yine de; ‘Sosyal Medya’da gümbür gümbür haykırışlarının yankısı da sokakları aratmayacak denli güçlüydü.

***

11 Mayıs 2011’de, 45 ülke tarafından imzalanan İstanbul Sözleşmesi; imzacı ülkelerin henüz 34’ünde yasal olarak yürürlüğe girebildi.

Sözleşme’nin imzalanmasının 10. yılı vesilesiyle, dünyanın dörtbir yanından milyonlarca kadın yeniden; İstanbul Sözleşmesi’nin neredeyse hiçbir ülkede gerçekten ete-kemiğe bürünen bir sözleşme haline getirilmediği tüm dünya kamuoyuna duyuruldu.

Peki bu sözleşmenin, sözleşme maddesi olarak belirtilen amaçları neydi?

Kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak;

Kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak;

Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak;

Kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak;

Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak.

***

İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanışının ardından yürürlüğe girmesi, Almanya’da dahi 2018 yılını buldu.

Kurumlarının adı içerisinde “kadın” ibaresi bulunan tüm kurumlar, 10. yıl vesilesiyle yeniden “İstanbul Sözleşmesi imzalansın-uygulansın ve Almanya’ya özgü gerekli maddeler, İstanbul Sözleşmesi dışında kendi ülke yasalarımıza da eklensin” yönlü yüzlerce sayfalık rapor ve öneri yazıları hazırladılar.

Bu üç yıl içerisinde yapısal düzeyde çok da fazla şey değişmediğinin altını çizdiler.

Bu konuda gerçek-kapsamlı, tutarlı-samimi bir politik çalışma yapılmadığını belirlediler.

Göçmen-mülteci kadınların durumunu değerlendirdiler. Ve hukuki olarak; oturum-vatandaşlık durumları henüz netleştirilmemiş olan kadınların, kadına yönelik ayrımcılık içerisinde başka bir ayrımcılığa da; “yabancı” olma ayrımcılığına da maruz kaldıklarını belirttiler. Buna yönelik yıllardır talep ettikleri ek bir yasa önerisini yinelediler.

Belirli eyaletlerde İstanbul Sözleşmesi kapsamında faalleştirilen 100.000 kişilik Kadın Yurtları bulunmasına rağmen; 150.000 kişi kapasiteli bir yurt açığı olduğunu belgelerle sundular. Ve bu barınma kapasitesindeki eksikliğin, şiddet gören kadınların şikayette bulunmaları halinde dahi, hukuki takibatı aylar boyunca askıda bıraktığını, bu işlemsizliğin ölümlere dek varan sonuçlarını belgelerle sundular.

Sayısız analiz yazısı sunmalarına rağmen; cinsiyete özgü şiddetin kaynaklarının incelenmesi ve daha sonra bu kaynakları kurutmak üzere önlemlerin geliştirilmesi noktasında atılan adımların neredeyse sıfır olduğunu belirttiler.

Hukuki yaptırımların, mekanik bir problemi çözmek üzere uygulanan bir yöntemden öteye gidemediğinin altını çizdiler.

Pandemi döneminde kadına yönelik erkek şiddetinin istatistiki olarak artmasını; “Bu şiddetin zemini zaten hep mevcut. Şiddetin kaynağının kurutulması, çok uzun, ısrarlı ve sürekli bir mücadele sürecini gerektirir. Şiddetin kaynağı pandemi koşulları olarak açıklanamaz. Pandemi koşulları, bunu sadece biraz daha fazla tetikledi” biçiminde değerlendirdiler.

Türkiye gibi Sözleşme’yi fesheden, ya da Polonya gibi Sözleşme’den çekilmeyi tartışan ülkeler açısından; “Aile kurumlarımıza dış müdahaleyi kabul etmiyoruz” gerekçelerini değerlendirdiler.

Ve tıpkı bugüne dek olduğu gibi, bu enternasyonal mücadeleye sıkısıkıya kenetlenmeye devam edeceklerini; Sözleşme’nin imzalanması-uygulanması için tüm dünya kadınlarının ısrarının kendi ısrarları olduğunun altını çizdiler.