Ç
arşamba (22 Ağustos 2013) günü Otogar’dan bindiğim dolmuşun oturmakta bulunduğum tek başıma arka sırasına birkaç yüz metre sonra 40-45 yaşlarında bir şahıs bindi. Dolmuşta başka boş yerler olmasına karşın tek başıma oturduğum arka sırayı tercih etti. Aslında bir müddet ayakta bekledi, etrafı kolaçan etti, sonra belini tutarak (hasta olduğunu sandık!) yanıma oturdu. Anlaşılan beni gözüne kesmişti. Önce soluma geçmek istedi, ona yer vermek istedim bu kez vazgeçti, sağıma oturdu. Çok geçmeden arka sıra da dolunca kendi cebine koyduğu eliyle bacağıma dokundu, huylandım.

Usulünce sorunca da , “Cebimde bir şey arıyorum, kusura bakma!” dedi. Önce onun beni taciz etmek istediğini düşündüm, kafam attı ve ineceğim durağa varınca şoför inmem gerektiğini söyledi, indim. O da benden sonra hemen indi. Ben yoluma devam ettim. O ise dolmuşun durduğu yerde buluna sokağa girdi, önce hasta numarası ile yürüdü, sonra da koşmaya başladı. (Bunları kamerada izledik.)

Birkaç metre yürüdükten sonra-şüphelendiğimden!-cebimi kontrol ettim. Cüzdanımın olmadığını fark edince hemen dolmuşa yeniden döndüm. Durumu izah ettim. Şoför ve yolcular hemen ardımdan inen şahsın sokağa dalıp az yürüdükten sonra kaçtığını söylediler. Her ihtimale karşı dolmuş arandı, cüzdanım bulunmayınca polisi çağırdım. Şoför ve duyarlı bir yolcu-şahsın eşkâlini benden daha iyi tarif ettiklerinden-tanık olarak emniyete benimle geldiler. Zaten olay Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nün duvarları karşısında olmuştu ve orada da iki kamera mevcuttu. Kameraları birlikte izledik ve dolmuştan indikten sonra anlattıklarımı (olanları) birlikte izledik. Kamera adamı arkadan çektiği için kimliği tespit edilemedi.

Polislerle birlikte başka işyerlerinin kameralarını aradık, olayın olduğu yerde bir internetkafenin kamerası vardı ve o da sorunluydu. Emniyette tanık olan iki duyarlı insanla birlikte mevcut hırsızların fotoğraflarını bilgisayardan taradık, ona benziyen yoktu. Ya hiç yakalanmamıştı, ya da başka bölgelerde sabıkası vardı. İfadelerimizi verdik. Sonuç itibari ile Diyarbakır polisinin bu olaydaki tutumu olayı çözme doğrultusunda ve samimiceydi. Samimi olmayan husus ise Diyarbakır’ın (Amed’in) yaş ve cinsiyet gruplarına göre hırsız profiliydi.

Genç olanların hepsinin üzerinde markalı kıyafetler vardı. Saç kesimleri o biçimdi. Hele bazılarının Che Guevara sakalları vardı. En kallavi bir devrimci ile karşı karşıya olduğunuzu sanırsınız. O Che taklidi tipler birer ad(l)i hırsızdı. Daha sonra iki gün paramla birlikte çalınan Nüfus Cüzdanı ve ehliyetimi çıkarmak için uğraştım. Bankamatik kartımı olaydan hemen sonra telefonla iptal ettirmiştim.

Büyük olasılıkla hırsız yakalanmayacak. Ya da yakalansa dahi serbest bırakılacak. Maalesef genelde olaylar bu şekilde sonuçlanıyor. Zaten bundan dolayıdır ki binlerce hırsız Diyarbakır’da cirit atıyor. Ve bir husus daha hırsızlığa güç veriyor. Bazı entel ya da aydın geçinenlerin bu olayları tamamen ekonomik ve etnik düzeye indirgemeleridir:


“Bunlar Kürt’tür, yoksul insanlardır. Ne de olsa bizim insanımızdır.” Böylesi bir bakış tarzına karşı olduğumu okurlarım bilir. Defalarca hırsızlık olaylarını lanetleyen yazılar yazdım. Hırsızlık kolaycı para çarpma yöntemidir. Kendi sınıfı ya da aşağısında olan yoksul insanların birkaç kuruşunu, malını çalan bu insanların yaptığı bir meslektir. Toplumsal ahlakı zedeleyen hırsızlık, fuhuş, uyuşturucu pazarlamacılarına toplumsal olarak karşı durmak gerekir. Eğer bu tür olaylara karşı çıkmaz, sadece devletin Kürtlük bilinci yerleşeceğine bu tür olayları teşviki olarak görürseniz, suçladığınız düşüncenin savunucusu olursunuz. Hırsızın Kürt’ü, Türk’ü, İngiliz’i, Fransız’ı olmaz, hırsız “hırsız”dır! Kısacası ben hırsızları hiç sevmedim ve hep lanetledim.