Uluslararası Kemal Yalçın Sempozyumu

ANADOLU’NUN EVLATLARI

Duisburg-Essen Üniversitesi Türkistik Bölümü Dekanı sayın Prof. Dr. Kader Konuk’un başkanlığında 15 Aralık 2017 günü yapıldı.

Türkiye’de yaşama olanağı daralan, yurtdışında yaşamak zorunda kalan 150 kişiden fazla her meslekten aydınlar ve edebiyatseverler yer aldı. Avrupa Türkiyeli Yazarlar Grubu’nun hemen hemen bütün üyeleri bu salondaydı.

Sempozyumun açılışını ev sahibi olarak Prof. Kader konuk yaptı. Ardından Bochum Ruhr Üniversitesi Biopsikoloji Kürsüsü Başkanı Ordinaryüs Prof. Dr. Onur Güntürk'ün Kemal Yalçın’ı her şeyden önce bir insan olarak kişiliğinin edebi çalışmalarındaki titizliğine de nasıl yansıdığını anlattı. Kemal Yalçın’ın mikro tarih yazarlığı alanında Türkiye’de yeni bir çığır açtığını dile getirdi. Duisburg-Essen Üniversitesinde kurulan Kemal Yalçın Arşivi’nin önemini vurguladı.

Bunların peşinden moderatörlüğünü Prof. Dr. Kader Konuk’un yaptığı sempozyumda çeşitli üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalışmış olan, Kültür - Sanat - Edebiyat araştırmaları yapmış olan Nesrin Tanç ve Sevengül Sönmez Kemal’in çalışmalarını nasıl incelediklerini edebiyatta ve bir üniversite arşivine neden alınmasının önemli olduğu üzerinde durdular. Özellikle Almanya’da Türkiyeli göçmenlerin, Aras Ören ve Fakir Baykurt ile başlayan ve Kemal Yalçın ile süren edebiyatın içinde önemli bir mihenk taşı olmasının özelliği üzerinde durdular.

Umarım onların bu Sempozyum konuşmaları bana gelir onları olduğu gibi değerlendirme ve yayınlama olanağı bulurum. Çünkü Kültür. Sanat ve Edebiyatla uğraşanların bu sempozyum yazılarının bir çok alanda perspektifini açacağına, çalışmalarına büyük katkı sağlayacağına inanıyorum. Bir tek Sempozyumda Kemal Yalçın gibi geniş bir uluslar arası alanda araştırmalar yaparak, arşivler derleyerek yarattığı otuzdan fazla kitabı değerlendirmek oldukça zor. Ancak şunu söylemeliyim ki Sevengül Sönmez ve Nesrin Tanç Hoca titizlikle derinlemesine Kemal Yalçın’ın çalışmalarını incelediklerine tanık olduk. Gerçekten bu alanda bize geniş bir bilgi perspektifi sundular.

Olanak bulursam Sempozyumda konuşmacıların yazılarının orijinali verenlerin yazının en azında önemli bölümlerini yoksa edindiğim notlardan alıntıları yayınlamaya çalışacağım. Ancak şunu da söylemeden geçmeyeceğim. Kemal Yalçın gene de eksik anlatıldı. Elbette birkaç saatlik bir Sempozyumda on binlerce sayfalık yazı yazmış, yüzlerce söyleşi banttı, yüzlerce fotoğraf ve çeşitli kütüphanelerde sayısızca arşivlerde belgeler çıkaran bir araştırmacı yazarı anlatmak zor. Kemal tek başına bir gerçekçi tarih yazarı mı, realist bir Roman veya Masal yazarı mı, Bir Mizah yazarı mı? İşte bu soruların hiç birine tek başına verilecek bir yanıt yeterli olmaz. Çünkü Kemal araştırmalarında geçmişte ve günümüzde yaşanan olayları birinci, ikinci ve üçüncü şahıslardan dinlemesi onu bir “Tanık Edebiyatı yazarı’ da yapmaz. Bu Tanıklık terimi onun için çok dar bir kalıp olur. Bilim adamları, araştırmacılar daima yeni terimler, deyimler yaratırlar. Belki bu gereklide ancak daraltan bir çerçeve olmamak şartıyla yeni adlandırmalar, tanımlar, terimler faydalıdır.

Peki o zaman Kemal Yalçın’ın edebiyat çalışmasını Edebiyat çalışmalarında hangi şemsiyenin altına alacağız. Hiçbir şemsiyenin altına sığmaz ki. Çünkü Kemal Yalçın tarihsel olarak yaşanmış olan ve yaşanan gerçek acıları, güzellikleri arşivlerde, birinci ikinci ve üçüncü kuşaktan insanlardan doğrudan aldığı bilgileri, gördükleriyle, okuduklarıyla, sosyoloji, etnoloji ve felsefe alanındaki bilgi birikimiyle yoğuruyor, güçlü kaleminden ortaya çıkanı edebi estetikle birleştirerek yerli yerine oturtuyor. Böylece edebiyat alanını genişletiyor, edebiyatta yani bir çığır, yeni bir kapı açıyor.

Zaten Türk edebiyatında eksik olan batıda fazla yer bulmayışının nedeni, felsefe, tarihsel-sosyoloji ve etnolojinin eksikliğidir. Bu eksikliği daha önce Yılmaz Güney Sinema sanatında bir ölçüde kırarak uluslararası arenada yerini aldı. Ardında edebiyatta Orhan Pamuk bunu romanda bir sınırlı ölçüde kırdı. Nobel ödülü aldı.

Bu konuyu ilerde daha derinlemesine inceleme konuşma olanağımız olacaktır.

Bu Sempozyumun konuşmacılarından olan ve yaşamı Kemal Yalçın’ın “Anadolu Evlatları” adlı eserinde yer alan Herman Hintiryan İstanbul’a olan özlemini şu konuşmasıyla sundu. Hiç bir virgülüne dokunmadan veriyorum. Mutlaka okumalıyız:

“Sevgili Kardeşlerim,

Değerli bilim insanları,

Anadolu’nun sevgili evlatları!

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum!

Benim adım Herman Hintiryan.

Aslım Ermeni, ailem Anadolulu, Detroit’de yaşıyorum. Kuyumculuk sanatı ile iştigal ediyorum. Kimliğimde 45 yıldır Amerikan vatandaşı yazsa da, vatanım Türkiye! Kalbim, köküm her daim  İstanbulludur! 

Yaş kaç olursa olsun, kartvizitte ne yazarsa yazsın, cüzdanda kaç kredi kartı olursa olsun, dünyanın en güzel ülkelerinin, en güzel otellerinin kral dairelerinde dahi kalınsa; şu anda bu nezih topluluktaki her biriniz gibi ben de sıla özlemi ile bağrı cayır cayır yananlardanım! 

Ben vatanımdan ayrıldığımda 17 yaşındaydım. O yaşta bir çocuk neden canından çok sevdiği anasını, babasını, tek kardeşini, evini, mahallesini, arkadaşlarını, sıcacık yuvasını terk eder?

Macera için değil elbette.

Hayatımı Sevgili Kemal ağabeyimin ölümsüz eseri ANADOLU’NUN EVLATLARI kitabında detayları ile anlatmıştım.

Babam şefkatli, dik başlı, hünerli, ülkesini, doğduğu toprakları seven, onuruna düşkün, aziz, yokluğu boşluk yaratan bir adamdı.

Annem ise aklı başında, bilgili, görgülü, her anne gibi çocuklarına kol kanat geren, ailesine düşkün, hâlâ özlemi burnumun direğini sızlatan bir kadındı.

Benden 7 yaş büyük ağabeyimi 17 yıl önce, gencecik yaşında, aniden kaybetmenin yıkımı, öksüz, yetim ve yapayalnız kalmanın ateşi içimi halen yakar durur!

Bizim evimiz sevgiyi, saygıyı öğreten bir okuldu. Düşmanlıklar, kin, nefret, öfkeler, hırslar, intikamlar ve isyan bizim ailemizde, yuvamızda hiç yer almadı. Geçmişi, haksızlıkları, olmaması gereken ama olanları bildik, vakuriyet ile, başımızı dik tutarak, bildiklerimizi yarınlarımıza temel ettik.

Vatanımızı, Türkiye’yi çok ama çok sevdik! 

Okulumda derslerimde de az çok başarılı, zeki, gayretli, çalışkan bir öğrenciydim.

İstanbul’da Pangaltı Lisesi’nde okurken bana tokat atan sınıf öğretmeni, sular seller gibi anlattığım coğrafya derslerine ortadan fazlasını layık görmeyen Türk Müdür Muavini İsfendiyar Bey bana ilk önce çok sevdiğim okulumu terk ettirdi.

Sonrasında o yaşta çalışma hayatına atıldım. Anadolu’yu şehir şehir dolaşarak hırdavat malzemeleri satmaya başladım. Çok başarılıydım!

Ama içimde küskün bir çocuk vardı!

Çünkü bu iş bana verilirken, “Bu kimlikle olmaz! Bundan sonra senin adın Erol Kayacan olacak! Herman Hintiryanı unutacaksın! Erol Kayacan olacaksın!” denmişti. 

Kabul ettim!

Başka çarem yoktu!

Fakat Herman’ı bırakıp Erol olmak çok, ama çok zordu!

Bana “Erol” diye seslenildiğinde içim cız ediyor, içimdeki Herman karşıma geçiyor, bazen ağlıyor, bazen isyan ediyor, “Beni para için mi sattın?” diye soruyordu.

İçimdeki Herman’ın yüzüne bakamaz oldum! Ne yaptıysam içimdeki Herman’ı teselli edemedim!

Her akşam yatağa yattığımda, kendi kendimle baş başa kaldığımda karşıma dikilip bana “Sen beni para için mi sattın?” diye soran Herman’a cevap veremedim! 

Her sabah aynada bana “Neden?” diye soran Herman’ın yüzüne bakamadım!

Sonunda sevdiğim işimi adım uğruna terk ettim!

Sevgili Kardeşlerim!

Değerli Dostlar!

Aslında terk eden, terk edilendir! 

Bir çiçeğin açması için toprağını sevmesi yetmez! Çiçek açmak için ilgi ister, sevgi ister! 

Bir çiçek sevilmezse kurur gider.

Sevilirse yediveren olur, her mevsim renk renk açar! 

Ben yuvamı, vatanımı, İstanbul’umu terk etmedim. 

Ben, bana “Bu adla olmaz!” diyen zihniyeti, onurlu, şerefli, hünerli babamı “Gâvur” diye aşağılayan bağnazlığı, cehaleti, anlayışsızlığı, sevgisizliği terk ettim!

Ben doğduğum yuvamı, çocukluğumu, mutluluğumu, hayatımı, hatıralarımı ve istenmezliği terk ettim! Terk etmek zorunda kaldım!

Aradığım bir damla huzur, bir avuç huzurlu topraktı!

Sadece gururumu, onurumu ve 200 doları yanıma alarak Amerika’ya gittim, köksüz bedenimle yeni topraklarda köklenme savaşına kalkıştım!

Yine anamın, babamın, ülkemin öğrettiği doğrular ile gayretle, dürüstlükle çok çalışarak köklenmeyi, sapasağlam bir çınar olmayı başardım.

Allah bana gönlüme göre verdi!

Bin bir kere şükür olsun ki; harika bir eş, hayırlı evlatlarımla, torunlarımla, sağlıklı ve başarılı bir iş hayatımla çalışkanlığımı en cömert şekilde ödüllendirdi. 

Her kim olursa olsun, her insanın, her canlının suyu güneşi, en hayati ihtiyacı sevgidir bu dünyada!

İstenmezlik, iteklenmek, hor görülmek, ne kadar gayret edersen o kadar kabul görmediğinin sana hissettirilmesi, yaşı kaç olursa olsun insanın kalbini çok acıtır!

Bu acıyı dindirmenin tek ilacının, gerçek merheminin bencillikten arınarak sevgi dağıtmak olduğunu keşfettim! 

Sevgili Kardeşlerim,

Keşfettiğim bu gerçeklik doğrultusunda hareket ettim.

15 yıl önce Ermenistan’ın Gümrü şehrindeki Terchoonian / Kuş Yuvası adlı yetimhane ve okulunun açılması, bugünlere gelmesi için gayret ettim.

Virane olmuş bir binanın, yıkık dört duvarın modern bir eğitim yuvasına dönüştürülmesi için çok çalıştım!

Yokluk ve kimsesizlik içindeki, her birisi bizim evladımız olan yüzlerce çocuğun bugün ülkesine, milletine, dünyaya faydalı bireyler olarak yetişmesi benim mutluluğumdur, gururumdur!

Sadece bununla kalmadım. 6 yıl önce Ankara’da varlığını öğrendiğim Hayvanları Koruma Derneği’ndeki 500 kadar muhtaç hayvana da eşimle birlikte hamilik ediyoruz.

İnanıyorum ki, insan sevdikçe, verdikçe hem madden hem manen zenginleşiyor!

İnsan sevdikçe yüceliyor! İnsan sevdikçe insanlaşıyor! Aldığı o sessiz dualar ile ruhu huzurun zirvesine ulaşıyor! 

Sevgili Dostlar,

Hayat bu şekilde akıp giderken; 

İnsan tozu özler mi?

Özler! 

İnsan gurbette memleketinin tozunu bile özler! 

İnsan gurbette memleketinin gökyüzünün  rengini, denizinin mavisini, yosunun kokusunu özler!

İnsan memleketindeki yemeğin aynısını, en ala aşçı yapsa da, anasının yemeğindeki tuzun tadını özler!

İnsan dünyanın en güzel memleketinde yaşasa da, ana dilinden, memleketinin dilinden sohbeti özler!

İstanbul’da Ada Vapuru iskeleye yanaşırken çıkardığı gıcırtıyı, Kurtuluş’un Arnavut kaldırımlarını, halasının içli pilavının kokusunu özler! 

Hasret beter şeydir sevgili dostlar!

Bazı geceler koskoca bir adam Amerika’da,  45 yıllık  yastığına sarılır; 

Damağında anasının yemeğinin tadı,

Burnunda Marmara’nın, Üsküdar’ın Boğaz’ın tuzlu yosun kokusu,

Kulağında bir Zeki Müren şarkısı, bir İstanbul havası,

Karşısında duran, elinde balık oltası ile Kireçburnu’ndan ona bakan bir çocuk ile karşılıklı ağlar! 

İnsan yaşadıkça anlıyor sevebilmeyi!

İnsan sevdikçe olgunlaşıyor!

Çocuk sevgiyle insanlaşıyor!

Dünya sevgiyle güzelleşiyor!

Keşke iki günlük dünyada anlayış, sevgi, saygı, dostluk ile tohumlar buğdaya, buğday leziz ekmeğe dönüşse, keşke herkes birbirine lezzetli ekmeği ikramda yarışaydı!

Keşke özlemler, hasretler olmasaydı! Ama ne yazık ki; Acıklı ibret hikâyeleri ile dolu ömürler biter, keşkeler  bitmez…

İşte bu keşkeleri bitirecek, acıklı ibret hikâyelerini ölümsüz kılacak, tarihin karanlık ayıplarının tekrarını önleyecek aynı toprakta, ayni kırlarda yetişen rengarenk çiçeklerin birlikte güzel olduğunu gösterecek,   birbiriyle kaynaştıracak kişiler Kemal Yalçın gibi ustalardır.

Hiç ormanda ulu çınarların yüzyıllık çamlarla, papatyaların, menekşelerle düşmanlığı mümkün müdür? Hiç et tırnaktan ayrılır da, aynı elde parmaklar birbiriyle savaşır mı?

Bizler dünyanın dört bir yanına dağılmış olsak da, zaman koridorlarında zalim siyasetçiler canımızı yaksa da, Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si, Süryani’si, Rum’u, Yahudi’si,  Laz’ı, Çerkes’i, hepimiz Anadolu’nun evlatlarıyız.

Anadolu’nun  evlat hasreti çekmemesi, evlatların da ana özlemi yaşamaması işte Kemal Yalçın gibi yazarların varlığına, bizlerin de sağduyusuna bağlıdır.

Sağ ol, var ol Kemal Hoca!

Kemal Yalçın Arşivi’ni kuran, bu sempozyumu düzenleyen, Anadolu’nun evlatlarını bir araya getiren Duisburg-Essen Üniversitesi’ne ve Türkistik Bölümü Dekanı Sayın Profesör Kader Konuk’a çok teşekkür ederim!

Saygı ve sevgilerimle!

Essen, 15 Aralık 2017 Herman Hintiryan”

Ben inanıyorum ki Herman Hintiryan’ın bu duygularını hangi nedenle olursa olsun politik veya ekonomik nedenle doğduğu topraklardan kopan her insan yaşıyor bu hasreti, bu acıları. Benim duygularımı yazmış sanki Herman Hinteryan. Sevgiyle kutlarım onu. Elbet bu güzel Sempozyumu düzenleyen ve emeği geçen herkesi de kutluyorum. İşte Edebiyat ve bütün sanat alanları, sevgiyi, hasreti, acıları varılması gereken görünmez ışıkları vermek için, bu yer yüzünün dünyada var olan bütün insanlık ve bütün canlılar için yeterli olduğunu vermek, kavratmak için vardır. Gerçek edebiyat ve sanat savaş karşıtıdır, adaletsizliğin karşıtıdır. Barışa, sevgiye, bilimsel gelişmeye ışık tutar…

16 Aralık 2017