Türkiye ve Kürdistan'da demokratik mücadelenin ana gövdesini içinde barındıran HDP, Türk devletinin soykırımcı sisteminin kodlarını bozan bir işlev görmektedir. HDP’nin bu özelliği devletin izlediği bütün politikaları etkilemekte, deyim yerindeyse, devletin “tekerine çomak sokmaktadır.”

Daha da önemlisi, Türkiye ve Kürdistan halkları, tarihleri boyunca HDP gibi etkili, örgütlü, kararlı, güçlü ve kitlesel gücü olan bir partiye ve imkana ilk sahip olmaktadırlar. İşte bu iki gerçek, HDP’ye yapılan saldırıların temel nedenleri olmaktadır.

O nedenle bugün HDP’ye yapılan saldırılar ve HDP’nin buna karşı geliştirdiği meşru direniş, mücadelenin kilit noktası olmuş durumdadır. Ya HDP ile birlikte demokrasiden yana veya HDP’nin karşısında faşizmden ve gericilikten yana olunacak. Bu bir tercih değil, bugünü ve geleceği tayin edecek bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. Orta yol yok. Çünkü bugün Türk devletinin bütün aparatlarıyla HDP’ye saldırmasının nedenleri, devletin temel/stratejik politikalarıdır ve bu anlamda sorun sanılandan daha büyüktür. Dolayısıyla HDP’ye yönelik söz konusu saldırıları, güncel gelişmeler üzerinde anlamaya, anlamlandırmaya çalışmak açıklayıcı olmamaktadır.    

 Bu gerçeği anlaşılır kılmak için birbirine bağlı ve birbirine dayanan veya birbirini besleyen birkaç soru üzerinde kafa yormak gerekir. Türk devleti Kürt sorunu çözer mi ve Kürt sorunu nasıl çözülür? Kürt sorununu kim çözecek? Demokrasiyi kim getirecek?

Sırasıyla, Türk devleti Kürt sorunu çözer mi ve Kürt sorunu nasıl çözülür, sorusunun cevabına bakalım. Önce sorunun tanımını ve kapsamını, güncel ve tarihsel boyutunu, çok kısaca, ortaya koymak lazım. Kürt sorunu, derin tarihsel geçmişi ve hem dört parçaya bölünmüş olmasından kaynaklı, hem de genel ve güncel durumundan dolayı, çok boyutlu, uluslararası kurumları ve devletleri de ilgilendiren bir ulusal sorundur. Yani sorunun bir tarafında dört parçaya bölünmüş Kürdistan ve Kürt halkı, diğer tarafında ise, birden çok muhatap var. Önce Kürdistan’ın her bir parçası üzerine konmuş olan dört sömürgeci devlet var. Sonra diğer bölge devletleri, daha sonra da uluslararası bütün yapılar, kurum ve devletler var.

Bu durumda Türk devletinin Kürt sorununu çözmesi için, birincisi, Türk devletinin kendi sosyo-politik yapısında, yüz yıllık gelenek ve alışkanlıklarında vazgeçmeyi göze alması, sonra diğer sömürgeci devletlerin, en    sonra da bütün dünya kurum ve devletlerinin barıştan yana olması gerekiyor. Bu mümkün mü? Teorik olarak varsayalım ki mümkün. Bilindiği gibi çözüm sürecinden de denenen buydu. Ancak pratik durum açısından Kürt sorunun Türk devletinin rızasıyla  çözülmesinin kolay olmadığı görülmüştür.

Çünkü Türkiye de Kürt sorununun çözülmesi demek, Türk devletinin faşist ve gerici yapısının devam edememesi, siyasal ve toplumsal yapının, bugün olduğundan çok farklı bir noktaya evrilmesi demektir. Yani Kürt sorunu çözüldüğünde Türk devleti mevcut durumuyla varlığını sürdüremeyecektir. Aynı şekilde İran’ın Kürtlerin özgürlüğüne tahammül bile etmeyeceğini her gün yaptıkları idamlar göstermektedir.  Irak’ın can bedeli kazanılmış ve oldukça kaygan bir zeminde duran mevzileri gasp etmek için pusuda beklediği biliniyor. Üstelik elde edilmiş mevziler KDP tarafında Kürt halkının özgürlüğü için değil, aşiret ve egemenlerin menfaati için değerlendirilmektedir. Bu durumda Kürtlerin özgürlüklerini kazanmaları, sadece Türk devletinin değil bütün bir Ortadoğu sistemini, dolayısıyla dünya sistemini etkileyecektir.

Bu nedenle, uluslararası kurumlar ve devletler, 100 yıl önce oluşturulmuş statükonun ve başta Türk devleti olmak üzere sömürgeci devletlerle ilişkilerinin bozulmaması için Kürt halkının özgürlüğünü destekleyen bir tutum belirlemekten kaçınmaktadırlar.  Rusya, Suriye ile, Avrupa Birliği, Türk devletiyle olan ilişkilerinden dolayı Kürt halkının özgürlüğüne gözlerini kapatmaktadırlar.  ABD, yaşanan DAİŞ sorunu ve İran’a karşı izlediği politikasının gereği olarak, Kürtlere potansiyel müttefik gibi davranmaktadır. Ancak ne sahici müttefiktir ne de gerçekten Kürtlerin özgürlüğünden yanadır. ABD’nin bütün derdi rakibi Rusya’nın geriletilmesi ve İran’a karşı izlediği politikada başarı elde etmesi ve   Kürt halkının anti- kapitalist sisteminin akamete uğramasını sağlamaktır. ABD, bütün politikalarını bunun üzerinde kurmaktadır.

Bu gerçekler ortadayken sömürgeci devletlerin Kürt sorununun çözümü için herhangi bir adım atmasını beklemek gerçekçi değildir. Türk devletinin de diğer sömürgeci devletlerinin de   hiçbir zaman böyle bir gündemi olmamıştır. Türk devletinin bütün gücüyle Kürtlere karşı savaşı derinleştirmek için elinden geleni yapmasının ve HDP’ye saldırmasının arkasında yatan gerçek budur. HDP, yukarıda anlatıldığı gibi, Türkiye ve Kürdistan'da Kürtlerin özgürlük yolunun bunca labirentle şaşırtmacalı hale getirildiği ve Kürtlerin ulusal birliğinin oluşmadığı bu koşullarda, Kürtlerin özgürlüğünü   ve haklarını savunarak “kral çıplak” demektedir.  Bu birincisi. İkincisi, HDP, Kürtlerin özgürlüğü konusunda hem en doğru, en uygulanabilir çözümü savunuyor, hem de gücünü kitlelerden alıyor, bu da iki.  

 “Kürt sorununu kim çözecek, demokrasiyi kim getirecek”, sorularına gelince. Belki de yukarıdaki soruların en can alıcı olanı budur. Kürt sorunu, başta Kürtler olmak üzere bütün ezilenlerin, örgütlü, kararlı ve çok yönlü mücadelesi ile çözülecektir. Yani HDP’nin temsil ettiği politik çizgi, Kürt sorununun da demokratikleşmenin de çözümünün anahtarıdır. Yani bu sorunları çözecek olan yegâne politik güç HDP’dir.

Bu gerçeklikten dolayı Türk devleti bütün gücü ve olanağıyla HDP’ye saldırmaktadırlar. Ancak bu “soykırımcıları korusu”, HDP’yi kapatmanın çözüm olmadığını çok iyi bilirler. Aslında onların yapmak istediği, HDP’yi kapatmanın yanında, HDP’yi “Araf’ta tutarak” iş yapamaz hale getirmek, felç etmek, kitlesel bir basınç altına alarak, HDP’nin yanlış arayışlara girmesine yol açmak ve özgünlüğünden uzaklaştırmaktır. Ancak engin bir birikime, yoğun ve bedeli ödenmiş tecrübelere, kararlı, fedakâr ve yiğit bir kitleye ve kadrolara sahip olan HDP, bu tuzağa düşmeyerek, oynanmak istenen oyunu bozmaktadır.

Dolayısıyla HDP’ye yönelik mevcut tuzak ve saldırılara karşı, kararlı bir barikat örmenin ve mücadele etmenin dışında hiçbir yol yoktur. Engelleyici ittifaklar için vakit kaybetmeye, varlığımızı ve haklarımızı anlatmaya veya ispat etmeye çalışmak tuzağa düşmek olacaktır. Asıl olan “tuttuğunu kopartma” ve “göğü fethetme ruhu”yla  faşizme, soykırımcı politikalara ve her türlü zorbalığa karşı direnişi büyütmektir.

Evet, son tahlilde barış yine gündeme gelecek ve süreç barışla taçlanacaktır. Ancak barışı kazanmak için de mücadele etmek ve güçlü olmak gerekmektedir.  Ne yapılırsa yapılsın, HDP bir isim değil, sosyo/politik bir yapıdır. HDP, zafere giden yolda her yöntemi ve aracı üretebilecek gerekli imkanlara, kadroya, kitle desteğine, bilgiye, politik ferasete ve öngörüye sahiptir. Zafere giden yolun ışığı görülmüştür. Mevcut momentte hiçbir güç, ne bu ışığa gidenleri engelleyebilecektir ve ne de ışığı söndürebilecektir.  Çünkü “zafer artık hiç bir şeyi affetmeyecek kadar tırnakla sökülüp kopartılacaktır”