Zülfü Livaneli'nin aynı söyleşide 12 Eylül koşullarındaki gazetecilerin durumuna yönelik verdiği cevap ise bugünü anlamak için açık bir işaretti. Livaneli'nin söyleşisinin ilgili kısmı şöyle:

"Kenan Evren şimdi hesabını Erdal Eren'e versin"

- Kenan Evren'in ardından ne söylersiniz?

Kuran, "öleni hayırla anın" der. Fakat bu ölümde insan, hayırla yad edecek bir taraf bulamıyor. Türkiye'ye bu kadar kötülüğü dokunmuş bir insanın ardından Allah rahmet eylesin bile demek gelmiyor içimden. Allah taksiratını affetsin, diye bir laf vardır. Sadece onu kullanabilirim. Bugün yaşadığımız sıkıntıların, kutuplaşmanın temelinde Kenan Evren ve arkadaşlarının çok büyük bir harcı var. Bir subay olarak başladığı meslek hayatını müebbet bir mahkum olarak bitirdi. Bunu hiç kimse için dilemem. Ama o hak etti. Şimdi hesabını Erdal Eren'e versin.

"Gazeteciler, patronlardan daha çok heyecanlanıyor Ankara'dan"

- Bu meselede iktidar baskısı konuşulurken, dümende oturan patronlara çok söz söylenmiyor. Nasıl bir patron parantezi açarsınız?

Patronlar da var, kraldan çok kralcılar da var. Ben patronlarla çok yakın çalıştım. Dinç Bilgin'le de Aydın Bey'le de dostluk ederek çalıştım. Aydın Bey gazeteci kellesi vermemek için direnen bir insandı. Dinç Bilgin de öyleydi aslında. Ama mesele hep aynı yerde düğümleniyor. Bankan varsa, şirketlerin varsa, göbekten bağlısın. Basın sadece şimdi değil hep çok kötü sınav verdi. Askeri dönemde ne yapıyorlardı? Sürgünde, istasyona gazete almaya giderken aklım çıkardı. Çünkü adın yayınlandı mı felaket demekti bu, ihbar demekti. O dönemlerde basın genellikle muhbir olarak çalıştı. Hiçbir zaman iyi bir sınav vermedi ki şimdi versin. Durmadan güce tapan insanlar. Samimi olarak da etkileniyorlar o güçten, o Ankara, o arabalar! Heyecanlanıyorlar. Kenan Evren'den heyecanlanan, şu an liberal olan yazarlar, var. İsimleri bende kalsın. "Ne büyük adam" diyorlardı Evren için.

- Patronlar mı gazeteci yöneticiler mi daha çok heyecanlanıyor Ankara'dan?

Bence gazeteciler. Kraldan çok kralcılık yapanlar var. İktidar odaklarına yakın olmak diye bir şey var, Osmanlı'dan beri. "Göze girmek ve gözden düşmek" kavramları bize özgüdür ve o yüzyıllardan kalmadır. Herşey saraya göre ayarlanır.