Katliamın birinci yılında Hanau başta olmak üzere Almanya'nın birçok kentinde ırkçılık, insanlığa karşı bir nefret suçu olarak protesto edildi. Saldırıya uğrayan genç kurbanlar çeşitli etkinliklerle anıldı.

Alman basının geniş yer verdiği anma etkinlikleri sırasında, Cumhurbaşkanı Steinmeier, Hanau'daki anma töreninde yaptığı konuşmada, barış içinde bir arada yaşamanın önemine değindi. Başbakan Merkel ise haftalık video konuşmasında Hanau'daki katliam için “Irkçılık zehirdir. Nefret zehirdir.” açıklamasında bulundu. 

Konunun güncelliği ve önemi açısından gazeteci Özlem Gezer'in Der Spiegel dergisinde yayımlanan "Onlar benim insanlarımdı" başlıklı duygu dolu makalesine yer veriyoruz. 

İşte o makale:

Birini bir tezgâhın arkasında dururken, diğerini kendi nargile barında otururken, bir diğerini yol kenarında sigara içerken, bir diğerini ise Hanau-Kesselstadt’ta bir büfede makarna yerken kurşunladı.

***

1990’larda, Hamburg’daki Reeperbahn yakınlarında yüksek bir binada, Hanau-Kesselstadt’la karşılaştırılabilecek bir mahallede büyüdüm; yüksek bloklar, dünyanın dörtbir yanından gelmiş insanlar, bir sürü çocuk... O zamanlarki buluşma noktamız, Hanau’da gerçekleşen son olay gecesindeki yer gibi bir bar, "Sun Food" idi. 39 yaşındayım, Hanau’da ölenlerin hepsi benden daha gençti, bunlardan bazıları benim oğullarım dahi olabilecek yaştaydı.

***

Saldırıdan sonraki günlerde televizyonda, onların annelerinin şunları söylediklerini duymaktaydım: “Ama oğlum eğitimini yeni bitirmişti.” Babalarının şunları söylediklerini duymaktaydım: “Biz de bu ülkede hep vergi ödedik, neden hâlâ bizi istemiyorsunuz?”

Seslerini neredeyse hiç işitmediğimiz bu insanlar, birdenbire görünür hale gelmişlerdi.

Bu insanlar; Alman otobanlarını birlikte inşa edenlerdi, sanayi sektöründe vardiya şefleriydi, otobüs şoförü ya da marangozlardı. Onların çocukları ise kalorifer-inşaat tesisatçıları, depo görevlileri, apartman ihtiyaçlarını karşılama görevlileri ve haşarat temizleyicileriydi. Alman ekonomisi için yararlı birer personellerdi.

***

Bu ülkedeki göçmen çocukları için iki çekmece vardır: Bir çekmece örnek göçmenler içindir, diğeri ise sorunlu göçmenler içindir. Öldürülenlerin ebeveynleri bu çekmeceleri biliyor olmalılar ki; gerçek Almanlar’a bir kez daha, ölü çocuklarını hangi çekmeceye koymaları gerektiğini söylemeyi önemsemekteydiler.

Nihayetinde 19 Şubat 2020’de öldürülenler; son 60 yılda, kendilerinin ya da çocuklarının bir gün “daha iyi durumda" olması için bu ülkeye gelenlerin çocukları ve torunlarıydı. Göç geçmişi olmayan okuyucular açısından bu cümlenin, muhtemelen eski-içi boş bir göçmen cümlesi olduğunu biliyorum. Bizim içinse bu, okula başladığımız anda verdiğimiz bir sözdür. Diplomalarımız ve mesleklerimiz; ailelerimizin ve onların ailelerinin madalyalarıdır ve buraya gelmelerinin yaptıkları en doğru şey olduğunun kanıtıdır.

***

Onların, işte bu çocuklarından dokuzu artık ölüydü. Yürüyüşler, dayanışma gösterileri gerçekleştirilmişti. Ancak kitlesel protestolar, Alman şehirlerine doğru akın akın yürüyüşler, George Floyd’un ölümünden sonra Amerika'da gerçekleşen ülke çapındaki isyanlar gibi isyanlar gerçekleşmemişti.

Bütün bunlar, neden burada da yapılmasındı ki?

Evde kaldık: Göçmenlik geçmişi olmayan insanlar bu saldırıdan pek etkilenmedi.

Benim gibi insanlar açısından ise; "İyi niyetli" gündelik ırkçılık her zaman hayatımızın göbeğindeydi. Öğretmenler babama; Türk kökenli olduğu ve kız çocuğu olduğum için beni, evde yoğun baskı altına aldığını ve bu yüzden sınıfta çok konuştuğumu söyleyenlerdi. Eppendorf Üniversite Hastanesi Başhekimleri; odalarını temizleyen annemi, Noel Kutlamaları’nda birlikte kadeh kaldırmak üzere bir kadeh şarapla övenlerdi. Babamın taksisine binen yolcular; onun bir "Türk" olarak St. Pauli'de gençlik koçu olmayı başarmış olmasının ‘harika’ olduğunu düşünenlerdi.

Ve ben de buna alışmıştım.

***

SPIEGEL ile editoryal sözleşmemi imzaladıktan birkaç ay sonra, NSU'nun ırkçı cinayetleri kamuoyuna açılmıştı. Hamburg NSU kurbanı Süleyman Taşköprü'nün manavı, amcamın Türk Çay Salonu’ndan birkaç sokak ötedeydi. Babam aileyi şahsen tanıyordu. Sonraki yıllar içerisinde ise babamın bu ülke ile arasındaki bağlarda bir şeylerin koptuğunu gördüm. Babam buraya geldiğinde çok gençmiş; 1964'te liman işçisi olarak Hamburg'a taşınan babasının peşinden gitmiş. Alman Devleti’ne her zaman güvenmiş. Ancak daha sonra NSU kurbanlarının ailelerine sanık muamelesi yapıldı, dosyalar parçalandı. Ve baba erkeklerin cinayet sırasında suç mahalinde olduğu ortaya çıktı. Yani bu devlet, tıpkı benim babam gibi olan insanları korumamıştı.

***

"İyi niyetli" gündelik ırkçılık her zaman hayatımdaydı.

Yıllarca NSU kurbanlarının ailelerini ziyaret etmeyi ve Münih'teki duruşmaya katılmayı planladım. Ancak bunu gerçekleştirmedim. Bu ülkedeki sağcıların öldürmelerinden, yürüyüşlerinden, nefret-tehdit mektupları yazışlarından etkilendiğim gerçekliğini, yıllarca bilinç altına atmışım. Bu ülkede, benim gibi insanları, sadece ve sadece orada oldukları için dahi öldürmeye hazır failler mevcuttu.

Sonra sıra Hanau’daydı. Artık mesele, bu ülkede benden sonra doğan-doğacak olan çocuklardı.

Televizyonda konuşurken gördüğüm insanlar, işte yine benim insanlarımdı.

İş arkadaşım Timofey Neshitov ile, ölenlerin geride kalan aileleri ve hayatta kalanlarla birlikte aylar geçirdik. Onlara günlük yaşamlarında, ne olduğunu anlamaya çalışırlarken eşlik ettik.

Bu ırkçı eylemin ardından, resmi ırkçılığa maruz kalmış insanların da karşısına geçtik. Bu insanların; suçun işlendiği gece ve öncesinde, yetkililerin ihmalkârlık gösterdiklerine ilişkin kamuoyuna bir açıklama yapabilmeleri için, önce bizzat kendilerinin araştırma yapmaları gerekmekteydi. Bu insanlar; bu ülkede neden daha fazla insanın katledilen çocukları için sokağa çıkmadığını anlayamıyorladı.

Ve bunda da haklıydılar. Ve yine bu ülkedeki birçok insan, onlarla birllikte yas tutmayı başaramamıştı.

***

Hamburg'a trenle dönüş yolculuğum boyunca, Hanau'daki ailelerin her gün birbirlerine sordukları şu soruyu düşünmeye devam ettim: “Neden benim çocuğum öldü?”

Oğlum 4 yaşında. Büyüdüğündeyse tıpkı Hanau'da öldürülen çocuklara benzeyecek.

İsimleri: Ferhat Unvar, Hamza Kurtović, Said Nesar Hashemi, Vili-Viorel Păun, Mercedes Kierpacz, Kaloyan Velkov, Fatih Saraçoğlu, Sedat Gürbüz ve Gökhan Gültekin.