Türkiye toplumu, ülkemiz insanları son günlerde yaşanılanlarında, etkisiyle vicdanen intihara sürüklenmektedir. Geçtiğimiz gün, bir insanımız Boğaziçi Köprüsü'nden kendini boğazın derinliklerine bırakarak yaşamına son verdi. Tabii ki, bu ilk vaka değildi, 'intihar edenlerin' konaklama noktası olan Boğaziçi köprüsü geçişleri, istenmeyen birçok vakaya sahne olmaktadır. Tabii ki arzulanan bir durum değildir. Ama yaşananlar ülkemiz gerçekliğini ifade etmeye yetmektedir.

Ülkemizde, her gün onlarca insanın yaşamını kaybetmesi, savaş hali yaşanan acıların, 'arşına çıktığı' ve adı konulmamış bir savaş ortamında olduğumuz, kamuoyunca bilinmektedir. Bölgemizde, çevremizde birçok ülkenin insanlarının inanılmaz acılarla karşı-karşıya kaldıklarını bilmekteyiz.

Türkiye toplumsal güçleri, insanlarımız muazzam derecede psikolojik abluka içindedir. Bunalım had safhadadır. İnsanlarımız kendilerine, 'çare' olarak, 'intiharı' seçiyorlarsa, başımızı ellerimizin arasına alıp, epeyce düşünmemiz gerekmektedir.

Geçtiğimiz Çarşamba günü sabah Saatlerinde Boğaziçi köprüsüne gelen Erol Çetin bunalıma girmiş ve 'intihara teşebbüs' etmek için, Köprünün korkuluklarına tutunarak sorunlarını anlatmaya çalışıyordu. Köprüde bulunan görevliler tarafından ikna edilerek kararından döndürülmek için çaba harcanıyordu. Tam bu esnada, Boğaziçi Köprüsü'nden arabayla geçmekte olan iki kadının, "Saatlerce senin yüzünden trafikte bekliyoruz. Atlayacaksan atla" diye Erol Çetin'e bağırıp küfür etmeleri olayın çığırından çıkmasına, bunalımdaki Erol Çeti'nin kendini boğazın derin sularına bırakarak 'intihara teşvik' etmesine gerekçe olabiliyor.

Ülkemiz insanları bu kadar mı, kendini kaybetti? Vicdanımızı kayıp mı ettik? Yoksa gerçekten vicdanımız intihar mı etti? Nasıl olur da yaşamına intihar ederek veda etmek isteyen, bunalım geçiren, var olmayla-yok olmanın sınırında olan bir insana, "Saatlerce senin yüzünden trafikte bekliyoruz. Atlayacaksan atla" denilir. Bu nasıl bir duygudur.?

Trafikte belli bir süre beklemek sıkıntılı olabilir. Ama sonuçta bir insanın yaşamı söz konusu, bir insanın yaşamını ciddiye almamak hangi akla hizmet etmektedir? Sonuç itibarı ile ülkemiz insanları yaşanan son olaylardan etkilenerek çeşitli problemlerle, sıkıntılarla karşı-karşıyadırlar. Bölge coğrafyamız savaşın girdabındadır. Ülkemizin, Kürt coğrafyası adı konmamış kirli bir savaşın eşiğindedir. Kürt halkı yüzlerce evladını, çocuk, kadın, yaşlı genç demeden sarayın dayattığı savaşa kurban vermiştir.
 
Dayatılan savaşın girdabında son 6 ay'ı geride bıraktık, kaybedilen insanları sayısı binlerle ifade edilmektedir. Dayatılan savaşın kurbanları sadece Kürt halkı değildir. Yine yüzlerle ifade edilen güvenlik gücü, Saray'ın savaş konseptine uygun olarak kirli ve anlamsız bir savaşın kurbanı olmuşlardır.

Dayatılan savaşın, gerek ekonomik ve gerekse psikolojik etkileri insanlarımızı bunalıma sürüklemektedir. Bu nedenledir ki, intihar vakaları giderek ivme kazanmaktadır. Ölümler giderek kanıksanmaktadır. Ölümlerin dahi, taraftarları' oluşmuştur. Ölümler, kaybedilen canlar, 'bizden değilse' önemsenmemektedir. İnsanların acıları, anaların gözyaşları, 'takım tutar' gibi ayrıştırılmaktadır.

Kadın cinayetleri (katliamları) cinnet getirerek ailelerini, çevresindeki insanları katletmeye kadar varan vakalar artık, 'sıradan' vakalar olarak görülmeye başlandı. Tek kelimeyle insanlarımız, toplumsal kesimlerimiz, vicdanını
kaybetmekte, kısacası vicdanımızda intihar etmektedir. Bir toplum, bir insan vicdanını kaybederse, bütün insani değerlerini kaybetmiş olur derim!

Yapacağımız bir tek şey! Vicdanımızla yüzleşmek, yeniden yüzleşmek ve kendimize gelmektir.

Aliekber Pektaş 11 Mart 2016

E posta:
[email protected] Face:aliekber.pektas

Twitter: @AliekberP