“Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,

Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız,

Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!

İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.”[1]

1 Mayıs 2012’de hayata gözlerini yumdu; usta bir oyuncu ve dublaj sanatçısıydı; kadife gibi sesi vardı ve bırakıp gitti…

Emil Michel Cioran’ın, “Dostlar bizi ancak ölme inceliğini gösterdiğimiz zaman seviyorlar,” saptamasındakilerdendi O; yani Ajda Pekkan’ın ‘Palavra’ şarkısındaki gizli ses…

Çok yumuşak bir sesti; normal konuşmasında bile duygusallık ve şefkat vardı.

Onu, TV’lerdeki, ‘Gülbeyaz’dan, ‘Estağfurullah Yokuşu’ndan, ‘Tek Kişilik Şehir’ ve ‘Doktorlar’dan hatırlamamız mümkün.

O; Cüneyt Türel’di…

* * * * *

Malum: Kimi sanatçılar yalnızca sanatlarıyla büyüktür, insan yanlarını tanıdığınızda hayal kırıklığı yaratırlar; kimileri ise hem sanatları hem de insan yanlarıyla büyüktür. Onları tanıdığınızda, gerçek, büyük bir sanatçıyı tanımanın erinci sarar içinizi.

1 Mayıs’ta yitirdiğimiz Cüneyt Türel, böylesi ender rastlanan bir sanatçıydı…

Tiyatro kadar edebiyat dünyasının da içindeydi. Yakın arkadaş çevresinde çok sayıda edebiyatçı vardı.

Ünlü bir sanatçı olmak, onun alçakgönüllü insan yanını hiç değiştirmedi…

“Artık tiyatro da şiir gibi oldu, apartman katlarında, sınırlı sayıda izleyiciye yapılan saf bir sanata döndü,” demişti.

Şiirle tiyatroyu kişiliğinde birleştirebilmiş, yalnız sanatıyla değil yaşadığı her anla sanatın, “insanı insan etme gücü”nün simgelerinden biriydi.[2]

Doğan Hızlan’ın, “Yalnızca tiyatro ile ilgilenen, onun zirvesindeki biri değildi, iyi bir edebiyat okuruydu da,”[3] notunu düştüğü O... Tiyatrocu; oyuncu ve yönetmen; mesleğine tutkun, mükemmeli arayan bir yorumcu; hayatı seven, hayata saygılı insandı; bir aydındı...

“Cüneyt Türel’i, yaşamda da, sahnede hayat verdiği Çehov karakterlerine benzetirdim: İyi yürekli, çalışkan, sevgi dolu, yaşama ve çevresine saygılı, yarının daha güzel olacağına, daha güzel olması gerektiğine inanan, Çehov’un iyi insanlarına ne çok benziyordu... Ama fazlası da vardı: Bilgeliği, bilgisi, donanımı, yeniliğe her an açık olması... Bir de gizlemeyi ustalıkla başardığı heyecanı,”[4] derdi Onun için Zeynep Oral; haksız da değildi…

Profesyonel oyunculuğa başlaması ‘62’de Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’ndaydı; ‘Midas’ın Kulakları’ ve ‘Othello’ ile...

Kerim Korcan’ın ‘Linç’, Vasıf Öngören’in ‘Oyun Nasıl Oynanmalı’ ve bir de Moliere klasiği ‘Cimri’yle başladı... Başar Sabuncu’nun sahneye koyduğu ‘Bahar Noktası’; tartışmalı bir ‘Caligula’, ‘Antonius ve Kleopatra’, ‘Kral Lear’ derken iki Sam Shepard oyunu ‘Vahşi Batı’ ve ‘Aç Sınıfın Laneti’ geldi sırayla... 80’ler böyle geçti... Sonra Gülriz Sururi- Engin Cezzar’la ‘Kabaret’’ oyununda mükemmel bir Joe oluverdi...

Her oyunda kendini aşan, başkalarıyla değil en çok kendisiyle yarışan bir oyuncuydu. Derken ‘M. Butterfly’la çıktı karşımıza. İkilemlerin, çelişkilerin altını çizen bir oyunculuktu onunki... Sonra oyunculuğunun keyfini sonuna dek çıkardığı ‘Tartuffe’... Ve o gün bugün neredeyse sahne sahne anımsanan ‘Vanya Dayı’...

Onun en büyük hayali kendi sahnesini kurmaktı. Kendine ait, bağımsız bir tiyatro mekânı düşlüyordu. Eğitim çalışmaları yapacak, genç tiyatrocular yetiştirecek, atölye çalışmaları ile tiyatroda yeni arayışların önünü açacak bir tiyatro merkezi…

Cüneyt Türel’in sözlü vasiyeti, ailesinin isteği ve dostlarının desteğiyle hayata geçti Beyoğlu’ndaki ‘Maya Sahnesi’ 2012’de ‘Maya Cüneyt Türel Sahnesi’ adını aldı.[5]

* * * * *

Behçet Necatigil, “Ne varsa parantezin içindeki, doğum ve ölüm yılının arasındaki çizgide” der ya; Onun çizgisinde tiyatro vardı. Leziz bir Türkçe, zarif bir edayla taşıdığı derin bir birikim vardı. Tiyatroya İstanbul Erkek Lisesi’nde okurken sevdalandı. İlk adım attığı sahne, 16 yaşındayken Yeşil Sahne oldu. Sonra da Gençlik Tiyatrosu... Arkasından sosyoloji okuduğu İstanbul Üniversitesi’nin Türk Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu geldi.

İlk profesyonel sahnesi Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’ydu, ikinci durak ise Lale Oraloğlu Tiyatrosu. 1965’de “Benim yerim ticari tiyatro değil” kararını verip; Muhsin Ertuğrul’un kapısını çaldı. 1996’da ‘Mimesis’ ile söyleşisinde “O dönem İstanbul Şehir Tiyatrosu kronik derdi olan belediyeyle sürtüşme hâlindeydi,” demişti. Bu söyleşiyi yaptığında, 30 yıl emek verdiği Şehir Tiyatroları’ndan yeni ayrılmıştı... Sebep, malum kronik dertti.

1995’de Tilbe Saran ve Işıl Kasapoğlu ile birlikte Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu’nu kurdular ve tiyatroya dört başı mamur oyunlar armağan ettiler: ‘Abélard ve Héloïse’, ‘Alacaklılar’, ‘Molly S.’, ‘Tek Kişilik Şehir’...

Devamla: Tiyatrosu 2007’de kapanınca başka tiyatrolara “misafirliğe” gitti. Kent Oyuncuları’na, DOT’a, hatta daha uzaklara... 2007’den başlayarak rol aldığı Robert Wilson’un yönetimindeki ‘Rumi’ (In the Blink of the Eye) oyunu Atina’da, Varşova’da ve Ravenna Festivali’nde sergilendi.

2009 yazında İstanbul Tiyatro Festivali’nin özel projesi kapsamında efsanevi Fransız aktris Jeanne Moreau ile birlikte Amos Gitai’nin yönettiği ‘Işığın Oğulları ile Karanlığın Oğullarının Savaşı’ adlı oyunda rol aldı.

Özetle “Sinemada ve televizyonda da gördük onu; ama ‘Sen kimsin?’ diye sorsalar, o bir daha kimselerden duyamayacağımız kadar güzel sesi ve Türkçesiyle, hiç kuşkusuz ‘Tiyatrocuyum’ derdi.

 ‘Has’ olmak zordur. Hep bulanır sular. Oysa Cüneyt Türel has bir tiyatrocuydu. Has bir İstanbul beyefendisi, has bir entelektüel, has bir adam...”[6]

* * * * *

1965’de ‘Cimri’ oyunuyla 30 yılını geçireceği İstanbul Şehir Tiyatroları’na geçenTürel’in burada rol aldığı ünlü oyunlardan biri de Vaclav Havel’in ‘Görüşme, Kutlama, Çağrı’sıydı. 1989’da Çekoslovakya’da “Kadife Devrim” rüzgârı eserken O, Vaclav Havel rolünde sahneye çıkıyordu.[7]

Son olarak da Başar Sabuncu ile birlikte 2012 İstanbul Tiyatro Festivali’nin Onur Ödülüne değer görülen Türel, ‘Vahşi Batı’, ‘Tartuffe’ ve ‘Abélard ve Héloïse’ adlı oyunlardaki yorumlarıyla Avni Dilligil En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini, ‘Sevilmek’teki oyunuyla da Afife Tiyatro Ödülleri En İyi Erkek Oyuncu ödülünü almıştı.

Türel’in oynadığı pek çok oyun arasında ‘Kumarbazın Seçimi’, ‘Ördek Muhabbetleri’, ‘Tek Kişilik Şehir’, ‘Mösyö Butterfly’, ‘Görüşme-Kutlama-Çağrı’, ‘Antonius ve Cleopatra’, ‘Bahar Noktası’, ‘Kabare’ ve ‘Caligula’ sayılabilir. Türel ayrıca ‘Ayak Bacak Fabrikası’, ‘Deli Bal’, ‘Cumhuriyet Kızı’, ‘Oidipus’, ‘Kırmızı Güller’ gibi oyunları yönetmişti.

1975’de Ajda Pekkan’ın ‘Palavra Palavra’ şarkısında yaptığı düetle de hafızalarda yer eden Cüneyt Türel, 2000’li yılların popüler dizileri ‘Gülbeyaz’, ‘Sıla’nın yanı sıra ‘Aşk Üzerine Söylenmemiş Her Şey’ (1995), ‘Kuşatma Altında Aşk’ (1997), ‘Herkes Kendi Evinde’ (2001), ‘Abdülhamit Düşerken’ (2003), ‘Çinliler Geliyor’ (2006), ‘Beş Vakit’ (2006), ‘Çakal’ (2010) gibi filmlerde de rol almıştı.

Son yıllarında da ‘Estağfurullah Yokuşu’, ‘Doktorlar’, ‘Parmaklıklar Ardında’ ve ‘Deli Saraylı’ gibi dizilerde rol aldı.[8]

* * * * *

“Vasıf Öngören ve yapıtları Cüneyt Türel’in sanat duruşunu derinden etkilemiş”ken;[9] Dikmen Gürün’ün de işaret ettiği gibi, “Güçlü bir yorumcu, etkileyici bir oyuncuydu. Oynadığı hemen her rolde mükemmeli yakalardı. Disiplinli bir sanatçıydı.”[10] “Lafını anlatan, sözünü dinleten bir sanatçıydı... İnsan adamdı.”[11]

İşini çok ama pek çok iyi yapardı; XX. yüzyıl Fransız tiyatrosunun en velut yazarlarından Jean Anouilh’un şu sözündeki üzere:

“- İşimi bir marangoz gibi yaparım. Bir marangoz gibi… Yani büyük özen ve titizlikle, yalnız ona yoğunlaşarak... Yani alçakgönüllü ve sessizce...

Çok boyacı, çok inşaat ustası canlandırdım kafamda, şarkı mırıldanan, arya söyleyen. Ama marangoz deyince aklıma, hep her şeyi unutup kendini işine vermiş, sessizce çalışan, hiç gürültü çıkarmadan yaratan biri gelir…

Gürültü etmeden konuşan bir insan, sükûneti ihlâl etmeden coşan ve coşturan bir oyuncu, yaptığından zevk alan, yaptığıyla zevk veren, sanatçı, Anouilh’un marangozuydu, onurunun her zaman farkında, mağrur, ama hiçbir zaman kibirli olmayan Cüneyt Türel...”[12]

* * * * *

Türel’in hayat arkadaşı Tilbe Saran’ın, “Olga’yla Çehov’un mektuplarından taşan aşk gibi, bizimki de tiyatro ipliğiyle örülüydü... Güle güle Cü’…”[13] Onun için “Tek gerçek ölüm ve ben bu gerçeğe inanamıyorum,” vurgusuyla Türel’e, “Hoşçakal güzel oğlum, yakında buluşmak üzere” diye veda eden Yıldız Kenter’e;[14] Gülriz Sururi de “1 Mayıs’ta bırakıp gittin bizi. Neden o günü seçtin bilinmez. Seçkin bir aydın, sorumlu bir vatandaş ve çok değerli bir tiyatrocu olmayı başardın… Yaşarken yapalım heykelleri, yaşarken bilelim kıymetleri,”[15] sözleriyle eşlik etti.

Demiştim ya: “Dostlar bizi ancak ölme inceliğini gösterdiğimiz zaman seviyorlar,” diyen Emil Michel Cioran’ın saptamasındaki ölümsüzlerdendi O da…

31 Ocak 2019 21:12:56, İstanbul.

N O T L A R

[*] Umüş Dergisi, Yıl:9, No:35, Ekim-Kasım Aralık 2019…

[1] Yahya Kemal.

[2] Turgay Fişekçi, “Cüneyt Türel”, Cumhuriyet, 9 Mayıs 2012, s.16.

[3] Doğan Hızlan, “Cüneyt Türel’i Sonsuzluğa Uğurladık”, Hürriyet, 4 Mayıs 2012, s.24.

[4] Zeynep Oral, “Sesi, Sessizliği, Sevinci ve Hüznü...”, Cumhuriyet, 3 Mayıs 2012, s.15.

[5] Metin Celal, “Cüneyt Türel Sahnesi’nde Savunma”, Cumhuriyet, 28 Kasım 2013, s.16.

[6] Miraç Zeynep Özkartal, “Ve Perde Kapandı”, Milliyet, 2 Mayıs 2012, s.2.

[7] “O Hep Sahnede Kaldı”, Radikal, 2 Mayıs 2012, s.30.

[8] “Çehov Provası Yarım Kaldı”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2012, s.18.

[9] Mehmet Esatoğlu, “Yarım Asırlık Bir Emekçiye Saygı”, Tavır, No:120, Mayıs 2012, s.29.

[10] “O Hep Sahnede Kaldı”, Radikal, 2 Mayıs 2012, s.30.

[11] “… ‘Elin Elimde’ Diyemedi”, Hürriyet, 2 Mayıs 2012, s.7.

[12] Ali Sirmen, “Ne Zaman Bir Oyuncu Ölse”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2012, s.4.

[13] “Güle Güle Cü...”, Cumhuriyet, 4 Mayıs 2012, s.17.

[14] Asu Maro, “İnsan, Alemde Hayal Ettiği Müddetçe Yaşar”, Milliyet, 4 Mayıs 2012, s.2.

[15] Sevda Aydın, “Cüneyt Türel Son Kez Sahnedeydi”, Evrensel, 4 Mayıs 2012, s.10.