O dönem bugünkü teknik olanaklar olmadığı için neonaziler ilk etapta tespit edilemedi. Ya da bilerek tespit edilmek istenilmedi. Alman siyasetçiler ve bazı basın çirkin iftiralarla olayın ırkçılık değil, Türkler arasında hesaplaşma olduğunu öne sürerek olayın mağdurlarını (somut olarak Faruk Arslan’ı) suçlu ilan ettiler.  Ratzeburger Strasse'de onlarca Türkiye’li yaralanırken, Mühlenstrasse'de Bahide Arslan (51),  torunları Yeliz Arslan (10) ve Ayşe Yılmaz (14) yanarak can verdiler. Türkiye'de yaşayan ve okul tatili nedeniyle akrabalarını Mölln'e ziyarete gelen Ayşe Yılmaz’ın cenazesi hiç görmediği ve çok merak ettiği Almanya'dan Türkiye'ye döndü. Bahide Arslan'ın pencereden atlayarak kurtulan gelinleri Hava Arslan ve Ayten Arslan ağır yaralanarak sakat kaldılar.  Bahide Arslan'ın eşi Namık Arslan itfaiye tarafından kurtarıldı. Yaşlı adam şahit olarak dilendiği mahkeme bittikten sonra temelli Türkiye'ye döndü ve vefat etti.  İbrahim Arslan (7) ve olay esnasında bebek olan Faruk Arslan’ın küçük oğlu Namık Arslan,  evde bulunan aile büyüklerinin kendi canlarını ortaya koyarak çabalarından dolayı kurtuldular.

 Aradan 20 yıl geçmesine rağmen Arslan ailesinin olanlarla bağlantılı travmaları var. Katliamda annesi, kızı ve yeğenini kaybeden ve vahşet sonrası halen devam eden ağır depresyona giren Faruk Arslan, eşi Hava ve çocukları İbrahim, Namık ve vahşetten sonra doğan ve ölen ablasının ismi verilen Yeliz ile Mölln'ü terk ederek Hamburg'a yerleşti. Arslan ailesinden sadece Ayten Arslan ve oğlu Emrah Arslan Mölln'de kaldı.

 Arslan ailesinden üç canı alan Naziler, Christiansen 7,5 yıl sonra,  Peters ise 15 yıl sonra artık “toplum için tehlike teşkil etmedikleri ve iyi hallerinden” dolayı tahliye edildiler. Devlet ikisine de yeni kimlik verdi. İki Nazi’de hiç bir zaman pişman olmadı. Bugün nerede nasıl yaşadıkları bilinmiyor.  Şimdi hayatlarını anonim bir şekilde sürdürüyorlar.  Belki de onlardan birine bir yerlerde rastladık...

 Almanya'nın birleşmesinden sonra “ilk kez Türkler”in katledildiği Mölln saldırısı “Almanya'nın çirkin yüzü kendini gösterdi”, başlıklarıyla yorumlansa da, özellikle 90'larin başlarında artan ve pogromlara dönüşen ırkçı saldırılar, mültecilerle birlikte Is göçü nedeniyle Almanya’ya da yasayan Türkiye’lileri de hedef almaya devam etti.. Neredeyse her gün Türkiye’lilerin işyerleri,  marketleri,  dernekleri,  camileri ve evleri kundaklandı. 1990lı yıllarda ardı arkası kesilmeyen ırkçı saldırılar,  Mölln katliamıyla Türkiye’liler açısından bir dönün noktası olmuştu. “Artik Susmak yok! Nazileri Ezeceğiz” diyerek sokaklarda olan gençler Helmut Kohl’un sınırdışı tehditlerine aldırmıyordu.  Fakat zamanla Türkiye’li göçmenleri temsilen kurulmuş derneklerin bir kısmı ya da onları temsilen yerel ve federal parlamentoya seçilen Türkiye’li politikacılar ve bunlara ek olarak Ankara’dan büyüklerimiz, bizleri “sakin olun” mesajlarıyla pasifize etmeyi başardılar ve yıllarca bizleri orada burada temsil ettiler....

 İşte bu ve diğer bir cok nedenlerden dolayı ırkçılığa karşı yıllarca sokakta sesimiz çıkmaz oldu. Ne de olsa kapalı kapılar ardında bizi temsil eden birileri vardı ve bunu da büyüklerimizin gazetelerdeki demeçlerinden ve şık pozlarından biliyorduk.

Yıllarca ırkçılığa karşı iki lafı bir araya getirmekten aciz olan Türkiye’li temsilcilerin boş lafları ve “entegrasyon” pozlarıyla kendimizi avuttuk.  Kendimizi onlardan biri sandık. Mölln katliamından sonra yıllar geçti. Süre içerisinde sokakta tepki azaldı,  ama ne sokaktaki ölümcül ırkçı saldırılar durdu, ne de alman devletinin ve kurumlarının günlük yaşamımızı belirleyen yapısal ırkçılığı ortadan kalktı.  Aslında bazı kesimlerimize sunulan birazcık imtiyaz dışında...aynı tas aynı hamam misali  işin özünde bir şey değişmedi.. Bunu en geç NSU cinayetlerinin tesadüfen ortaya çıkmasıyla birlikte anlamış olmamız gerekir. Ama yine de kendimize dönüp sormamız gerekir, neden acaba yıllarca bütün olanlara rağmen sokaklarda sesli tepkiler yok denecek kadar az?.. Mölln'den 20 yıl sonrası yine hazırlıksız yakalandık ve sessizce kendi kendimize mırıldanıyoruz. Ne bir özeleştirimiz var ne de bundan sonra ne yapılmasi gerektiği konusunda bir görüşümüz var. Yıllardan beri  “göçmenlik” bağlamında alışılagelmiş boş laflarla kendimizi ne kadar daha avutacağız diye sormamız lazım artık.. 


Mölln ve hemen arkasından 1993’te gerçeklesen Solingen katliami sonraki sokaklarda gelişen direniş odakları zamanla pasifize edildi ve bu muazzam enerji süreçle birlikte sırf kendi burnunun ucunu gören ya da “kendi çıkarını” gözetleyen çevreler aracılığıyla, örneğin “proje getiren” başka kanallara yöneltildi. Bir kısmımız “göçmen politikası” adına yıllarca  “topluma uyum” diyerek kendimizi uyutmakla meşgul olduk.  Çoğulcu toplumun elit temsilcileri tarafından  “yukarıdan” gelen “uyum kırbaçları” karşısında, “evet uymalıyız” diyerek, sadece açıktan ve öldüresiye ırkçılık karşısında  Sarrazin gibi tiplere tepki gösterdik birazcık. Bunun dışında sus pus olduk..

 Bir yıl önce “tesadüfen” ortaya çıkan NSU seri cinayetleri ve bu cinayetlerdeki Alman devletinin payı birazcık gözümüzü açmamıza neden oldu belki,  ama bu 1992’de Mölln katliamı sonrası,  ya da Solingen katliamı sonrası gibi bir tepkiye yol açmadı. Neden acaba? Oysa ki NSU cnayetlerinin boyutu Mölln ve Solingen katliamlarından daha da korkunç boyutlarda.. Sanki bir korku filmi izliyor gibi sesimizi çıkarmıyoruz. Yoksa burada da, bu cinayetler ve olayın arka planıyla ilgili tepkileri yine büyüklerimiz yapıyor diye mi susuyoruz?  Böyle düşünüyorsak, durum çok vahim.

Hepimiz tehdit altındayız, bizleri temsilen gördüklerimiz de dahil.. .

Ve bu tehdit sadece Naziler’le sınırlı değil,  bizzat devletin odakları da var işin içinde.

 

Susmak Boyun Eğmektir!!

 

20 yıl önce Mölln katliamından hemen sonra “Susmak Yok!  Susmak Boyun Eğmektir!” diyerek sokaklardaydık. Bütün enerjimizle tepkilerimizi örgütledik.. Mölln’de 28.11. 1992’de gerçekleşen yoğun katılımlı yürüyüşü Hamburg’dan “Irkçılığa Karşı Mücadele Girişimi” olarak gerçekleştirdik.  Öz örgütlenme ve öz savunma meşrudur dedik.  Mölln katliamı sonrası da ırkçı saldırılar devam etti.. Bu saldırılara karşı özellikle gençlerin tepkileri devam etti, bizler onlarla sahip çıktık.

 

Bu hafta sonu 17. 11. 2012'de, saat 12.00'de  Mölln’de Almanya çapında örgütlenmiş bir “kınama ve anma” yürüyüşü olacak,  aynı gün akşam Mölln’de bir ırkçılık karşıtı konser var.

Yürüyüşe Hamburg’dan otobüs ve trenlerle gidilecek, haydi göreve.".

 

Susmak Yok!  Susmak Boyun Eğmektir!