Ankara Garı önünde 100 kişinin hayatını kaybettiği terör örgütü IŞİD saldırısına ilişkin aralarında firarilerin de olduğu 36 kişinin yargılandığı davada karar çıktı.

9 sanık 101'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırıldı.

Yakub Şahin, Hakan Şahin, Halil İbrahim Alçay, Resul Demir, Hacı Ali Durmaz ve Hüseyin Tunç'un, "anayasal düzeni ihlal" suçundan 1'er, "100 kişiyi kasten öldürme" suçundan da 100'er kez olmak üzere toplam 101'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırıldı.

Ayrıca bu sanıklara  20'si çocuk 391 kişiyi öldürmeye teşebbüs suçundan da ayrı ayrı 10 biner yılın üzerinde hapis cezası verildi. 9 sanık ise örgüt üyeliğinden değişik yıllarda hapis cezasına çarptırıldı. 

10 Ekim 2015 katliamı Türkiye tarihinin en kanlı intihar saldırısı olarak tarihe geçti.

AVUKATLARDAN AÇIKLAMADA: KAMU GÖREVLİLERİNİN KATLİAMDAKİ PAYI KAÇIRILDI

Karar sonrasında 10 Ekim Davası Avukat Komisyonu bir açıklama yaptı. Yapılan açıklamada kararı eleştiren avukatlar,  “Kamuoyunda ‘rekor ceza verildi’, ‘sanıklara ceza yağdı’, ‘10 sanığa 101 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis’ gibi başlıklar altında sunulacağını tahmin ettiğimiz mahkeme kararı, bir hukuk zaferi ve adaletin tecellisi gibi anlamlar taşımamaktadır. Katliamı gerçekleştirdikleri ayan beyan açık olan sanıkların bir kısmı hakkında 101 kere müebbet hapis cezası istemek hukuki kahramanlık değil, hukuki zorunluluk ve sadece katliamın büyüklüğünü ortaya koyan bir husustur” ifadelerini kullandı.

“Katliamın gerçekleşmesinde kusuru ve sorumluluğu bulunan hiçbir kamu görevlisi yargılamaya dahil edilmemiş, devletin sorumluluğunun üstü örtülmüştür” denilen açıklamada, “Dosyanın aceleyle bitirilmesinin bir sebebi de dosyaya getirilen her belgenin altından kamu görevlilerinin sorumluluğunun açığa çıkmasıdır. Bu belgelerden en çarpıcı olanı İçişleri Bakanlığı’nın kendi raporudur. İçişleri Bakanlığı Müfettişlerince olaya ilişkin hazırlanan Mülkiye Müfettişleri Raporu Ankara, Adana, Gaziantep ve Kilis vb. yerlerde görev yapan birçok kamu görevlisinin bu katliama yol verdiğini ortaya koymaktadır” dendi.

Karara ilişkin eleştirilerini sıralayan avukatlar, bazı IŞİD üyelerine yalnızca örgütten ceza verilmesini şöyle eleştirdi; “10 Ekim Ankara Gar katliamında birebir görev almamış olsa dahi, ülkenin kan gölüne dönmesine ant içmiş, aralarında canlı bomba olanların dahi bulunduğu sanıklara, yalnızca örgüt üyeliğinden ceza verilmesi, bundan sonraki katliamların yolunu hazırlamanın bir adımıdır.”

10 Ekim Davası Avukat Komisyonu’nun yaptığı açıklama şöyle:

“10 Ekim Ankara Gar Katliamı Davası’nda, 10. grup duruşmanın sonunda Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi kararını açıklamıştır. Savcılığın esas hakkındaki mütalaasından önce ve sonra hem duruşmalarda hem de basın yoluyla, davada henüz araştırılmamış çok fazla husus olduğunu ve katliamın henüz aydınlatılmadığını, davanın büyük bir aceleyle bitirilmek istendiğini açıklamıştık. Davayı başından itibaren takip eden avukatlar olarak, davanın kaçırıldığı Sincan Cezaevi Kampüsünde görülen son duruşmada da mahkemeye bu hususları detaylarıyla açıklamış bulunmaktayız. Her durumda ve koşulda davayı bitireceğini ifade ve belli eden heyet, bütün eksikliklere rağmen karar vermiştir. Kamuoyunda ‘rekor ceza verildi’, ‘sanıklara ceza yağdı’, ‘10 sanığa 101 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis’ gibi başlıklar altında sunulacağını tahmin ettiğimiz mahkeme kararı, bir hukuk zaferi ve adaletin tecellisi gibi anlamlar taşımamaktadır. Katliamı gerçekleştirdikleri ayan beyan açık olan sanıkların bir kısmı hakkında 101 kere müebbet hapis cezası istemek hukuki kahramanlık değil, hukuki zorunluluk ve sadece katliamın büyüklüğünü ortaya koyan bir husustur. 

MAHKEME DAVAYI KAÇIRDI

Ülkemizde yargıya hakim olan ‘bağımsız değil talimatla’, ‘kendi başına dert almayacağı’ karar verme pratiği bu katliam davasında da gerçekleşmiştir. Kaldı ki mahkeme 101 değil 100 kere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası vermiştir. Katliam ağır yaralılarından sonradan kaybettiğimiz Mustafa Budak’a unutmuş, adeta hukuku ve vicdanları katletmiştir.  Mahkeme, iğneyle kuyu kazar gibi dosyayı inceleyen biz avukatların, birçok bilim insanının görüşleriyle olgunlaştırdığı iddia ve taleplerini yok sayarak, adeta hukuki bir garabete imza atmıştır. Çünkü; -Karar duruşması Sincan Kapalı Cezaevi Mahkemesi Salonu’na alınarak dava kaçırılmıştır: Bugüne kadar yaralılar ve yakınlarını kaybeden aileler, duruşmaları büyük bir sabır ve sükunetle takip etmişlerdir. Her duruşmaya kilometrelerce yol kat ederek gelmiş, adaleti aramışlardır. Acılarının adil bir kararla biraz olsun dinmesini umut etmişlerdir. Ancak bu sabır henüz aydınlanmamış katliamın kapatılmak istenmesini gösteren savcılık mütalaasından sonra tükenmiştir. Vicdanlarının yaralandığını ifade eden adalet çığlığı karşısında mütalaa geri çekilmesi gerekirken, Mahkemeye heyeti davayı kaçırmayı tercih etmiş ve son duruşmanın şehrin bir ucundaki Sincan Cezaevinde yapılmasına karar vermiştir. Katliam davalarının, siyasi davaların görülmesi gereken illerden veya merkez adliyelerden kaçırılması pratiğinin devamı olan bu karar, davanın mağdurlarının cezalandırılmasına dönüşmüştür. Davalarını takip etmek isteyen müvekkillerimiz defalarca aramalardan geçirilmiş, kolluğun keyfi müdahalesine maruz kalmış, kendi dosyalarının görüldüğü duruşma salonuna zaman zaman alınmamışladır. -Katliamın gerçekleşmesinde kusuru ve sorumluluğu bulunan hiçbir kamu görevlisi yargılamaya dahil edilmemiş, devletin sorumluluğunun üstü örtülmüştür.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI'NIN RAPORUNDA DEVLET GÖRÜVLİLERİNİN KATLİAMA YOL VERDİĞİ YAZIYOR

Katliamda kamu görevlilerinin sorumluluğu belki de hiçbir olayda olmadığı kadar açıkça ortaya çıkmıştır. Dosyanın aceleyle bitirilmesinin bir sebebi de dosyaya getirilen her belgenin altından kamu görevlilerinin sorumluluğunun açığa çıkmasıdır. Bu belgelerden en çarpıcı olanı İçişleri Bakanlığı’nın kendi raporudur. İçişleri Bakanlığı Müfettişlerince olaya ilişkin hazırlanan Mülkiye Müfettişleri Raporu Ankara, Adana, Gaziantep ve Kilis vb. yerlerde görev yapan birçok kamu görevlisinin bu katliama yol verdiğini ortaya koymaktadır.

Buna rağmen Mahkeme Heyeti ve Savcılık bu kişilerin davamıza sanık olarak dahil edilmesi hususunda yeterli çaba içerisinde olmamış, tanık olarak dinlenmesi taleplerini de gerekçesiz reddetmiştir. Yine dosyada yer alan Gaziantep Ağır Ceza Mahkemelerinden gelen dosyalar, sanıkların iletişim tespiti dosyaları, Gaziantep ve ülkenin çeşitli yerlerinde kamu kurumları ile yapılan yazışma yanıtları da dava konusu katliamın sorumluluğu konusunda çok geniş bir devlet sorumluluğu olduğuna işaret etmektedir. Bütün bunlara karşın, adeta ‘Devlete dokundurmayız, alın size IŞİD’lilerin bir kısmı bunlara yetinin!’ denilerek adaleti değil, suç işleyen kamu görevlilerinin sorumsuzluğunu esas alan bir tavır içerisinde olunmuştur. -Sanık olan IŞİD’liler bakımından verilen cezalar yetersizdir: Eksik soruşturma neticesinde hazırlanan iddianame ile sanık haline gelen IŞİD’lilerle yetinilmesini isteyen yargı, onlar hakkında dahi fiillerine uygun cezalar vermemiştir.

FİRARİ SANIKLARIN BİR KISMININ HALA ÜLKEDE İZLERİNE RASTLANMAKTADIR

10 Ekim Ankara Gar katliamında birebir görev almamış olsa dahi, ülkenin kan gölüne dönmesine ant içmiş, aralarında canlı bomba olanların dahi bulunduğu sanıklara, yalnızca örgüt üyeliğinden ceza verilmesi, bundan sonraki katliamların yolunu hazırlamanın bir adımıdır. Kaldı ki, bölgenin tamamını örgütleyen, uzun yıllardır kanlı planların askeri olmuş ve katliam örgütlenmesine iştirak etmiş, duruşmalarda dahi vahşi tavırlarını sürdüren sanıklar için beş-altı yıl sonra cezaevinden çıkmalarına olanak sağlayan bir ceza verilmesi, adalet değildir. 

-Firari veya ismi tespit edilemeyen katliamla bağı olan IŞİD’lilerin tespiti yapılmamıştır: Katliamı planlayan sanıkların 16’sı halen firari olup, şu an ülkenin çeşitli yerlerinde IŞİD faaliyetleri yürütmeye devam etmektedirler. Yine dosyada net kamera görüntüleri ve fotoğrafları olan ancak isimleri tespit edilemeyen, katliam planlayıcısı olan onlarca kişi vardır. Mahkeme Heyeti bu kişilerin tespiti ve yakalanması hususundaki tüm taleplerimize yok saymış, adeta bu sanıkları ödüllendirmiştir. Basına da yansıdığı üzere firari sanıkların bir kısmının hala ülkede izlerine rastlanmaktadır, bilerek ve istenerek yakalanmamaktadırlar. Mahkeme verdiği kararla, bu süreci doğuran sorumluluk zincirinin bir parçası olmuştur.

-Mevcut sanıklar dışında katliamla ilişkili kişiler dosyaya dahil edilmemiştir: Sadece kamu görevlileri değil, olayın birtakım failleri de dosyadan kaçırılmıştır. Katliamla birebir bağı olduğu açık olan failler, başka dosyalarda, sessiz sedasız yargılanmış ve dosyaları kapatılmıştır. Mahkeme başından beri tespit edilen bu kişilerin yargılanmasına olanak sağlamamış, bilakis ortaya çıkan bilgileri görmezden gelmiş, bu kişileri mahkeme huzuruna dahi çıkarmaktan imtina etmiştir. 

-10 Ekim Ankara Gar Katliamı insanlığa karşı suçtur! Bu gerçek yok sayılarak karar verilmiştir: Davanın başından itibaren, dosyanın avukatları olarak IŞİD katliamlarının insanlığa karşı suç olduğunu defalarca beyan ettik. Dava dosyasına, bilim insanlarınca hazırlanmış uzmanlık raporları da sunarak bu konuyu açıkça ortaya koyduk. Mahkeme heyeti, katliamı devlete karşı suç kapsamında değerlendirmiştir. Bu katliam insanlığa karşı suç işleyen IŞİD tarafından barış isteyen insanlara, insanlığa karşı yapılmıştır. Türk Ceza Kanunu m. 77’de “insanlığa karşı suçlar” düzenlenmiştir. Katliam söz konusu maddeye harfi harfine uymaktadır. Eğer böylesi bir olayda dahi bu madde uygulanmayacaksa neden kanununa konulmuştur? İnsanlığa karşı suç hükmünün uygulanması için kaç kişinin ölmesi gerekmektedir? Zamanaşımı olmayan İnsanlığa karşı suçun varlığının yok sayılmasının en basit sonucu, başta firariler olmak sanıkların bir zaman sonra zamanaşımından yararlanarak ceza almaktan kurtulmalarıdır. Tüm bu yargılama sürecinde adaletin gerçekleşmesi için her türlü desteği sunan bilim insanlarına; kurum ve kuruluşlara, havuz medyası dışındaki basın organlarına, ama en çok da inatla davayı takip eden yaralılara ve katliamda yakınlarını kaybeden ailelere, bütün müvekkillerimize teşekkür ederiz. Özellikle ailelerin beyanları ve adalet ısrarları olmasaydı, muhtemelen davamızdaki birçok sanık tahliye edilmiş ve şu an dışarıda başka bir katliamı planlıyor olacaktı. Yine Mahkeme’nin sadece Ankara’daki kamu görevlileri için ve sadece bir kez yaptığı suç duyurusu da yapılmamış olacaktı. Nitekim sanıklar için talep edilmiş “rekor” cezalar da esasen bu ısrar ve takibin sonucudur. 2 Ağustos günü verilmiş olan bu karar bu dava için bir son değildir. Yürütmüş olduğumuz büyük adalet mücadelesi gerçek sorumluların kimler olduğunu açığa çıkarmış ve bütün ülke kamuoyu tarafından bu durumun bilinir hale gelmesini sağlamıştır. Davanın firari sanıklar açısından devam edeceğini, bu aşamayı aynı ısrar ve çalışma ile takip edeceğimizi belirtmek isteriz. Katliamda kast ve ihmal suretiyle sorumluluğu bulunan her kademedeki kamu görevlisinin yargılanması için yapılması gereken bütün hukuki girişimleri inatla ve ısrarla sürdüreceğiz. Beyaz Toros, beyaz bere ve beyaz ayakkabıların bir daha can almaması için gerçek sorumluların cezalandırılmasına kadar adaletin peşinde olacağız.”

10 EKİM 2015’TE NE OLDU

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) çağrısıyla 10 Ekim 2015 Cumartesi günü Ankara'da Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi'nin düzenlenmesi planlandı.

Bu miting için başka sivil toplum kuruluşları da katılım çağrısı yaparken, aralarında Tarık Akan, Rutkay Aziz ve Bilgesu Erenus'un da bulunduğu sanatçılar da destek verdiklerini açıkladı.

Mitinge ayrıca Emekçi Hareket Partisi (EHP), Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, Halkların Demokratik Partisi (HDP), Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP), Emek Partisi (EMEP), Alevi Bektaşi Federasyonu, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Hacı Bektaş Kültür Vakfı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD), Halkevleri ve Haziran Hareketi de katılacağını açıkladı.

Mitingden kısa bir süre önce düzenlenen basın toplantısında DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, "13 yıllık AKP politikalarından mağdur olan herkes o gün Ankara'da olacak" dedi.

Miting için gelen katılımcıların sabah saat 10:00'da Ankara Tren Garı önünde buluşması ve buradan Sıhhiye Meydanı'na yürümesi planlanıyordu.

Kortejin önünde mitingi düzenleyen DİSK, KESK, TMMOB ve TTB ortak imzalı üzerinde "Savaşa inat, barış hemen şimdi. Emek, barış ve demokrasi" yazılı bir pankart yer alıyordu.

Ancak katılımcıların toplanmaya ve kalabalığın artmaya başladığı sırada saat 10:04'te peşpeşe iki patlama meydana geldi.

İki kişi tarafından eşzamanlı düzenlenen bu intihar saldırılarında 100 kişi yaşamını yitirirken, 391 kişi de yaralandı. Bu olay, Türkiye tarihinin en kanlı intihar saldırısı olarak kayıtlara geçti.

Olayla ilgili açılan davanın iddianamesinde canlı bombaların 1990 doğumlu Yunus Emre Alagöz ile açık kimliği tespit edilemeyen Suriye uyruklu kişi olduğu belirtildi.

Yunus Emre Alagöz'ün 1995 doğumlu erkek kardeşi Abdurrahman Alagöz'ün de Temmuz 2015'te Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde 34 kişinin yaşamını yitirdiği, 100'den fazla kişinin yaralandığı intihar saldırısını gerçekleştiren kişi olduğu açıklandı.

Saldırının ardından 3 gün ulusal yas ilan edildi.

DAVA SÜRECİNDE NELER OLDU

Saldırıyla ilgili 20'si tutuklu 36 kişi hakkında dava açıldı.

Bu dava, Ankara Dördüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde Kasım 2016'da görülmeye başlandı.

Davanın savcısı Adnan Gümüş, 12 Haziran 2018'deki duruşmada 55 sayfalık esas hakkındaki görüşünü açıkladı.

Gümüş, görüşünde "acımasız" ve "vahşi" olarak nitelendirdiği bu saldırının Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adına gerçekleştirildiğini belirtti.

Sanıklardan Abdülmubtalip Demir, Talha Güneş, Metin Akaltın, Yakub Şahin, Hakan Şahin, Halil İbrahim Alçay, Resul Demir, Hacı Ali Durmaz ve Hüseyin Tunç hakkında "100 kişiyi kasten öldürme" suçlamasından 100'er kez; "anayasal düzeni ihlal" suçundan ise 1'er kez olmak üzere toplamda 101'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi.

Aynı sanıklar için ayrıca 20'si çocuk 391 kişiyi öldürmeye teşebbüs suçundan da ayrı ayrı 11 bin 730'ar yıl hapis cezası talep edildi.

İddianamede patlayıcı yapımında kullanılan malzemeleri Ankara'ya getirmekle suçlanan bu isimlerden Demir, Akaltın, Yakıp Şahin ve Tunç hakkında ayrıca "örgüt faaliyeti çerçevesinde izinsiz tehlikeli madde bulundurmak, nakletmek" suçundan 24'er yıla kadar hapis cezası istendi.

Sanık Erman Ekici hakkında "DEAŞ (IŞİD) silahlı terör örgütü yöneticisi olmak" suçundan istenen hapis cezası ise 22 yıl 6 ay.

Gümüş, firari sanıklar İlhami Balı, Savaş Yıldız, Edremit Türe, Deniz Büyükçelebi, Yakup Selağzı, Kasım Dere, Nusret Yılmaz, Mustafa Delibaşlar, Walentina Slobodjanjuk, Muhammet Zana Alkan, Ömer Deniz Dündar, Cebrail Kaya, Ahmet Güneş, Kenan Kutval, Bayram Yıldız ve Hasan Hüseyin Uğur hakkındaki davaların ayrılmasını ve yargılama sırasında ölen sanık Mehmet Kadir Cabael hakkında açılan davanın ise düşürülmesini talep etti.

İddianamede, saldırı talimatının IŞİD yöneticisi ve Türkiye sorumlusu olarak tanımlanan İlhami Balı tarafından verildiği belirtildi.

İddianamede saldırıyla ilgili ayrıntıların ise IŞİD'in Gaziantep Emiri Yunus Durmaz tarafından planlandığı belirtildi. Ayrıca bazı malzemelerin de Gaziantep'ten sevk edildiği vurgulandı.

Durmaz, Mayıs 2016'da Gaziantep'te bir eve düzenlenen operasyon sırasında üzerindeki intihar yeleğini patlatarak öldü.

SANIKLAR HAKLARINDA SUÇLAMALARA NE DEDİ

Sanıklar, duruşmalarda yaptıkları savunmalarda haklarında iddiaları reddetti.

Talha Güneş, Şubat 2017'de yaptığı savunmasında mahkemenin adaleti sağlamayacağına inandığını söyledi.

Güneş, herhangi bir suça ortak olmadığını belirterek, IŞİD'le bağlantısı olduğu iddialarını da reddetti.

Güneş ile aynı evde yaklanan Abdülmubtalip Demir de IŞİD'le bağlantısı olmadığını belirtti. Demir, "Ben onların fikirlerini benimsemiş olsaydım burada değil, Suriye'de olurdum. Başına 600 bin lira ödül konulan bir adam olarak burada kalmazdım" dedi.

Demir'in savunması sırasında sarf ettiği bazı sözler mahkeme salonunda tansiyonun yükselmesine neden oldu.

Demir'in savunma hakkı sınırlarını aşarak, iddianame düzenleyen cumhuriyet savcısı, müştekiler ve müşteki avukatlarına yönelik hakaret ve tehdit içeren ifadeleri nedeniyle cumhuriyet başsavcılığına müzekkere yazılmasına karar verildi.

Diğer sanıklar da savunmalarında IŞİD ile bağlantılı olmadıkları ve saldırıyla bir ilgileri bulunmadığına dair ifade verdi.

OLAYLA İLGİLİ ORTAYA ATILAN İHMAL İDDİALARI NELER

Davanın Şubat 2017'de görülen duruşmalarında söz alan müştekiler, sanıkların yanı sıra ihmali olduğu gerekçesiyle kamu çalışanlarının da cezalandırılmasını istedi.

Saldırıda yaşamını yitiren Korkmaz Tedik'in babası Erdoğan Tedik, olay yerine ambulansların geç geldiğini ve gösteri alanına girişlerde güvenlik önemlerinin az olduğunu anlattı.

Tedik, "İlk kez bir eylem alanına bu kadar rahat girdik. Bir tek polis yoktu. İhmali olan Ankara valisi, Emniyet Müdürü, İçişleri Bakanı ve katillerden şikayetçiyim. Yakalanamayan 15 IŞİD'çi katilin de yakalanmasını istiyoruz" dedi.

Diğer kurban aileleri de gerekli önlemleri almayan kamu görevlilerinden şikayetçi olduklarını söyledi.

10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği de yaptığı açıklamalarda, kamusal görevlerini yerine getirmeyen kamu görevlileri de dahil olmak üzere tüm sorumluların yargılanması çağrısı yaptı.

Dernek, "O gün o alanda katliamcıların binlerce kilometreden gelmesine göz yuman, katliam anında gerekli sağlık desteğini sundurmayan, ambulans göndermeyen, gelen ambulansı bekleten, bir nefesin can kurtardığı yerde biber gazı sıkıp ilk yardım ve müdahaleyi engelleyen ve diğer tüm kamusal sorumluları bu katliamdaki ihmal ve kasıtları nedeniyle hesap vermelidir" dedi.

Ancak, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, kamu görevlileri hakkında yapılan suç duyurularını iki kez işleme koymama kararı aldı.

Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu da patlamanın meydana geldiği yerin miting alanı değil, miting alanına giden yol olduğu için Ankara Garı'nın önünde güvenlik kontrolü bulunmadığını söyledi.

Davutoğlu, "Herhangi bir eksiklik, zaaf söz konusuysa kesinlikle giderilmesi için gerekli tedbirleri alır, ihmal varsa gerekli adımları atarız" dedi.

Dönemin İçişleri bakanı Selami Altınok da herhangi bir güvenlik zaafiyeti olduğunu düşünmediğini ifade etti.