“‘Sizin gibi insanların devri bitti’: Türkiye aydınlarını nasıl tasfiye etti” başlıklı haber analizde Mülkiye için “Yüz yıldan fazla bir süredir – Erdoğan rejimi yok etmeye girişene kadar – bir siyaset bilimi okulu Türkiye’nin yönetenler sınıfının eğitiminde en önemli kurumdu” dendi.

Haberde, eski öğretim üyeleri İlhan Uzgel, Canberk Gürer, Elçin Aktoprak ve Kerem Altıparmak’ın görevden alınış süreçleri bu isimlerle birebir görüşülerek aktarıldı.

Fakülteden çok daha fazlasıydı, devlete adam yetiştiriyordu

24 Temmuz tarihli haber analiz özetle şöyle:

“Mülkiye nihayetinde bir akademik fakülteden çok daha fazlasıydı; Türk devletine yöneticiler, devlet adamları, hukuk adamları ve siyaset tarihçileri yetiştiriyordu. Mülkiyeliler Türk devletinin nasıl çalıştığını anlamakla kalmıyordu, bir dereceye kadar Türk devletinin de kendisiydi. Türkiye’nin ilk anayasaları oluşturulurken sürece dahil olanların birçoğu Mülkiye mezunuydu.
Türkiye’nin ABD-Türkiye ilişkileri konusunda en önemli uzmanlarından ve ‘Ulusal Çıkar ve Dış Politika’ gibi önemli kitapların yazar ve editörlüğünü yapmış İlhan Uzgel de kovulduğu 7 Şubat 2017’ye kadar 30 yıl boyunca gururla Mülkiye’de öğretim üyesi olarak çalıştı. Türkiye’nin 150 bin akademisyeninden 6 bin kadarı da Uzgel’le benzer bir kaderi paylaştı.

Demokrasi umuduyla…

Birçok Türk akademisyen ülkelerinin bir gün bir demokrasi olmasını umarak büyüdü. Sosyoloji veya felsefe okudular, uzlaşmazlık çözümlenmesi, barış inşası, azınlık hakları, sivil toplum oluşturulması gibi konular üzerine uzmanlaştılar.

Siyasal bilimler veya tarih doktorası yaparak liberal görüşlü üniversitelerde gelecek nesillerin kendilerinden daha da demokratik olması için uğraştılar. İyi yönetim uygulamaları, adil bir yargı sistemi, özgür basın, insan hakları ve kadın hakları gibi konulara inandılar. Bu demokratikleşmenin bir parçası olduğunuz ya da bu sürecin dışında kaldığınız bir anlayış vardı.

Türkiye’de acılı ve adım adım bir demokrasinin inşasında yer alanlar küçük ve tutkulu bir gruptu fakat deneyimlerini Polonya’dan Tayvan’a demokratikleşmekte olan ülkelerdeki insanlarla birlikte tüm dünyayla paylaştılar.

Üniversiteleri dağıtmak çok daha zor

Otoriter bir devlet tüm bu demokratik tiplerden kurtulabilir – hapse atar, dava açar – fakat hükümetin eninde sonunda bu tip kişiler yetiştiren kurumlara saldırması gerekir. Gazeteleri satın almak kolay olabilir. STK’ları da kapatabilirsiniz. Ama üniversiteler dağıtması çok daha zor kurumlardır.

Erdoğan ve müttefiklerinin kapsamlı tasfiyeyle yapmaya çalıştığı da tam olarak bu. Binlerce akademisyen işini, seyahat etme hakkını kaybetti, pasaportları iptal edildi. Kamu veya özel üniversitelerde bir daha çalışamaz hale geldiler. Haklarında açılan ve hala devam eden yasal süreçler bu insanları arafta bıraktı. Yurt dışında olanların birçoğu geri dönmedi. Basında adlarının geçmesinden hatta gazetecilere konuşmaktan korktular. Bazıları hapse mahkum edildi. En az biri intihar etti.

Ankara Üniversitesi’nden tasfiye edilen 90 kadar akademisyenin 36’sı Mülkiye’dendi. Bu da 160 yıllık fakültenin özel bir hedef haline geldiğine ilişkin şüpheleri çoğalttı.

YÖK faktörü

1980’li yıllarda İlhan Uzgel gibi öğrenciler Mülkiye’ye girdi ve profesörlüğe kadar yükseldi. Fakat bu süreçte hükümetin kontrolünde olan ve üniversiteleri merkezi bir kontrole almak için kurulmuş YÖK isimli kuruma üniversitelere giriş sınavlarından kadrolarla ilgili kararlara birçok yetki verildi. Mülkiye sağ ve sol diye ikiye ayrıldı.

AKP Türk bürokrasisiyle Mülkiye’nin bağını kopardı

Kısa bir süre sonra ise sahne arkasında bir şeyler olmaya başladı.

Üzgel “Mülkiye’nin Türk bürokrasisiyle bağı 2004 gibi kopmaya başladı. AKP bu bağı kopardı. Kendi adamları bürokrasiye egemen olmaya başlad” diye anlatıyor.

Eski Mülkiye akademisyeni Elçin Aktoprak “Ben Mülkiye’de büyüdüm. Bu kampüste ülkenin geri kalanında olmayan bir özgürlük vardı” diyor.

Kadınlar, feministler, eşcinseller, Kürtler ve solcular da benzer şekilde tarif ediyor Mülkiye’yi.

Kürtler, ‘dağ Türkleri’ olarak anıldı

Aktoprak’ın Mülkiye’de görev yaptığı dönemde özellikle Kürt meselesine ilişkin radikal bir hava oluştu. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Kürtler katliamlara kurban oldu ve ‘dağ Türkleri’ olarak anıldı. Türkçe konuşmaya zorlandılar. Ülkenin güneydoğu bölgesi ekonomik anlamda ihmal edildi. 1970’lerde Kürt olmayı kabullenme hakkı için lobi yapmak ve Türk devletinden ayrılmak için mücadele etmek amacıyla – kendisi de Mülkiyeli olan, Abdullah Öcalan tarafından – ayrılıkçı terörist bir grup, PKK kuruldu. Sonra bir kısır döngü meydana geldi. Türk ordusu köyleri yaktı ve Kürtleri işkence edip öldürdü, PKK da güvenlik görevlilerine saldırıp köy meydanlarını terörize etti.

2000’lerde Erdoğan’ın liderliğinde hükümet PKK ile ‘çözüm süreci’ başlattı.

Aynı dönemde Kürt öğrenciler üniversitelere girmeye başladı. Özellikle Ankara Üniversitesi bu öğrenciler için çok cazipti. İletişim, eğitim, hukuk, siyasal bilimler gibi aynı kampüsteki bölümlere girdiler.

20’li yaşlarda gençler en güçlü siyasetçilere doğrudan karşı gelebiliyordu
Mülkiye’nin İnsan Hakları Merkezi Avrupa Birliği’nden temsilcilerin de katılımıyla ‘kamu sivil toplum diyaloğu’ konferansı düzenledi. Başbakan yardımcısı – dönemin başbakanı Erdoğan’ın yardımcısı – Cemil Çiçek’in de konferansa katılması istendi.

İnsan Hakları Merkezi’nin o zamanki direktörü Kerem Altıparmak “Biz davet etmedik ama katılımını kabul etmek zorundaydık. Fakat etkinlikten önceki gece öğrencilerimden biri ‘Hocam, yarınki etkinliğinizi protesto edeceğiz sanırım’ dedi. Ben de ‘Tamam’ dedim. Onların adına karar veremezdim. Barışçıl protesto öğrencilerin hakkıydı” diye anlatıyor.

Ertesi gün Çiçek konuşmak için kürsüye çıktığında, öğrenciler teker teker ayağa kalkıp sözünü kesti. Eleştirel sorular alkışlandı.

Protesto üzerine Çiçek ayrılmaya karar verdi. Rektör ve Mülkiye dekanı da Çiçek’e çıkışa kadar eşlik etti. Fakat hepsi buydu, kimse cezalandırılmadı. Soruşturma açılmadı. Türkiye’de akademiler arasında uzun süre Mülkiye gibi kurumlar vardı. 20’li yaşlardaki gençler ayağa kalkıp konferans salonlarında ülkenin en güçlü siyasetçilerine doğrudan karşı gelebiliyordu.

Eskiden içki içenler, su içmeye başladı
2012 yılında Ankara Üniversitesi’nin rektörlüğüne Erkan İbiş getirildi. Seküler bir yaşam tarzı vardı ve eşi türbanlı değildi. Dalkavuk bir AKP’liye benzemiyordu. Fakat o dönemde Türkler güçlü devlet pozisyonlarında kalabilmek için beklenenleri yapmaları gerektiğini anlamaya başladı.

Bir zamanlar alkol içenler şimdi içme suyunu tercih ediyordu. Bir zamanlar kampüsteki gösterilere izin veren rektörler şimdi bu gösterileri yasaklayabiliyordu.

Erdoğan’a rakip törenin iptali istendi

İbiş okulun açılış gününde beklenmedik bir şekilde dönemin başbakanı Erdoğan’ı açılış törenine konuşmanı olarak çağırmıştı. Erdoğan üniversitelerde bu tür törenlere katılırdı ama Ankara Üniversitesi için bu durum yeniydi.

Bir grup Mülkiye profesörü ayrı bir açılış töreni yapmaya karar verdi – tam Erdoğan’ın konuşmasıyla aynı anda. Bu toplantının adına da ‘Ünivesitelerde İfade Özgürlüğü’ dediler ve 17 yıl boyunca ayrılıkçılığı savunduğu için hapis yatan yazar ve sosyolog İsmail Beşikçi gibi konuşmacıları davet ettiler. Konferansın iptal edilmesi istendi. O zamanın dekanı Yalçın Karatepe buna karşı çıktı.

Gezi’den sonra Erdoğan ülkeyi, rektör üniversiteyi ‘tek-adamlaştırmaya’ başladı
Fakültenin özellikle de AKP hükümeti karşıtı Gezi Parkı gösterilerinin olduğu 2013 yazından sonra rektörle ilişkileri bozuldu.

Eski Mülkiye akademisyeni Canberk Gürer “Erdoğan Gezi’den sonra ‘ülkeyi tek-adamlaştırma’ sürecini başlattı. Bizim rektörümüz de üniversiteyi ‘tek-adamlaştırma’ya başladı’ diye anlatıyor.

‘Nemfoman’ı gösterince ‘sapkın’ ve ‘sapık’ diye betimlendiler

Mülkiye’nin İnsan Hakları Merkezi ifade özgürlüğü için Lars Von Trier’in ‘Nemfoman’ filminin gösterimini gerçekleştirdiğinde – film Türkiye’de yasaklanmıştı – eleştirmenler hem filmi hem fakülteyi ‘sapkın’ ve ‘sapık’ gibi ifadelerle betimledi.

Ve barış bildirisi…

2016’nın başlarında hükümetin PKK ile savaşına karşı başlatılmış bir dilekçe akademisyenler tarafından imzalandı.

Kendilerine ‘Barış Akademisyenleri’ diyen bu akademisyenler dilekçeye “Bu suça ortak olmayacağız” başlığını attı.

Dilekçeyi Türkiye’de 2 binin üzerinde akademisyen imzaladı.

‘Tutuklanırsan ailenden kimle iletişime geçelim, diye sormaya başladılar’
Eylül 2016’da binlerce insanla birlikte Ankara Üniversitesi öğretim kadrosundan da 21 kişi kovuldu. Aralarında Mülkiye’li asistan öğretim görevlileri de vardı.

Aktoprak herkesin o günlerde çok tedirgin olduğunu belirterek şunları söylüyor: “Avukatlar da dahil herkes bize ne yapmamız gerektiğini, söylemeye başladı. ‘Tutuklanırsan ailenden kimle iletişim kurmalıyız. Mesajlarında ne var? Evinde ne var?’ Hepimiz ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk.”
‘ÖSYM kovulmamdan bir ay önce beni Twitter’da engelledi’
Gürer “ÖSYM kovulmadan bir ay kadar önce beni Twitter’da engelledi” diyor.

Profesörler her gün Resmi Gazete’den kovulup kovulmadıklarına bakıyordu.

‘Üzgünüz hocam, siz de kovulanlardansınız’

Aktoprak ve Gürer 7 Şubat 2017’de 27 diğer akademisyenle birlikte kovuldu. Kampüste büyük gösteriler oldu ve polis biber gazıyla müdahale etti. Aktoprak okula girmeye çalıştığında güvenlik görevlileri “Üzgünüz hocam, siz de kovulanlardansınız” diyerek kampüse almadılar.
“Mülkiye her zaman eleştiri demekti, ama artık bu mümkün değildi” diyor Aktoprak.

Üniversite’den hocalara ‘Müfredata uyun, çizgiyi geçmeyin’ mektubu

Akademisyen kadrosunda kalanlardan biri Kerem Altıparmak’tı. Şu anda AİHM’de 100 kadar Türkiye vatandaşını temsil eden avukatlardan biri. Mülkiye’den kovulmadı ama geçen yıl istifa etti: “Üniversite tüm akademisyenlere bir mektup göndererek imzalamaya zorladı – mektupta müfredatta sınırları geçmemeleri konusunda uyarılıyordu akademisyenler.”

Tüm bu atmosfer Türkiye’de yeni bir beyin göçünü tetikledi. Binlerce sosyal bilimler ve bilim akademisyeni ülkeyi terk etti.

(Kaynak: Diken)