"Türkiye'de Cumhuriyet tarihinin en kritik ve sonuçları bakımından en yakıcı seçimi bitti. Sandıklar açıldı ve sonuç yalın bir cümleden ibaret: Siyasal İslam kazandı, demokrasi kaybetti.

Bu cümle yerine AKP, MHP'nin desteğiyle parlamentoda mutlak çoğunluğu elde etti, lideri Erdoğan da "başkan” seçildi denebilir.

Daha da ayrıntıya girilebilir ve alınan oyların bölgelere göre dağılımı, yüzdeleri üstüne uzun analizler yapılabilir. HDP'nin kıl payı da olsa barajı aşmasının bir demokratik kazanım olduğu söylenebilir. Erdoğan'a rakip olarak başkanlık yarışına giren Muharrem İnce'nin etkili seçim kampanyasının seçmenlerde umduğu karşılığı bulamadığı belirtilebilir. Seçim kampanyalarında devletin tüm olanaklarını pervasızca kullanan AKP'ye karşı muhalefetin mitinglerinin engellenmesine, medya desteğinden hemen hemen hiç yararlanamayışına vurgu yapılabilir.

Ancak bu artık ayrıntılarla oyalanma demek.

Kanımca bu seçimin özü itibariyle demokrasi ile siyasal İslam arasında amansız bir yarış olduğu gözardı edilmemelidir.

Siyasal İslam henüz tam oturmuş, yaygın kullanıma ulaşmış, derinlemesine analiz edilmiş bir kavram değil. Çok kişi kestirme ve yüzeysel bir değerlendirme ile "Yani Mısır'daki Müslüman Kardeşler Hareketi ya da Lübnan Hizbullahı gibi ya da İran'daki mollalar rejimi gibi” diyor ve bununla yetiniyor.

Ancak gerçek bundan daha farklı ve daha derin.

Türkiye siyasal İslamı benzerlerinde pek rastlanmayan özellikler taşıyor. O küresel finans sermayesi ile bütünleşmiş bir siyasal örgütlenme. Ancak ideolojik, kültürel ve siyasal açıdan İslami referanslara da sımsıkı bağlı ve bunda ısrarlı.

Türkiye'de daha Osmanlı İmparatorluğu döneminde devletin yüzünü "Batı”ya, sırtını da "Doğu”ya çevirdiği dönemden (1826 reformları) bugünlere kadar siyasal İslam tam bir iktidar susuzluğu yaşadı. Cumhuriyet dönemiyle birlikte laisizmin ve sekülarizmin egemen devlet ideolojisi olması bu susuzluğu daha da artırdı. Ancak dinsel örgütlenme tarikatlar aracılığıyla varlığını korudu ve 90'lı yıllarda adım adım güçlendi; 2002 seçimlerinde ise bir seçim zaferi ile tek başına iktidara geldi.

16 yıldır da tek başına iktidarda ve 16 yıl boyunca adım adım yeni bir rejimin hazırlığını yaptı. 24 Haziran'da bu hazırlıkların yeni bir zafer ile pekiştiği bir seçim oldu. Şimdi artık benzeri dünyanın hiçbir ülkesinde görülmemiş bir "başkanlık sistemi” ile kuvvetler ayrılığının sözü bile edilemeyecek, yargı erkinin tümüyle "başkan”a teslim olduğu, otokrasi ile yönetilecek bir Türkiye var.

Eğitim sisteminden ordunun yapısına, hukuk devletinden kanunlara kadar çok temel konularda İslami kurallara artık açıkça ağırlık veren yeni bir rejimin kurulması aşamasındayız.

Bu yeni rejim kesinlikle demokrasi değil.

Demokraside hukuk, yurttaşların ya da onların temsilcilerinin yaptığı kanunlar demektir. Yanlış olan, aksayan, eskiyen yasalar değiştirilebilir, düzeltilebilir. Oysa AKP iktidarı hukukun temelini ağır ağır (belki de hızlı hızlı) dinsel yasalara dayandıracak. Dinsel yasalar değiştirilemez, tartışılamaz.

24 Haziran seçimlerinin bir başka sonucu da Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerinde kendini gösterecek. AKP'nin ve Erdoğan'ın AB'nin ekonomik anayasası olarak tanımlanabilecek Maastricht kriterlerine hiçbir (Bir daha: Hiçbir) itirazı yok. Buna karşılık Kopenhag kriterleri Erdoğan için de, siyasal İslam için de tam bir karabasan.

Eğer AB, Erdoğan iktidarına karşı Maastricht kriterlerine bakan gözünü açık tutup, Kopenhag kriterlerine bakan gözünü kapatırsa ilişkilerde bir sorun doğmaz. Yok, AB her iki gözünü de açık tutmayı yeğlerse Erdoğan'ın politik ve askeri bağlamda Rusya, ekonomik bağlamda da Körfez (Arap) sermayesi gibi kozları devreye girecektir.

Başlığı tekrarlayacağım:

24 Haziran'da Türkiye bir seçim yaşadı ve siyasal İslam kazandı, demokrasi kaybetti."

Aydın Engin