Ortaçağ'da siyasal ya da aşkla ilgili, gülünç yöresel olaylar ya da tek tek öyküler, anekdotlar, efsaneler, savaşlar, doğal afetler bir kitapta toplanıyordu. Edebiyat ustaları zamanla bu tarz çalışmaları ortak bir tema etrafında birleştirip, daha sağlam bir kurgu üzerinden, psikolojik ve konu derinliği olan bir edebiyat türü haline dönüştürdüler. 19. yüzyılın başlarında kendini kabul ettiren bu edebiyat kolu, bazen öyküden uzun ama romandan kısa anlatı türü olarak kabul gördü ve “kısa roman” ya da “Novella” olarak adlandırıldı.

Novella, Avrupa’da öykü ve romanın gelişimini etkileyen, gerçekçi ve yergili bir anlatımla yazılmış sağlam yapılı ama kısa anlatımlar olarak kendini kabul ettirirken, Almanya’da da Goethe, Thomas Mann ve Franz Kafka ve Leopold Schefer gibi yazarların yapıtlarıyla gelişti. Alman Novellelerinde genellikle veba salgını, savaş, sel, aşk, isyan gibi gerçek ya da düşsel olabilecek çarpıcı bir olaya dayanan öykü etrafında kurgulanıyordu. Tek tek öyküler çeşitli anlatıcılar tarafından dinleyenlerin dikkatini yaşanan/yaşanmış talihsiz olaylardan uzaklaştırmak amacıyla da anlatılır oldu. Duygulara pek yer vermeyen edebi ama kolay bir üslupla yazılmış, öznel değil nesnel bir anlatım taşıyan ve çoğu zaman bir ironiyle sonuçlanan bağımsız olay örgülerine sahip öyküler, özgün bir tür olarak günümüze değin geldi, ama zamanla olay birliğinin yerini üslup birliği aldı, ana öykünün önemi azaldı, ayrıca üslupta nesnellik ilkesi eski karekterini yitirdi.

Almanya’da çağdaş öykü ve romanın gelişmesinde önemli bir rol oynayan Novella yazarlarından biri de kuşkusuz Leopold Schefer olmuştur. Schefer aynı zamanda lirik şiirlerin ustası olup, yaşadığı 19. yüzyılda 72`ye yakın eser yazmıştır. Bu eserlerin arasında antik Yunan başta olmak üzere, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Anadolu`da yaşanmış isyan ve dramlar da vardır.

***

Leopold Schefer, 30 Temmuz 1784 yılında Almanya’nın Saksonya Eyaleti’nin Bad Muskau şehrinde dünyaya geldi. Doktor bir babanın oğlu olan Schefer, çocukluk yıllarında aldığı eğitim tüm yaşamını biçimlendirmiştir. Babasının yoğun işleri ve 1797’de vefat etmesinin ardından papaz kızı olan annesi Hanna Sophie tarafından büyütüldü. İlkokul yıllarında antik dünyanın bilgesi sayılan Hofrath Rohde, pedagog ve hukukçu Andreas Thamm’dan özel dersler aldı. Her iki hocası Schefer’in üzerinde etkili olmuş, hocalarının aktarımları belleğine kazınmıştır. Schefer, onbeş yaşına bastığında matemetik ve klasik filoloji ağırlıklı derslerin okutulduğu okula yazıldı. Prusya eğitim reformunu hazırlayan Alman teolog ve eğitimci Friedrich Gedike’nin rehberliğinde 1799’dan 1804’e kadar Bautzen’deki liseye devam etti. Eğitimi müzik ağırlıklı olmasına rağmen hayatında her zaman dil, kültür, matematik ve doğa özel bir rol oynamıştır. Lise yıllarında ilk şiir girişimleri ve günlük kayıtlar tutmaya başladı. Kendine olan öz güveni arttıkça düşüncelerini yansıtabilme, şiirler, sözler ve bakış açısı geliştirmeye çalıştı. Kısa öyküler yazdı, besteci, pedagog ve yazar olan müzik öğretmeni Johann Samuel Petri’nin teşviğiyle besteler yaptı. Bu yıllarda Almanya’nın Fransız egemenliği altında girip, Alman halkının Fransızlar tarafından aşağılanması, Fransızların Almanya’da güçlü bir şekilde büyümesi onu derinden etkiledi. Napolyon’u öldürmek için bir yıl boyunca planlar yaptı. Ancak annesinin ölümüyle bu planlarından vazgeçti. Annesinin ölümü ardından günlüğüne "dünya artık çekilmiyor" , "yıldızlı gökyüzün artık hiçbir anlamı yok; geçmişte edinilen her şey kaybolmuş gibi görünüyor’’ notunu düştü. Leopold bu satırlarıyla yüreğini ve zihnini annesine Hanna Sophie’ye borçlu olduğunu ima etmiştir.

Annesinin ölümü ardından çocukluk arkadaşı Prens Hermann Ludwig Heinrich von Puckler’in Bad Muskau’daki mülkiyetinde bulunan arazi ve ona bağlı işletmelere genel müdür olarak atandı. Bir süre bu görevde kaldı. Görevi sırasında kısa aralıklarla Londra, Viyana ve Dresden gibi şehirlere iş ve kültürel geziler yaptı. 1816 yılında başarıyla yürüttüğü görevini bırakıp ‘‘yaşam üniversitelerim’’ diye adlandırdığı dünya başkentlerini gezme kararı aldı. İlk durağı Viyana oldu. İki yıl Viyana’da yaşadı. Antonie Salieri gibi o dönemin önde gelen müzik adamlarıyla tanışıp müzikal gelişimine katkıda bulundu. Viyana kütüphanelerinin kültürel zenginliğinden yararlandı; Yunanistan ve Anadolu gezisi için hazırlıklar yaptı. Viyana’dan sonra adımlarını güneye, Kuzey İtalya’ya çevirdi. Bir süre Roma’da kaldıktan sonra Napoli’ye geçti. Napoli’de kaldığı bir yıl içersinde Arapça ve Osmanlıca öğrendi. Ardından Sicilya’a üzerinden Atina’ya geçti; Atina`nın kuzeybatısında küçük antik şehirleri (Eleusis-Aeğina-Korint) ziyaret etti. Oradan Korfu’ya gitti ve Sakız Adası’ndan Karaburun’a geçti. Bir süre Karaburun Yarımadası’nda kaldıktan sonra İstanbul’a ulaştı. Bir süre İstanbul’da kaldıktan sonra, dört yıl önce terk ettiği İtalya’ya deniz yoluyla geri döndü.

Leopold, Ege ve Akdeniz’e yaptığı ve dört yıl süren gezi sırasında edindiği izlenimleri, yaşadıklarını, aldığı notları, sonraki yıllarda yayımladığı şiir ve kısa romanlarına yansımıştır. Bunu kendisi de sıklıkla eserlerinde vurgular. Leopold`un İzmir-Karaburun`a ilk gezisi 1817 yılının sonu ile 1818 başıdır. İkinci ziyareti 1819 yılında gerçekleşir. Her iki ziyaretinde İzmir-Efes-Çeşme-Karaburun`da incelemeler yapar. Amacı sosyal devrimci olarak tanımladığı ‘Böre’ ve müritlerinin ortaklık ideallerini hayata geçirdikleri bölgeleri gezip tanımak, isyana destek veren karşı yakadaki Rum adalarını yakından görmektir. Asıl amacıysa, Börklüce, nam-ı diğer Dede Sultan için kafasındaki romanı yazmaktır. İzmir’den, Efes’e doğru yola koyulduğunda gerekli tarihsel okumaları yapmış, notlar almış ve romanına aşağıdaki önsözü düşmüştür:

‘‘Osmanlı topraklarında 1420 yılında yaşanmış Börklüce Mustafa olayı tek olması ve büyüklüğü nedeniyle önemli bir isyan olarak tarihe mal olmuştur. İsyan süreci ve gelişimi insanı dehşete düşüren bir şekilde geliştiği için sonuçları da çok ağır yaşanmıştır. Müritlerinin ‘‘Dede Sultan’’ diye kutsadıkları „Böre“, yetenekli ve hünerli olmasının yanı sıra iyi bir cengaverdi. Mimaş Dağı’nın eteklerinde yaşayan ahali içersinde bir ayrım gözetmeden, Aksak Timur’un Anadolu’daki zulmünün ardından yoksullaşan ahaliye kucak açıp “Benim olan senindir….!” şiarı ile tekvücut, Yahudiler başta, Hıristiyan ve Türkler Dede Sultan’ın safında yer tutarken; Torlak Kemal ve ona bağlı torlaklar, avrupanın da yakından tanıdığı hukukçu, din bilgesi, Osmanlıyı baştan sona dönüştürmek hayali güden ruhani lider Şeyh Bedreddin bağrında kenetlenmişlerdir. Böre`ye karşı ilk saldırıyı başlatan Saruhan Beyi Bulgar dönmesi Şişman, emrindeki tüm askerleri kaybetmiş, kendi de, bunun hesabını canıyla ödemiştir. İkinci saldırı, Şişman’ın yerine atanan Saruhan Valisi Ali Bey tarafından dözenlenmdi. O’da başarılı oladı!.. Ordusu darmadağın olmuş, kendi de canını kaçarak kurtarmıştır. Beyazid Paşa komutasında Rumeli ve Anadolu`dan toplanan 180 bin kişilik Osmanlı cerisi, Sultan I.Mehmet`in oğlu Şehzade Murat öncülüğünde, Böre`yi yakalayıp müritlerinin gözü önünde çarmıha germiş, tövbe etmesini buyurmuş, kabul etmemesi sonrasında işkence edilerek öldürülmüştür. Ölümünün ardından Böre`nin müritleri Dede Sultanlarının ölmediğini, hayât-i munzeviyânesine devam ettiğini dillendirmişlerdir. Daha sonra Torlak Kemal, 3 bin torlakla Beyazıt Paşa‘ya karşı direnmiş fakat yenilmiş ve adamları ile aşılmıştır. Tüm bunlar yaşanırken Şeyh Bedreddin, Kastamonu hükümdarı İsfendiyaroğlu’nun yardımıyla Sinop üzerinden gemiyle Balkanlar’a geçmiş, orada Osmanlı carileri tarafından ele geçirilip Serez Çarşısı’nda idam edilmiştir. 1840)

***

Leopod Ege/Akdeniz gezisinin ardından Aralık 1819’da Bad Muskau’ya geri döndü. 1821 evlendi. Kendi tasarımlarına göre bir ev inşa etti. Evliliğinden bir oğlu dört kızı dünyaya geldi. Ömrünün sonuna kadar yaşayacağı Bad Muskau`yu zorunlu olmadıkça terketmedi.

Leopold ömrü boyunca, 17. yüzyıl filozofu Spinoza'nın felsefesinin temel bir parçası olan panteizmin savunucularından biri oldu. Bir açıklamasında "Ben bir Hıristiyan değilim, ama ilahi olan herşeye en çok ben ibadet ediyorum" diyerek mezhep veya belli bir inanca ait olmadığını belirtir ve “doğa benim paradigmam" açıklamasını yapar. Lepold, bu açıklama ve düşüncelerinden dolayı ömrünün sonuna kadar kilise ve ona bağlı hıristiyan kurumlarının tepkisini çekmiş, eserlerinin üzerinde dehşet bir amborgo uygulanmıştır. Sayısı 72'i bulan roman çalışması ölümünden sonra Alman halki tarafindan tamamen unutulmuştur. 1862’de Muskau’da vefat eden Leopold Schefer evinin hemen yakınında bulunan Jacob Kilisesi’nin mezarlığında gömülüdür.