TEMEL DEMİRER

 

“Doğru ancak gerçeğin

derinliğinde bulunabilir.”[2]

 

Hrant’ın katli, siyasi bir cinayet olmanın da ötesinde, Ermeni Soykırımı’nın sür(dürül)düğünün önemli bir verisi, somut kanıtıdır. Bunu açık açık haykırmadan söylenecek her söz  nafiledir.

Evet, Hrant’ın katli konusunu gündem maddesi yapmak bir kez daha T.“C”nin ve öncelinin katliam geleneğini/ tarihini mahkûm etmeyi ve bunun gereklerini “olmazsa olmaz” kılar.

Sadece devlet mi? Hayır yetmez! Çünkü Ermeni Soykırımı kolektif bir suçtur; o hâlde tüm unsurlarıyla da birlikte irdelenmelidir bu soru(n)!

“Nasıl” mı?

Bir an Hollanda-Türkiye millî maçında tribünlerden yükselen, “Ayağa kalkmayan Ermeni olsun!” haykırışını anımsayın!

Bu kadar da değil! “Geriye gidip anımsayacağınız daha nice ırkçı inciyle dolu bir repertuvar var. Söylenmekten bıkılmamış, utanılmamış veciz sloganlar! ‘Asılsız Soykırım İddiaları ile Mücadele Derneği’ Başkanı Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez, Ermeni meselesinin önümüzdeki dönemde, ülkemiz aleyhinde kamuoyunda önemli bir yer işgal edeceğini söylüyor”![3]

Topyekûn savaş veya teyakkuz hâline dikkat edin! Bu elbette boşuna değil; çünkü ortada herkesin birbirinden sakladığı bir kolektif suç ve suçluluk var!

Hatırlayın Hasan Cemal, ‘1915: Ermeni Soykırımı’ başlıklı kitabında, ‘Cumhuriyet’ gazetesinin imtiyaz sahibi ve yazarı İlhan Selçuk’un annesi Hikmet Kasım Hanım’ın Ermeni olduğundan ama kendisinin bunu hiç dillendirmediğinden söz edip, “İlhan Abi’nin annesinin Ermeni olduğunu 2010 yılındaki ölümüne yakın öğrenecektim” demişti.

İlhan Selçuk bunu neden sakladı derseniz; kolektif suç ve suçluluktan derim!

Ancak sözünü ettiği “suç”un icraatları kesintisiz sür(dürül)üyor.

Mesela Cüneyt Özdemir’in, “Hrant Dink mi daha bahtsız Ermeni olduğu için askerde kör kurşuna kurban giden Ermeni er Sevag mı? Seçin birini, fark etmez!?” diye formüle ettiği hâl!

Ya da Rakel Dink’in, “Hrant’ın davası benim, sizin davanız olmaktan çok, yüzleşme davasıdır,” saptaması ve devamda sözünü ettiği gibi: “Benim artık midem bulanıyor, Türkiye’de yapılan haksızlıklardan... Meydanlarda bağırarak hakaret etmeyi biliyorlar, bağırarak özür dilemeyi de bilsinler. Patrikhane’ye giderek kapalı kapılar ardında özür dilemesinler…

“Ben sıradan bir vatandaş olarak, bir eş olarak, bir ev halkı olarak yine de gözardı etmek hakkım olabilir ama onların bu görevlerde bulunarak görmezden gelmeye, kör olmaya, sağır olmaya hakları yok. Biz ruhsal ve bedensel olarak, görünen devletin himayesi altındayız. Bizi korumakla yükümlü ama burada üç maymun oynandı. Görmek istemiyor, duymak istemiyor, söylemek istemiyor. Ya direkt ‘yapın, öldürün’ diyecek, ya da susacak, yine aynı şeyi söylemiş olacak…

“Sivas davası da aynen öyle, yaşlı başlı kadınlar, adamlar gözyaşlarını siliyor davadan sonra. Nerede bunu anlayacak yürek, nerede bu hissiyat? Gaz bombaları ile cevap veriyorlar. Ne zaman göreceğiz adalet ışıltılarını? Eşim öldürülmüş, 100 kişiyi de mahkeme etseler, bana ne getirisi olacak? Size sormak isterim; hepimiz görecek miyiz, özlemimizi alacak mıyız, adalet yerine oturdu diye. Türkiye değişiyor hissiyatı olacak mı, bu devlet adaletli davranmaya başladı, haksızlıklarla yüzleşmeye başladı diye...

Dink davası yüzleşme davasıdır aynı zamanda. Hrant’ın 1974’ten beri gözetim altında olduğu söyleniyor. Yasin Hayal de gözetim altında. Nasıl bir gözetim bu? Bir Ermeni olacak, Agos Gazetesi’ni açacak, bütün uğradığı haksızlıkları ilan edecek, sonra MİT’in bundan haberi olmayacak! Yalancısınız derim ancak…”

Tam bu noktada “Ermeni Açılımı” demogojisi karaya oturduğunda, “100 bin Ermeni’ye hadi evinize deriz,” diye haykıran Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın…

 “Der Zor dedikleri büyük kasaba/ Kesilen Ermeni gelmez hesaba/ Osmanlı efratı dönmüş kasapa../ / “Der Zor çölünde şaşırdım kaldım/ Yitirdim anamı, yitirdim babamı/ Oy anam, oy anam, hâlimiz yaman!/ Der Zor çölünde kaldığım zaman,” diyen Ermeni Ağıtı’ndaki dizeleri…

Karin Karakaşlı’nın, “Her Ermeni hikâyesi, kaçınılmaz olarak bir göç ve sürgün hikâyesidir…”

William Saroyan’ın, ‘Yaşayanlar ve Ölüler’inde, “Anneannem, ‘Kürtçe kalbin dilidir’ derdi. Türkçe ise müziktir; bir şarap deresi gibi akar, yumuşak, tatlı ve parlak. Bizim dilimizse acının dilidir. Ölümü tattık hep; dilimizde nefretin ve acının yükü var”…

Taner Akçam’ın, “M. Kemal, Ermeni katliamını fazahat (utanılacak olay) diye tanımladı…”

Arsinée Khanjian’ın, “Dünya 1915’te ne olduğunu biliyor. Türk stratejisi, milyonlarcasının inkârı önemli değil…”

Rober Koptaş’ın, “1915, sanıldığı gibi geçmiş değil, bir gelecek meselesidir. 1915 sadece Ermenilerin değil, aynı zamanda Türklerin, Kürtlerin, Müslümanların meselesidir…”

Charles Aznavour’un, “Biz, Türklerin karşı çıktıkları soykırım sözcüğüne mi odaklanıyoruz? O hâlde, soruyu Türklere yöneltiyorum: Eğer bu bir soykırım değilse, bir halkın yok edilişine ne denir? Tüm bu zaman boyunca siz buna ne ad verdiniz?”[4] sözlerini anımsayın…

O zaman Hrant’ın neden, niçin katledildiğini gayet iyi anlayabilirsiniz!

Hrant’ın katli, tıpkı Ermeni Soykırımı gibi yalana ve suskunluğa tevdi edilmişken; Özdemir Asaf, “Ağzında yalan varken konuşma!” der o muhteşem dizesinde; Ermeni Soykırımı konusunda, ağzından yalanlarla köpük saçanlara seslenirmişcesine!

Yalancıların yalanları malum olmasına malum da, bu yalanlara “When ignorance is innocence!/ Cehalet masumiyet olunca!” deyişindeki üzere, ortak edilmişlere ne demeli?

Gilles Deleuze’ün, “İktidar ezilenlere yatırım yapar, onların içinden onların yardımıyla geçer; iktidar onlara dayanır,” diye betimlediği “Onlar” o kadar çok ki!?

Kim ne derse desin: 1915 Ermeni Soykırımı’nın inkârı, toplumu resmî ideoloji ekseninde rehin alan bir tahakkümdür, bu doğru; ama bunun yanında, “cezasızlığı cesaretlendiren” bir kuralsızlıkla faşizmin sıradanlaştırılmasıdır.

Kardeş bir ulusun, sermayenin Türkleştirilmesi için tarihin tanık olduğu en kapsamlı felaketlerden birine maruz bırakılması, “miş”li geçmiş cümlelerle anılamaz.

“1 milyon 500 + Hrant” (veya Sevag) gerçeğinden gördüğümüz üzere soykırım bugün(ümüz)dür; bir milli futbol maçında “Ayağa kalkmayan Ermenidir!” histerik haykırışlarındaki üzere dumanı üstündedir; günceldir.

Şunu kimse inkâr edemez: Ahbarik Hrant’ın katline dâhil olan veya cinayetin perdelenmesinde, aklanmasında üzerine düşeni yapan katiller ve işbirlikçileri devlet tarafından taltif edilmiştir.

Yaşadıklarımızla birlikte, mahkeme süreci ve sonuçları da bunu alenen ortaya koymaktadır.

Hrant’ın katilleri de soykırımın failleri gibi “aklanıp” taltif edilerek, cesaretlendirilmiş, teşvik edilmişlerdir. TCK 301. maddenin lafzına ve ruhuna uygun olduğu üzere…

Bunda, şaşırtıcı bir şey de yoktur. Çünkü Ermeni Soykırımı’nın 98. yıldönümünde gerçekle yüzleşmeye yanaşılmadığı gibi, gasp edilen Ermeni malları ve el konan kadınlara, çocuklara dair büyük suskunluk hâlâ resmî tavırdır.

Bunun da böyle olmasında, şaşırtıcı bir şey de yoktur. Çünkü Ermeni Soykırımı, kolektif bir suçtur. Bu suçtan egemen ulus kategorisinde yer alan her katman, şöyle ya da böyle nemalanmıştır; H. de Balzac’ın, “Her büyük servetin arkasında, büyük suç yatar” uyarısındaki üzere…

Bu noktada Yahudi Soykırımı’nın gerçekleştiği Almanya’da “gnade der späte geburt/ geç doğmuş olmanın merhameti/affı” tavrındaki bir “aklanma” girişimi, Ermeni Soykırımı nitelemeleri için de geçersiz bir liberal hezeyandır.

Neyzen Tevfik’in, “Stran dîsa ew stran e, di sazan de têl guherî,/ Kulm dîsa ew kulm e, hebe tenê dest guhêrî/ Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,/ Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti” dizelerindeki üzere “geçmiş”, bugünde yaşayan dündür.

Sırf bu nedenle “1915’te ben/biz yoktum/yoktuk!” denilerek geç doğmuş olmakla, dedelerin(in) el koyduğu Ermeni birikimleri ile içi içe geçmiş soykırımdan ellerini yıkamak, geçmişi bugünde yaşatmaktır.

Tarihin karanlık sayfalarıyla yüzleşmek, öncelikle suçluların ve suçlarının bugün yürürlükte olan uzantılarını tasfiye etmek demektir. Sıra mallara mülklere el konması konusuna veya Kemalizm döneminin karanlık sayfalarına gelince başını öte yana çevirmek, namuslu ve samimi bir tarih yüzleşmesi değildir. Böylesi bir tutum, kendimizle gerçekten yüzleşmemize izin vermez. Geleceğin de hep eğreti kurulmasına yol açar.

Tam da bu noktada “Hayır” demesini bilmeyenin “Evet”inin de anlamı olmadığını bir an dahi unutmadan/unutturmadan; toplumsal vicdan(ımız)ın (onu öldürmedikçe!) yanılmaz bir yargıç olduğu bilinci ve nihayet Alain Badiou’nun, “Gerçek kuramsal değil, pratik bir iştir,”[5] kararlılığıyla Ermeni Soykırımı konusunda Eduardo Galeano ile birlikte “- Ben diğer bir senim. -Sen diğer bir bensin,”[6] diyerek yan yana geliyoruz bir kez daha, gerçeklerle yüzleşmek için…

Hem de 2005 yılında Osmanlı tapu kayıtlarının Türkçeye çevrilerek internete konması projesini MGK’nın, milli güvenliğe aykırı bularak, konunun kapatıldığı Türkiye’de Hrant’ın katlini konuşmak; Ermeni Soykırımı’nı gündeme getirmeksizin mümkün değildir…

Hayır katil = tetiği çeken değildir; esas katil tetiği çektirendir; detay değil, büyük resimdir!

Burada bir parantez açmalıyım: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Dink davasında İstanbul 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin Yasin Hayal’in kasten adam öldürmek suçundan ağırlaştırılmış müebbet, tetikçi Ogün Samast’ın ise 22 yıl hapse mahkûm olduğu 19 sanıklı davaya ilişkin kararıyla ilgili tebliğnamesini tamamlayıp, mahkemenin “örgüt bulunamadı” kararının bozulması yönünde görüş bildirmesi, abartıldığı kadar önemli değildir!

Çünkü bu tebliğname, “Sanıklar tarafından 19 Ocak 2007’de gerçekleştirilen sırf başka din ve milliyetten olması nedeniyle Fırat (Hrant) Dink’in öldürülmesi, sistemli, planlı ve organize olarak bir örgüt faaliyeti kapsamında, devletin birliğini bozmaya yönelik eylemler olarak değerlendirilmelidir” denilerek; TCK 301’in Türkiye’sinde olayın Ermeni Soykırımı ile bağı kopartılmaktadır!

 

KATİL KİM?

 

Hrant’ın katlinde kilit soru(n) “Katil Kim?”dir.

Dikkat edin: “Tetikçi(ler) Kim” değil; “Katil Kim” dedik!

Yanıtlanması gereken soru(n) tamı tamına budur; ne bir eksik, ne bir fazla!

Özgür Mumcu’nun, “Hakikâti bulmak isteyenlerin çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşıyor olsaydık Dink kararından sonra bu cinayetin asıl sorumlularının nasıl yargılanmadığını tartışırdık,” notunu düşerken; “Dedelerini, atalarını katletmek yetmedi torunlarına da yöneldiler. Dink’i katlettiler. Avukatı Fethiye Çetin’in dediği gibi; ‘Devletin siyasi cinayet geleneği ve bir kısım vatandaşını ötekileştirerek düşmanlaştırma geleneği devam ediyor’...”

Devam ediyorum: “Genelkurmay tarafından kara propaganda için kurulan internet sitelerinde Hrant’ın katledilmesinden hemen sonra hazırlanan bir dosyaya ‘Hoş gidişler ola’ başlığının atıldığı ortaya çıktı. Belge, ‘Dink’i katletme emrinin kimler tarafından verildiğini açıkça gösteriyor’ şeklinde yorumlandı.

İnternet Andıcı davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin talebi üzerine Genelkurmay’ın gönderdiği harddiskteki 3 milyon belgenin bir kısmını inceleyen Naip Hâkim Hüsnü Çalmuk’un raporunda ilginç detaylar yer aldı.

Genelkurmay tarafından kara propaganda amaçlı kurulan sitelerde yayınlanmak üzere Dink cinayetinin hemen ardından hazırlanan sunum dosyasına atılan başlık: ‘Hoş gidişler ola’. Kapatıldığı veya engellendiği için dosyayı yayınlayan web sitesine ulaşılamasa da Naip Hâkim Hüsnü Çalmuk, ulusalcı eğilimdeki birçok sitenin de kullandığı sunumu, raporunda şöyle özetledi:

‘Dink’in öldürülmesinden sonra onun sanki gerçek bir Türk dostu olduğu, Türk düşmanı Ermeni diasporasına karşı da Türkleri savunduğu, Ermeni soykırımını savunmadığı bu konuda Türkiye aleyhinde faaliyet göstermediği gibi medya tarafından bir tablo çizilmeye çalışıldığı; fakat hiç de medyanın iddia ettiği gibi Dink’in Türk dostu olmadığı ve Ermeni soykırımının tanınmasını istediğini anlatan slayt gösterisi’...”

Lafı uzatmaya ne hacet? BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, “Dink cinayeti devlet cinayetidir,” diyor ve ekliyor:

“Hâlen bu kadar pervasızlığın kol gezmesi, oyalamanın resmi bir devlet politikası hâline gelmesinde bize şunu düşündürtüyor. Bu MGK eliyle kararlaştırmış bir cinayettir duygusunu bütün vicdanlarda son derece yüksek bir ihtimal olarak ortaya koyuyor”!

CHP Milletvekili İlhan Cihaner de, “Dink’in cinayeti dönemindeki yetkililerin çoğu önemli yerlere getirildi. Eğer bu işlemleri yapanlar bu sürecin içinde değilse demek ki ‘gölge bir devlet’ var. Haberdar değilseniz demek ki başka birileri devlet, haberdarsanız çete sizsiniz” diyor!

Haklılar…

Şu çok açık: Piyonlarla, pişmanlarla uğraşmak kolay ve yanlış yoldur!

“Piyonlar” dedim: Dink’in öldürülmesine ilişkin davada yargılanarak beraat eden 25 yaşındaki Zeynel Abidin Yavuz, Trabzon’da 14 yaşındaki kıza tecavüz ettiği iddiasıyla gözaltına alındı ya; on(lar)dan söz ediyorum!

“Pişmanlar” dedim: Dink suikastinin tetikçisi Ogün Samast, kendisini ziyaret eden CHP’li heyete, “Şimdiki aklım olsa yapmazdım. Pişmanım. Dink ile ilgili bütün kitapları okudum. Mahkemeye dürüst davrandım. Dink ile ilgili kitapları okuyunca pişmanlığa kapıldım. En çok da Nedim Şener’in kitabını... Alperen, Nizamı Alem Ülkü Ocakları ortamında büyüdüm. Ermeni olunca beni doldurdular. Cinayeti işlemeden yaklaşık 6 ay önce söylediler. 5 ay kaçtım. Yasin Hayal’in dolduruşuna geldim. 5-6 gün içinde gaza getirdi, otobüse bindim. Yasin Hayal verdi adresi, simitçiye sordum. Simitçi gösterdi. Adresi gördüm, vazgeçtim. İnternet kafeye gittim, 2-3 saat oturdum. İnternet kafede 15-20 defa aradım. ‘Burada korumalar var’ dedim. ‘Onlara sık’ dedi. Aslında koruma yoktu, ben vazgeçtiğim için yalan söyledim. Kafeden çıktım, merdivenlere oturdum. O anda Dink oradan geçti. Olay bir anda oldu. Ondan sonrasını hatırlamıyorum. Birden karşımda görünce vurdum. Otoparkın önündeki yerden Bayrampaşa’ya nasıl giderim diye sordum. Tarif ettiler. Belediye otobüsüne bindim. Büfede ankesörlü telefondan aradım. ‘Tatile gitti’ dedim Yasin Abi’ye. Yasin diyor ki, Erhan yaptırdı,” diyen(ler)den söz ediyorum!

Hrant’ın katli bunlarla sınırlanamayacak kadar büyüktür; çaplıdır; kapsayıcıdır…

Durun birkaç şey daha ekleyeyim: “Dink’in öldürülmesini engellemek için uğraştım. Polise bilgi verdim. Vicdanım çok rahat. Haber vermek için aradım telefonları açmadılar. Keşke cinayeti duyduğum zaman hiçbir şey yapmasaydım. Yoluma yürüseydim. Şimdi olsa hiçbir şey yapmazdım, bildirmezdim,” diyor Erhan Tuncel de!

O hâlde tetikçiler bunlar olabilir; aslî katilin kimliği ise T.“C”nin ve onu var eden tarihin sicilinde kayıtlıdır…

 

T.“C”NİN TARİHİ SİCİLİ

 

Dink’in öldürülmesinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin ihmali olup olmadığına ilişkin soruşturma raporu düzenleyen Emniyet Başmüfettişi Levent Yarımel, Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiği ifadede, “Emniyet, Türkiye’de yaşayan herkesin görüşme kayıtlarına ilişkin bilgileri tutuyor, istediği kaydı silip değiştirebiliyor,” dedi.

Kanımca bu hayati saptama, T.“C”nin tarihi siciline (ve hafızasına) ilişkin çok önemli saptamadır…

Bu bağlamda da, “Türkiye’nin mevcut hukuk düzeninde devlet kaynaklı/devletle ilişkili hiçbir cinayet çözülemez… Hangi cinayet çözülebilmiştir ki?” diyen Hüsnü Öndül sonuna kadar haklıdır!

Kolay mı? “İkinci Abdülhamid’den bu yana tek bir olayı gün ışığına çıkartamadık,” vurgusuyla ekliyor Avni Özgürel: “İttihat ve Terakki tetikçileri Yüzbaşı Kör Nuri, Yahya Kaptan, Serezli Çerkez Ahmet, Saftanlı Amero, emrinde onlarca tetikçi bulunan Yakup Cemil’in işlediği yüzlerce/binlerce cinayet soruşturulmadı. Geleneği Ankara devraldıktan sonra Topal Osman çıktı sahneye. Muhalif milletvekili Ali Şükrü Bey TBMM’de katledildi, Ardahan milletvekili Halit Karsıalan TBMM binası içinde vurulduktan sonra beş gün bir odada acı içinde kıvranıp öldü. Milletvekilleri üzerindeki heyüla Cumhurbaşkanlığı fahri muhafızı Topal Osman Ağa’ydı. Sonunda o da üzerine sevk edilen asker tarafından öldürüldü. İstiklal Mahkemeleri’nde işlenen cinayetler, Kâzım Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Hüseyin Avni Ulaş gibi uydurma dava ve kovuşturmalarla siyaset dışına itilen insanları hedef alan komplolar sorgulanmadı. Tabii Takriri Sükûn faciası, Şeyh Said hadisesi, Dersim, Varlık Vergisi vurgunu v.s. de... Saymaya kalem yetmez. 6-7 Eylül provokasyonu...

Abdi İpekçi suikastını sorgulayıp Mehmet Ali Ağca’nın arkasında kim/ne var aydınlatabildik mi ki, Dink suikastında gerçeğe neden ulaşamadığımıza şaşıralım? Kemal Türkler’i, Doğan Öz’ü, Gün Sazak’ı, Özdemir Sabancı’yı, Nihat Erim’i, Ahmet Taner Kışlalı’yı, Necip Hablemitoğlu’nu kim öldürdü? Aydınlattık diyebileceğimiz tek bir siyasi cinayet var mı? Bırakın cinayeti, adi suçlarda bile iş devlet katına uzandığında donduk kaldık. Tüm NATO ülkeleri arasında Lockheed yolsuzluğuna ilişkin soruşturmayı tamamlayamamış tek ülke, Türkiye. Hrant cinayeti, işte bu arka plan dolayısıyla önemliydi. Çarkın nasıl işlediğini biliyorduk; tetikçiyle karar odağı arasındaki bağlantı mekanizmasını ve halkaların önemli bir kısmını da... Ne yazık ki beceremedik!”[7]

Devamla: “Dink’in öldürülmesine karar veren güç, Mustafa Suphi’den Musa Anter’e, Sabahattin Ali’den Kemal Türkler’e kadar uzanan bir dizi muhalifi susturan bir derinliğe sahipti. O ‘derinlik’ o kadar çetrefilli bir ilişkiler ağına sahip ki, beş yıldır süren dava son aşamasına gelmiş olmasına rağmen, ‘çocuktan katil yaratan zihniyet’in bağlantıları görmezden geliniyor. İsteniyor ki tetiği çeken kişiye verilecek cezayla bu dosya da tarihteki yerine, ‘çıkrık ve tunç balta’nın yanına gitsin!

Katil, kendi portresini çiziyor ve biz bu portreyi 16 Mart’tan, 1 Mayıs 1977’den, Kemal Türkler’in, Abdi İpekçi’nin, Musa Anter’in katledilme şeklinden; Rahip Santoro cinayetinden, Zirve Yayınevi katliamından, Madımak’tan, Başbağlar’dan, Maraş’tan tanıyoruz.”[8]

Devlet bunların sorumlularından söz eder mi; edebilir mi; bu mümkün mü?

Elbette değil! Ortada bir devlet tutumu söz konusuyken…

 

DEVLET TUTUMU

 

“Devlet Tutumu” dedik; birkaç örnekle somutlayalım:

i) Dink ailesinin, gazeteci Hrant’ı İstanbul Valiliği’nde tehdit ettikleri ileri sürülen iki MİT görevlisi hakkında verilen takipsizlik kararına itirazları reddedildi. Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Süleyman Savut ile üyeler Şenel Altınay ve Jale Tetik’in verdiği kararda, Dink ailesinin şikâyeti üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2 MİT görevlisi hakkında, “görevi kötüye kullanma” suçundan yürüttüğü soruşturmada takipsizlik kararı verdi!

ii) Dink’i 2004 yılında İstanbul Valiliği’ne çağırarak “uyardığı” belirtilen MİT görevlileri Özel Yılmaz ve Handan Selçuk hakkındaki soruşturma, “zamanaşımı” gerekçesiyle sonuçsuz kaldı. Valilikteki görüşmeyi Dink, “Haddini bildirme” operasyonunun başlangıcı olarak nitelemiş ve “Artık hedefteydim” diye yazmıştı!

iii) Dink’in ailesinin ‘Şahların Labirenti’ programında, Dink’i Maraş katliamının faili gibi gösterdiği iddia edilen TRT, Bey Yapım ve Maraş Katliamı davasının sanığı Ökkeş Şendiller hakkında açtığı tazminat davası sonuçlandı. Mahkeme, Şendiller hakkındaki davanın reddine karar verdi. TRT ve Bey Yapım hakkında dava ise açılmamış sayıldı!

iv) Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde mahkûm olmasına yol açan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki Dink cinayeti davası dosyasına, çarpıcı iddialar içeren bir ifade metni girdi. JİTEM elemanı olduğunu iddia eden, Amasya Cezaevi’nde yatan Erhan Özen adlı mahkûm ifadesinde, Dink’in 2004’te JİTEM tarafından kaçırılarak Yabancılar Mezarlığı’na götürüldüğünü, burada Ergenekon davası sanığı Sevgi Erenerol ile görüştürüldüğünü anlattı!

v) İçişleri Bakanlığı soruşturmasında müfettişler Dink cinayetinde polislerin ihmali olmadığına karar verdi. Rapora göre tek ihmali olan cinayetin azmettiricisi olmaktan yargılanan Erhan Tuncel!

vi) 4. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin Başkanı Rüstem Eryılmaz, ‘Dink davasında eldeki delillere göre karar verdik’ dedi. Avukat Fethiye Çetin ise, toplanan delillerin poliste olduğunu ancak bunların savcılığa ve mahkemeye gönderilmediğini ileri sürdü!

vii) Dink’in öldürülmesine ilişkin 19 sanıklı davaya bakan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, 17 Ocak 2012’daki karar duruşmasında hakkında hüküm vermeyi unuttuğu sanık Coşkun İğci, 13 Şubat 2012’de kendisi için görülen duruşmanın sonunda beraat etti!

Bu verilerle biçimlenen tabloda ‘Hrant Dink’in Arkadaşları’, Başbakan Erdoğan’ın Dink cinayeti davasına ilişkin “yargının bizden istediği her şeyi yaptık” yönündeki açıklamasına tepki gösterip, “Yapmanız gereken çok şey vardı, hiçbirini yapmadınız. Adalet yönünde sahici bir irade ortaya koysaydınız bu rezillikler olmazdı,” demeleri de abes ile iştigaldir!

Sanki “Türklüğü aşağıladığı” gerekçesiyle, 301. madde gereği Hrant’ı “düşman” belleyen devlet değil miydi!

301 kaldırılmalı dedikçe, “Canım, 301’in bu kadar da abartılacak bir yanı yok” diyenler dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Adalet Bakanı Cemil Çiçek değil miydi!

Yasakla, yargılamayla, cezayla, aşağılamakla, ötekileştirmekle, yalnızlaştırmakla, hedef seçmekle, hedef göstermekle, kışkırtmakla, tehditle, göz göre göre hazırlanmadı mı Hrant’ın katli; o cinayete ulaşan yolda kanlı taşlar tek tek döşenmedi mi!

MİT, Trabzon Valisi, Trabzon Emniyeti, İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü, Jandarma, Dink’in öldürüleceğini önceden bilmiyorlar mıydı?

Hrant, İstanbul Valiliği’ne çağrılıp “Ayağını denk al” diye tehdit edilmemiş miydi?

Katliam sonrasında Ogün Samast yakalandığında jandarma ve polisteki ağabeyler katille hatıra fotoğrafı çektirmediler mi?

O “yargılama”, komedyaya dönüştürülerek, deliller karartılmamış mıydı?

O duruşmalara girip çıkarken sanıklar herkesi tehdit etmemiş miydi?

Mahkemedeki tavırlarıyla, sırıtışlarıyla, kendilerine güvenleriyle, kollanacaklarını, korunacaklarını bal gibi bildikleri aşikâr değil miydi?

Nedim Şener, Dink cinayetini araştırdığı ve gerçeklere çok yakın bulgular elde ettiği için hapse tıkılmamış mıydı?

Veya “Bir tek Ermeni’nin bile polis ya da asker olamadığı bu ülkede, iki yıl hazırlığı yapılan cinayeti devletin görmezden gelmesi tesadüf olabilir miydi?”[9]

Ya da Mustafa Sönmez’in işaret ettiği gibi, “Mahkeme, cinayetin adeta ‘devletin himayesi’nde işlendiğini reddedemedi,” değil mi?

Tüm bu veriler ışığında “Adaletin gerçekten yerini bulmasını zaten beklemiyorlardı” diyen ‘The Economist’in eklediği üzere: “Bazılarına adalet yok”tu![10]

Bu da Dink “davası” için şaşırtıcı değildi!

 

KARARTILAN OLGULAR

 

Şaşırtıcı değildi; çünkü Hrant “davası”ndaki tüm olgular karartılmıştı!

Gerçekten de mahkeme kararına tepki gösteren Fethiye Çetin’i, “Bu dava bitmedi. Biten bir komedi dosyasıdır,” diye haykırtan davada tüm olgular karartılmıştı.

Kolay mı? “Dink cinayetinde ilk ceza tetikçiye çıktı ama onun ve azmettiricilerin derin bağlantıları konusunda pek çok soru hâlen yanıtsızdı”![11]

Mesela… Samast’ın Dink’i öldürmeden önce gittiği internet kafenin sahibi ifade değiştirdi. Dink’i tanıdığını ve Samast’ı cinayetten önce ve sonra gördüğünü anlattı. Tanık, polislerin Samast’ın kullandığı bilgisayarı incelediğini de anlattı ama bu kayıtlar yok!

Mesela… TÜBİTAK’a göre ‘Dink cinayetinin işlendiği gün çekilen banka kamera kayıtlarında cinayete dair görüntü bulunamamasının nedeni, periyodik olarak kayıtların üzerine yeni kayıt yapılması!

Mesela… Dink cinayetinin işlendiği gün Agos önünde görüntülenen 4 şüphelinin kimliklerinin tespit edilmesi için GSM operatörlerine yazılan yazılara şok yanıtlar geldi. İki şirket, o bölgede baz istasyonlarının olmadığını, bir şirket ise cinayetin işlendiği gün 11.00-11.25 ila 14.45-15.00 saatleri arasında o bölgede hiç telefon görüşmesi yapılmadığını bildirdi!

Mesela… ‘ Dink öldürüldüğünde Trabzon Emniyet Müdürü olan Reşat Altay, cinayet hazırlığıyla ilgili her şeyin kendisinden saklandığını söyledi!

Mesela… Trabzon Emniyeti istihbarat elemanı Erhan Tuncel, cezaevinden gönderdiği mektuplarda, polis içindeki ihmalin bilinenden büyük olduğunu belirtip, Nedim Şener’in ‘Kırmızı Cuma-Dink’in Kalemini Kim Kırdı’ başlıklı kitapta yer alan mektuplarda, “Dink benim sayemde bir yıl uzun yaşadı” diyordu. Dink cinayetiyle, 2006’da meydana gelen Rahip Santoro cinayeti arasında bir polis memurunun bağlantısına işaret ediyordu.

Mesela… Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla Dink cinayetini inceleyen Devlet Denetleme Kurulu’nun (DDK) raporunda da kamu görevlilerinin sorumluluğuna dikkat çekildi.

DDK raporunda Emniyet, Jandarma ve yargı eleştirilip, “Emniyet ve Jandarma suikast tehlikesini önceden öğrendi. İstihbarat birimleri çalışma yapmadı. Sorumlular önlem almadığı için Dink hayatını kaybetti,” denildi.

DDK’nun raporunda, “Dink cinayeti işlendiğinde görevdeki emniyet personeliyle ilgili ihmal iddialarının soruşturma için yeterli ve ciddi olduğu” belirtildi. Raporun karartılan bölümlerinde dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay’ın, İstanbul valisi Muammer Güler ile İstanbul Emniyet Müdürü Celaleddin Cerrah’ın isimlerinin yer aldı.

DDK’nın Dink cinayeti raporunda, cinayetin aydınlatılmasında önem taşıyan evrakta tahrifat yapıldığı belirtildi. DDK’nın Dink cinayeti raporunun bazı kısımları sansürlenerek açıklandı. Raporda Dink cinayetinde ihmali bulunan kamu görevlilerinin “Kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi” ve örgütlü suçlar yönünden savcılarca soruşturulması gerektiği belirtildi…

Cumhurbaşkanlığı’nın internet sitesinde raporun sadece sonuç bölümü, sınırlı olarak yer aldı. Tamamı kamuoyuna açıklanmayan rapor 653 sayfadan oluştu. Raporun ekinde 51 DVD’ye de yer verildi. Dink cinayetiyle ilgili tespitlerin yapıldığı bölümde; 6, 7, 8, 9 ve 10. tespitlerin üzeri siyah bantla kapatılarak gizlendi. Raporun yaklaşık 6 sayfalık bölümü üstü karartılarak gizlenmiş oldu.

Tamda bu tabloda ‘Hrant’ın Arkadaşları’, şunlara dikkat çektiler:

“Hükümet memurlarını korudu…

‘MİT’te bilgi olmaması mümkün mü? ‘Gerekeni yaptık’ iddiasındaki başbakanın, bu soruya bir cevabı var mı?’ diye soruldu.

Trabzon’da suçlularla ilgili kayıtlar silindi…

İstanbul’da kamera kayıtlarının yok edildi…

Cinayet günü bölgedeki telefon görüşmelerinin dökümünü isteyen mahkemeyi Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı devamlı oyaladı…

Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler ile İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ödüllendirildi…”

 

KATİLLERE ÖDÜL

 

Evet, evet Hrant’ın katilleri, cinayet sürecine bulaşanlar, şu veya bu biçimde ödüllendirildi!

“Kamuda terfi etmenin zımni bir kuralı var anlaşılan. Dink’in kanı eline bir şekilde bulaştı mı terfi garanti. Ezberden sayıyorum...’ vurgusuyla Demiray Oral ekliyor:

‘Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler, önce Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’yla ödüllendirildi, ardından AKP’den vekil oldu. (Dink valiliğe çağırılıp iki MİT’çi tarafından ‘uyarılmıştı’.)

Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, Osmaniye’ye vali oldu. (Kendisi yapılacak suikastla ilgili ihbarları ciddiye almamış ve olayın ardından da dakika bir gol bir ‘milliyetçi hislerle işlenmiş bir cinayet’ teşhisini koymuştu.)

Başbakan Yardımcısı olan Cemil Çiçek devlet protokolünün iki numarası, yani Meclis Başkanı oldu. (İşaret parmağıyla Hrant’ı ‘bunu’ diye ‘işaret’ etmiştir.)

Cinayet planlandığı esnada Trabzon Emniyet Müdürü olan Ramazan Akyürek, Teftiş Kurulu Başkanı yapıldı. (Erhan Tuncel ve şürekâsını ‘devlete kazandıran’ şahsiyettir kendisi.)

Dönemin Samsun Asayiş Müdürü Yakup Kurtaran bir ile Emniyet müdürü yapıldı. (Kendisi Hrant’ı vuran Ogün Samast ile Türk bayrağı fonlu poster fotoğrafı çektiren isimdir.)”[12]

Hızla ve yinelemek pahasına -katillerin nasıl ödüllendirildiğini- sıralıyorum:

i) Emniyet teşkilâtında 2012 terfilerini gerçekleştiren rütbe terfi işlemlerini yürüten Emniyet Genel Müdürlüğü Rütbe Terfi Komisyonu’nunda, İstanbul Emniyet Müdürlüğü kadrosunda görev yapan ve 1. sınıf emniyet müdürlüğü sırası gelen 2. sınıf emniyet müdürlerinden 24’ünün dosyası görüşüldü. Söz konusu emniyet müdürleri arasında bir dönem İstanbul Emniyeti’nde istihbarattan sorumlu müdür yardımcısı olarak görev yapan ve hâlen Tanık Koruma Şubesi ve Bomba İmha Şubesi’nden sorumlu olan Ali Fuat Yılmazer de yer aldı. Dink’in öldürülmesi sürecinde EGM İstihbarat Dairesi’nde C Şube Müdürü olarak görev yaparken olayda kusuru bulunduğu iddiasıyla hakkında Başbakanlık Teftiş Kurulu’nca rapor düzenlenen Yılmazer’in, komisyonun oybirliği ile terfi ettirdi.

ii) Dink’in katili Samast ile hatıra fotoğrafı çektiren polis Yakup Kurtaran, Malatya Emniyet Müdür Yardımcılığı’na kadar yükseldi. Kurtaran fotoğrafın çekildiği, dönemde Asayiş Şube Müdürü görevindeydi. Dink cinayetiyle ilgili DDK raporunda da eleştiren ‘bayraklı hatıra fotoğrafı’nı çektiren polisin ceza alması bir yana hızla terfi ettiği ortaya çıktı. O fotoğraftan sonra dönemin Asayiş Şube Müdürü Yakup Kurtaran ilk Amasya’ya ardından da trafik tescil şubesinde görevli olarak Malatya’ya tayin edildi. Kısa süre trafik tescilde çalıştıktan sonra da kariyeri hızla yükseldi. Önce 4. sınıf komiser ardından ikinci sınıf komiserliğe nihayetinde 2012 yılında da Malatya Emniyet Müdür Yardımcılığı’na getirildi.

 

301’Cİ BAŞ DENETÇİ

 

Ödüllerin en büyüğü Hrant’ın 301’den mahkûm eden birine verildi. “Nasıl mı?” AKP tarafından baş denetçiliğe atandı.

Dink’in mahkûmiyet kararında imzası bulunan ombudsmanlığı başkadılığa benzeterek “(Ombudsmanlığın) temelini, Osmanlı’da Kadi’l Kudat denilen müessese oluşturuyor. İsveç Kralı XII. Şarl, Osmanlı’ya sığındığı 4.5 yıllık dönemde, idare sistemini inceledi ve ülkesine döndüğünde ombudsman atadı,”[13] diyen Mehmet Nihat Ömeroğlu’nun başdenetçi oldu!

“Peki kimdir bu yükselen bürokrat? 39 yıl yargıçlık yapmış bir insan, neden CV’sine içki ve sigara içmediğini yazma gereği duyar ki? Mehmet Nihat Ömeroğlu, ombudsmanlığa aday olurken Meclis’e verdiği özgeçmişinde buna ihtiyaç duymuş. Yazmış CV’sine ‘Alkol: Yok, Sigara: Yok’...”[14]

Evet,  evet “Hrant’ı mahkûm eden kararın altında imzası olan isimlerden biri, o tarihteki Yargıtay 5’inci Ceza Dairesi üyelerinden Nihat Ömeroğlu’dur.

AİHM, Yargıtay’ın Türklüğü doğrudan etnik aidiyet üzerinden tanımlamış olmasını da problemli bulmuştur. Türkiye’nin başdenetçisi Ömeroğlu, bu içeriğe sahip bir AİHM kararının gölgesi altında görevine başlamıştır.”[15]

Nihat Ömeroğlu’nun Dink’e verilen cezayı onamasını “Dink olduğunun farkına bile varmadım. Zaten isim Hrant bile değildi. Fırat Dink diye yazıyordu” sözleriyle savunurken, o günkü Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun gündemi ve yaşanan tartışmalar yeni ombudsmanı doğrulamadı. Ömeroğlu’nun sözlerinin aksine Dink’in adının kurul gündemine “Fırat (Hrant) Dink” olarak geldiği ortaya çıktı. Ömeroğlu’nun dosya görüşülürken de “Biz bu cezayı onaylayacağız” demiş…[16]

Ayrıca “Nihat Ömeroğlu, kendini savunurken, ‘Benim 301’den mahkûmiyet kararı verdiğim yoktur’ diyor. Ve kanıtlıyor: ‘Prof. Doğu Ergil sol tandanslıdır, 301’den yargılayıp beraat ettirdim.’ Bir kere, insanın aklına, sol eğilimlilerin 301’den beraat etmemesi mi gerektiği, geliyor. İkincisi, Prof. Ergil’le biraz önce konuştum, olayın iç yüzü epey ilginç. Kendisi hakkında iki dava açılıyor ve birleştiriliyor. Birincisi, Bursa Barosu’nun davetiyle verdiği bir konferansta şöyle deyişinden: ‘İ. İnönü hakkında, ‘savaşa girmeyerek milletin erkekliğini iğdiş etti’, dediler. Savaş ile erkekliğin ortak paydası tecavüzdür. Bu ne sapık bir mantıktır!’ İkincisi, bir seferinde Prof. Ergil’i bilirkişi olarak çağırmışlar, yollanan kağıtta da, gelmezseniz zorla getirtiriz, diye not düşmüşler. Bunun üzerine Ergil alınıyor, gitmiyor. Bunu da Bursa konferansında anlatıyor. Sonuç: 301’den dava. Bilirkişi raporu lehine gelmiş, beraat etmiş. Ömeroğlu’nun beraat ettirdim dediği 301 bu!”[17]

Tam da bu noktada AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in, Dink’e TCK’nın 301. maddesinden verilen cezayı onaylayan Nihat Ömeroğlu’nun kamu başdenetçisi seçilmesinden rahatsız olduğunu belirtip,  Ömeroğlu’nun Dink’in mahkûmiyet kararında imzası olduğunu bilmediğini söylemesinin, boş laf olmanın ötesinde hiçbir kıymeti yoktur!

 

HRANT’IN YAPTIĞI

 

“Birbirimizi dinlediğimiz, acılarımızı paylaştığımız, başka acıların yaşanmaması için çabaladığımız, farklılığımızla bir kalabildiğimiz bir hayat...” isteyen Hrant’ın yaptığı, her şeyi değiştirdi…

O; Halil Cibran’ın, “Yalnızca sevgi ve ölüm her şeyi değiştirebilir,” sözündeki gibi yaşayıp; Jean Paul Sartre’ın, “Mirovê ku ji maf û azadîyê çi fêm dike, li hemberî kirinên xwe û yêki din de di nav helwesta bi xwe kirinê de veşartî ye/ İnsanın haktan ve özgürlükten ne anladığı, kendisine ve başkasına yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir,” haykırışını somutladı…

Hikâyesiyle “Hayat başlar ve biter! Nasıl başlayıp nerede sona erdiği değil, ikisi arasına neler sığdırılabildiğin önemlidir,” diyen Amin Maalouf’u teyid etti…

 “Jîyan xwase/ Yaşamak güzeldir” diyen O; Stefan Zweig’ın, “Bütün yalnızlar gibi özgür ve bütün özgürler gibi yalnız”; John Malkovich’in, “Bilinç; korkunç bir lanettir. Düşünürsün, hissedersin, acı çekersin”; Epiktetos’un, “İlk önce kendine ne olacağını sor, sonra ne yapmak gerekiyorsa yap”; Murathan Mungan’ın, “Hayat bazılarına mutsuz olmakla, duygusuz olmak arasında bir tercih hakkı tanır, daha fazlasını değil”; Aslı Erdoğan’ın, “İnsanların en esaslı yönleri uyumsuzluklarında saklıdır,”[18] saptamalarına yabancı olmayandı…

Ölümü sonsuzlaştıran bir başlangıç kılan O; hepimize/ herkes; Seneca’nın, “Ey yaşam, senin bunca değerli olusun ölüm sayesindedir”; Lucretius’un, “Neden ölümden korkayım ki? Ölüm varken ben yokum, ben varken ölüm yok… Mademki ölümün önüne geçilemez, ne zaman gelirse gelsin”; William Shakespeare’in, “Korkaklar ecelleri gelmeden birkaç kere ölürler. Cesurlar ölümü bir kere tadarlar,” gerçeğini anlattı/ hatırlattı…

Hem de Özdemir Asaf’ın, “Bir kez geçer, bir insan bir karşı’ya, Ondan sonra artık herşey karşı’dır”; Edip Cansever’in, “Biliyorsun, bizim her türlü yalnızlığımız yeni bir dil olacak yarın,” dizeleri eşliğinde…

Evet, evet nihayetinde O; “Zihinsel bir imge ne kadar başka imgeyle birleşirse o kadar sık canlanır. Bir imge ne kadar çok başka imgeyle birleşirse, onu canlandıracak nedenler de o kadar fazlalaşır,”[19] diyen John Berger’in tarif ettiği bütünlüğün somutuydu…

Bu nedenle ‘Hrant Dink’in Düşünsel Mirası’ etkinliğinde altı çizildiği gibi, “Dink katledildi ama Hrant’ın düşünsel mirası katledilemedi, yepyeni Hrant’lar ortaya çıktı”!

“Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim...” diye haykıran Rakel Dink’in çığlığı eşliğinde Onun temel önemi buradadır…

Onunla resmî tarihçi ideolojik yasaklar, tabular yerle yeksan oldu…

1915 yani Ermeni Soykırımı konusundaki alternatif tarih yazımı, kelleyi koltuğa alıp, “riskli” alanlara el atarak, “dün”den “bugün”e uzanan cüret ortaya ve sokaklara çıktı.

Bu, resmî tarihe tabuların ötesinde dokunan bir siyasal mücadeleydi, kalkışmaydı.

İşte tam da bunun için 1915’in devamını 19 Ocak 2007’yi yaşadık!

Kolay mı? “Ermeni” kelimesi yıllar yılı -sadece resmi jargonda da değil- “Mademki Ermenisin...” tekerlemeli çocuk ağızlarında bile hakaret niyetine kullanıldığı bir toplumun dilinin, atasözlerinin, argosunun, önyargılarını sergilediği coğrafyamızda “Ermeni” olmanın resmî ideolojik dayatması Hrant’la değiştirildi…

Hrant’la, ırkçı bir nefret söylemiyle yetiştirilmiş Türk(iye) toplumunu, günün birinde “Hepimiz Ermeniyiz” diye bağırarak yürüyebilmiştir.

Bu bir nehrin yatağını değiştirmek kadar zordur; Hrant, tek kişilik bir set gibi bu önyargının önünde durmuştur; bu toplumu “öteki”siyle barışmayı hatırlatmıştır.

Onun için hepimiz; Ahbarik Hrant’a borçluyuz…

Söz konusu borcu; Ermeni Soykırımı tanıyarak, mağdurlara tazminat ödeyerek, onlardan özür dileyerek ödeyebileceğiz…

Ermeni Sorunu yani Soykırımı… deyince: Milan Kundera’nın, “İnsanın iktidara karşı mücadelesi, hafızanın unutuşa karşı mücadelesidir”; Max Horkheimer’ın, “Tanınmamış olmak ve karanlıkta ölmek acıdır. Bu karanlığı aydınlatmak, tarihsel araştırmanın onurudur”; George Orwell’in, “Özgürlük insanlara duymak istemedikleri şeyleri söyleyebilmektir”; Gabriel Garcia Marquez’in, “Hayat yaşanan değildir. Kişinin hatırladıklarıdır hayat, nasıl hatırladığıdır,” sözlerini ve Ingeborg Bachmann, ‘Malina’ başlıklı romanındaki, “Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar,” deyişinin altını çizmek gerekir…

Çünkü Ermeni Soykırımı, hâlâ ödenmesi gereken borçtur.

 

15 Ocak 2013 09:53:13, Ankara.

 

N O T L A R

[1] 19 Ocak 2013 tarihinde Ankara’da düzenlenen ‘Hrant’ın Bıraktığı Yerden: Öncesi ve Sonrasıyla 1915’ başlıklı panel-forumda yapılan konuşma… Kaldıraç, No:140, Şubat 2013…

[2] Demokritos.

[3] Karin Karakaşlı, “İnsanın Hikâyesi”, Radikal İki, 16 Eylül 2012, s.11.

[4] Charles Aznavour’la Ara Toranian tarafından yapılan söyleşi, Nouvelles d’Arménie Magazine’in Ekim 2011.

[5] Alain Badiou-Slavoj Zizek, Komünizm Fikri, Çev: Okan Doğan-Savaş Kılıç-Haluk Barışcan, Metis Yay., 2012.

[6] Eduardo Galeano, “Ve Günler Yürümeye Başladı”, Çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2012.

[7] Avni Özgürel, “Diğer Faili Meçhuller Aydınlığa Kavuştu Mu Ki Hrant Kavuşsun?”, Radikal, 23 Ocak 2012, s.19.

[8] Yüksel Işık, “Hrant Dink’in Katilini Bir Yerden Tanıyorum!”, Radikal, 21 Ocak 2012, s.21.

[9] Orhan Kemal Cengiz, “Cinayet ve Suç Ortakları”, Radikal, 23 Ocak 2012, s.14.

[10] “Bazılarına Adalet Yok”, The Economist, 21 Ocak 2012.

[11] “4.5 Yılda Bir Ceza, Onlarca Şüphe”, Radikal, 27 Temmuz 2011, s.10-11.

[12] Demiray Oral, “Bir ‘Rutin İşlem’: Hrant Dink”, Taraf, 1 Aralık 2012, s.5.

[13] Mehmet Nihat Ömeroğlu, Anadolu Ajansı, 28 Kasım 2012.

[14] Faruk Bildirici, “Ombudsmanlığı Başkadılığa Benzeten Hukukçu”, Hürriyet Pazar, 2 Aralık 2012, s.14.

[15] Sedat Ergin, “AİHM Kararı Işığında Başdenetçi Tartışması”, Hürriyet, 5 Aralık 2012, s.18.

[16] İlhan Taşcı, “Başdenetçi ‘Hrant’ı Görememiş”, Cumhuriyet, 1 Aralık 2012, s.7.

[17] Baskın Oran, “Bu Şahıs Size Zararlı”, Radikal İki, 9 Aralık 2012, s.4.

[18] Aslı Erdoğan, Mucizevi Mandarin, Everest Yay., 6 baskı, 2009.

[19] John Berger, Bento’nun Eskiz Defteri, Metis Yay., 2012.