Çözüm sürecinin sona erdirilmesinin ardından insan hakları ihlallerinin arttığının vurgulandığı raporda, Güneydoğuda yaşanan şiddetin keskin bir biçimde yükseldiği, basına ve iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) siyasi muhaliflerine karşı ciddi bir baskı operasyonu uyguladığı dile getirildi.

Raporda, sonuç alınmayan Haziran seçimlerinden sonra yapılan Kasım 2015 seçimlerinde dördüncü kez iktidara gelen iktidar partisi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye'de insan haklarını, demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü temelinden sarsan politikalar izledikleri savunuldu.

İnsan Hakları İzleme Örgütü kıdemli Türkiye araştırmacısı Emma Sinclair-Webb  “Türkiye otoriter bir rejime ve liderlerin yetkileri üzerindeki tüm denetim mekanizmalarının çözüldüğü bir yöne doğru ilerliyor. Çöken çözüm süreci ve basın ve siyasi muhalefet üzerindeki baskı daha da karanlık günlerin geleceğine işaret ediyor ve Türkiye'yi haklara saygılı bir ülke olma hedefinden uzaklaştırıyor” dedi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün 659 sayfalık 2016 Dünya Raporu’nda, 90’ı aşkın ülkedeki insan hakları uygulamaları gözden geçirildi. İcra Direktörü Kenneth Roth’un giriş yazısını yazdığı raporda, terör saldırılarının Orta Doğu'nun ötesine yayılmasının ve baskı ve çatışmalardan doğan büyük mülteci akınlarının, birçok hükümeti güvenliği sağlamak için hatalı bir girişimle hakları kısıtlamaya yönelttiğini belirtildi. Raporda ayrıca sosyal medya aracılığıyla büyütülen barışçıl muhalefetten korkan dünya çapındaki otoriter yönetimlerin bağımsız gruplara karşı son dönemlerin en yoğun baskı operasyonlarını başlattıkları savunuldu.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün 2015 yılı boyunca ülkede yaşanan bağımsız yayın kuruluşlarının devralınması, gazetecilerin ve muhaliflerin yargılanması ve hapsedilmesi, gösteri yürüyüşlerinin sık sık yasaklanması, yargıyı hükümetin kontrolü altına alma çabalarının sürmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadelede herhangi bir ilerleme kaydedilmemesi gibi gelişmeleri yakından izlediği belirtildi. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün, ayrıca Türkiye'nin mültecilere, sığınmacılara ve göçmenlere, özellikle de Türkiye'deki 2.2 milyon Suriyeliye yönelik muamelesinin de gözlemlenerek değerlendirdiği ifade edildi.

Rapora göre, Türkiye 2015 yılında yüz binlerce sığınmacı ve göçmenin Avrupa Birliği'ne gitmek için kullandığı ana geçiş ülkesi olduğundan bu konu, Ankara ve AB arasındaki ilişkilerde belirleyici oldu. Kasım ayında AB ve Türkiye arasında kabul edilen anlaşmanın özü, 3 milyar Avro ve diğer teşvikler karşılığında AB'ye düzensiz göçün önlenmesine yönelik olduğu, anlaşmanın insanların etkin korumaya erişimlerinin engellenmesine, Türkiye'de gözaltına alınmalarına veya Türkiye'ye girişlerinin engellenmesine yol açabileceğine ilişkin kaygılara yol açtığı vurgulandı. Avrupa Komisyonu göç anlaşmasının imzalanması öncesinde, Türkiye'nin AB aday ülkesi olarak yıllık ilerleme raporunu açıklamayı iki kez ertelediği belirtildi.

Sinclair-Webb “Göç anlaşması, AB'nin mülteci krizini finansal teşvikler yoluyla Türkiye'ye ihale etme girişimidir. Türkiye'deki sığınmacıların ihtiyaç duydukları korumayı alamayacaklarına ve göç akışını durdurmak isteyen AB'nin, Türkiye'de insan hakları ve demokratik çerçevenin hızla kötüleştiğini görmezden geleceğine dair ciddi kaygılar bulunuyor” dedi. Raporda, ABD’li politikacıların da terör tehdidini istihbarat servislerinin toplu denetleme faaliyetlerine getirilen hafif kısıtlamaları geri alma bahanesi olarak kullanırken İngiltere ve Fransa’nın da, izleme yetkilerini genişletmeye çalıştıkları, teröre karşı etkinlikleri kanıtlanmamış bu önlemlerin, özel hayatın gizliliği hakkını ciddi anlamda zayıflattığı belirtildi.