Birinci Dünya Savaşının muhtemelen en feci entelektüel sonuçlarından birisi, savaşa katılan ülkelerin toplumlarında »düşman« uluslara karşı nefreti körükleyen, milliyetçi hezeyanları kamçılayan ve »ulusu yedi düvele karşı birbirine kenetleyen« savaş propagandasıydı. Bu nefret söylemi bugün dahi tarih yazılımlarındaki paradigmayı belirlemektedir.

Toplumların hafızasını zehirleyen milliyetçiliğin ve savaş kışkırtıcılığının en büyük dayanağı »Heimatfront«, yani »vatan cephesi« söylemi olmuştur. Kitlesel histeri nöbetlerini örgütleyen »Heimatfront« burjuva medyası olmaksızın düşünülemezdi. Nitekim Naziler 1933’de Almanya’da iktidarı ele geçirdiklerinde ilk yaptıkları işlerden birisi »Heimatfront«u kurgulamak oldu. Çünkü »vatan cephesi« olmadan, savaş cepheleri kurulamazdı. Propaganda bakanı Goebbels, medyayı kontrolü altına alır almaz, Almanya’nın savaşı kaybetmesinin en temel nedeninin »vatan cephesinin sırtına hançer saplayan vatan hainleri« olduğu yalanını yayarak, toplum hafızasına »Dolchstoss-Legende«, yani »Hançer Efsanesini« yerleştirdi. »Dolchstoss-Legende« Almanya toplumunda hâlen yaygın bir kanıdır.

Birinci Dünya Savaşının 100., İkinci Dünya Savaşının ise 75. yıldönümünün yaklaştığı bugünlerde, Almanya’daki burjuva basınının yeniden bir »Heimatfront« oluşturma çabası içerisine girdiğine tanık olmaktayız. Bilhassa Ukrayna Krizini gerekçe gösteren burjuva medyası, Merkel hükümetinin Rusya ile olan »özel ilişkisini« kurban edip, transatlantik ittifak lehine »tüm enerjisini« NATO çatısı altındaki çabalara yoğunlaştırması gerektiğini propaganda ediyor. Neredeyse tüm yorumlarda, »Ukrayna Krizi, Almanya’nın dünya gücü olduğunu gösterecek en önemli testtir« denilerek, Federal Ordunun Doğu Avrupa’da planlanan büyük NATO manevralarında »öncü güç« olması ve »Almanya’nın küresel hedeflerini tehlikeye sokabilecek herkese gereken yanıtı vermesi« gerektiği vurgulanıyor.

Almanya medyasının böylesine açık savaş kışkırtıcılığı yapmasının ardında yatan en temel neden, sadece transatlantik ittifakın güçlendirilmesi çabaları değil, aynı zamanda askerî ağırlığını Ortadoğu’dan çekip Uzak Asya’ya yoğunlaştırma kararını alan ABD’nin bölgede bırakacağı »boşluğu« doldurmaya aday gösterilmesidir. »Boşluğun« doldurulabilmesi için Almanya’nın ordusunu daha da modernize etmesi, küresel müdahale yetisini artırması, silahlanmaya daha fazla bütçe ayırması, AB’ndeki hakim konumunu AB dış politikasının militaristleştirilmesi için kullanması ve şimdiye kadar olduğundan daha fazla askerî birliği yurtdışı operasyonlarına göndermesi gerekmekte. Almanya toplumunda savaşa karşı yerleşik olan kaygılar ve anayasal sınırlar bu adımların önündeki en büyük engeli oluşturmaktadırlar. İşte tam da bu noktada asıl işlevini görecek olan »Heimatfront«, toplumsal kaygıları »giderecek« ve anayasal değişiklikler için çoğunluk sağlayabilecek bir toplumsal iklimi oluşturmada önemli rol oynayacaktır.

Hiç bir şey tesadüfî değil. Almanya medyasının Kiev’deki, hiç bir demokratik meşruiyeti olmayan kukla rejimini desteklemesi, en son Odessa’da sendika binasının kundaklanmasında olduğu gibi Ukraynalı faşist milislerin gerçekleştirdikleri katliamları görmezden gelmesi, Kırım’a gönderilen içme suyunun kesilmesini önermesi, Kırım ve Doğu Ukrayna’daki Rusları »teröristler« olarak lanse etmesi vs. Almanya sermayesinin küresel çıkarlarının korunmasına yönelik yayılmacı ve saldırgan bir politikaya toplumsal destek sağlamaya yarayan propagandanın parçasıdır.

1914’de Almanya’nın savaşa girmesine karşı çıkan tek milletvekili olan Karl Liebknecht, 1915 Mayıs’ında şöyle yazıyordu: »Alman halkının asıl düşmanı Almanya’dadır: Alman emperyalizmi, Alman savaş partisi, Alman gizli diplomasisi. Mesele kendi ülkemizdeki bu asıl düşmana karşı, kendi yurtlarındaki emperyalistlere karşı mücadele veren diğer ülkelerin proletaryaları ile birlikte mücadele etmektir.« Görülüyor ki Liebknecht’in yüzyıl önce söyledikleri, bugün de geçerliliğini koruyor – hem de bütün ülkelerde!

10 Mayıs 2014