Ergin Yıldızoğlu’nun Sığınmacılar ve Göçmenler Üzerine başlıklı yazısı, konuya ilişkin yazı yazan çoğu aydın ve konuşmacının hatalarını tekrarlıyor. Bu yazıda arka arkaya doğrular sıralanmış ama aynı zamanda birçok yöne çekilecek veya yorumlanacak tespitlere de yer verilmiş. 

Yıldızoğlu, önemli bir tespit yapmış: “Bugün küresel çapta göç hareketlerinin arkasında, sömürgeci/emperyalist ülkelerin ekonomik, siyasi, askeri pratikleri var.” Bu doğru tespitin arkasından yine doğru saptamalar var: “Bu ülkelerin devletleri, bağımlı ülkelerde baskıcı rejimleri destekliyor, savaş çıkarıyor, ülkeleri işgal ederek yıkıyor, ekonomileri finansal araçlarla çökertebiliyor. Kuraklık ve açlık krizlerini tetikleyen küresel ısınmanın arkasında da bu ülkelerdeki kapitalizmin tarihi var.”  Fakat devamında anlaşılmayan fikirler ileri sürülmüş. Belki kendisinin çok iyi anladığı ama biz okuyucuların kafasını karıştıran tespitler bunlar. Devamındaki cümle de şöyle: 

“Öyleyse, sömürgeci ve emperyalist ülkelerin devletlerinin tarih boyunca talan ettikleri kaynaklarla yarattıkları refahı, talan edilen, yıkılan ülkelerden gelmeye başlayan göçmen ve sığınmacılarla paylaşmalarının, artık adalete ilişkin bir sorun olduğu söylenebilir.”  

Bu cümleyle çıkan sonucun yani ‘adalete ilişkin bir sorun’un konumuzla ilgisi kurulmuş değil.   

Bu kafa karışıklığı, göç politikalarına karşı alınacak tavır konusunda da devam etmiş. Örneğin hemen girişte şunu demiş: “Dün siyasal İslamın kurmakta olduğu rejime yönelik eleştirileri “darbeci” suçlamalarıyla susturmaya çalışanlar da bugün yine sahnedeler. Bu kez sığınmacılar olgusunun getirdiği sorunların tartışılmasını, “ırkçı” suçlamalarıyla sabote etmeye çalışıyorlar.” 

Üstü kapalı olan bu tespiti açarsak, Yıldızoğlu şunu demek istiyor. ‘Yetmez ama evet’ci aydınlar, Yıldızoğlu’nun dediği gibi gerçekten de gericilerin hareketine karşı çıkanları genel olarak ‘darbeci’ olarak suçluyorlardı( Fakat devrimcilerin karşı çıkışlarının bu yazıda herhangi bir anımsanması yok!). Ama bu suçlamanın o kadar da boş olmadığını kendi gözlemlerimizle gördük, biliyoruz. Fakat burada söz konusu olan, tam bir kayıkçı kavgası veya daha doğru bir deyimle devletin iki ayrı fraksiyonundan birinin temsilcisi ‘yetmez ama evet’cilerle, diğerinin temsilcileri ulusalcı-şovenistlerin karşılıklı atışmalarının varlığıdır. En çarpıcı tespiti de: eski  ‘yetmez ama evet’cilerin ‘sığınmacılar’ konusunu tartışanları, ‘ırkçı’ diyerek susturmaya çalıştıklarını belirterek göçmenlerle ilişki kurmuş yazarımız. 

Konuyu ele alış nerden baksak eksik ve yanlış! Eksik çünkü tartışma sadece bu taraflar arasında olmuyor. Konuyu CHP, İYİ Parti ve diğer muhalif partilerde, çok da şoven veya ırkçı olan bir noktadan tartışmıyorlar. Ayrıca diğer tarafta devrimciler var ve tartışıyorlar! Belki milyonlara ulaşamıyorlar ama önemli tartışmalar oluyor. Yazıdaki yanlışlık ise şurada: tartışma sınıfsal ve sosyo-ekonomik bağlamı içinde ele alınmıyor veya burada olduğu gibi doğru bir tespit ile yetiniliyor.  

Ayrıca Yıldızoğlu, utangaç ve tereddütlü bir şekilde kendini ‘ırkçılar’ olarak suçlananların yanında konumlandırıp, göçmenlerden bir iç savaş ordusu kurulma olasılığından bahsederek hepimizi korkutma yoluna girmiş gözüküyor.  Biz ne diyoruz bir bakalım. 

GÖÇMENLERE İLİŞKİN POLİTİKAMIZ NE OLMALIDIR?       

Konunun özü bence aşağıdaki ayrımı yapabilmekte yatıyor: 

Göçmenlik veya mültecilik, insanların isteği dışında gerçekleşen nesnel bir olaydır. Bunun anlamı; insanların iradesi ve istemi dışında gerçekleşen her olay gibi mültecilik olgusunda da olayı yaratan özneyi ve edilgen olan nesneyi bularak işe başlamalıyız. Bunun anlamı; olayın nesnesi olan insanlar eleştiri(veya övgü) konusu yapılmaz, onları sorumlu kılan yorumlardan kaçınarak, bu olumsuz olayı yaratan özneye karşı tüm öfkemizi kusmalıyız. İnsanlar ancak bilinçli ve isteyerek yaptıklarından dolayı sorumlu kılınırlar. Bu basit ayrımın farkına varmazsak sonuçta halkın sıradan tepkileriyle aynı noktada bulabiliriz kendimizi. Bu basit dediğim ayrımı birkaç örnekle açıklamak isterim. 

Birinci örnek;  

Burjuva hukuku bile bilinçli ve önceden planlanmış eylemler ile kendiliğinden gelişen olaylar ayrımına giderek örneğin iki cinayete farklı yaklaşmaktadır. ‘Taammümden adam öldürmek’ dediği planlı cinayete idam verirken, durup dururken ortaya çıkmış, işlenen cinayete ‘hafifletici sebepler var’ diyerek beraat bile vermektedir. Tabi konumuz bununla tek başına anlatılamaz. Bu örnek sadece öznel ile nesnel arasında temelde bir farklılık olduğunun hatırlatmasıdır sadece.  

İkinci örnek; 

Eğer nesnel durumu ele alır ve bu olayda doğrudan bir katkısı olmayan yani işin nesnesi olan kişilere yönelik ajitasyon ve tepki geliştirirsek, sorunları çözemez ve sorunun kaynağına inme şansımızı kaybederiz. Sıradanlaşmak demek de budur zaten! Örneğin bir çocuk(kız veya erkek) babasını öldürmüş olsun. Eğer olayı araştırmaz ve nedenlerini incelemezsek(olayın saklandığını düşünelim) doğal olarak genel anlamda çocuğu yargılayacak bir sonuca gideriz. Bu araştırma yapmadığımız yani ön yargıyla değerlendirdiğimiz olayda çocuğu özne olarak ele alıp eleştiri yapmış olduk. Fakat konuyu araştırdığımızda gördük ki çocuk babasını öldürmekte tamamen haklı. Çünkü çocuğun tüm itirazlarına rağmen kendisine tecavüz eden babayı öldürmekten başka bir yol bulamayan çocuk, bu gerçeği öğrendiğimiz andan itibaren özne olmaktan çıkar ve olayın bir nesnesi haline gelir. Dolayısıyla eleştirimiz ve öfkemiz tamamen bu nesnel olayın yaratıcısı yani özne olan babaya yönelir. Eğer sosyalist isek; onun bu sapık davranışına imkân veren koşulları sorgulayarak sistemin eleştirisine yani bu sistemi yaratan egemenlerin eleştirisine yönelmemiz de bu sürecin kaçınılmaz devamıdır. Ki buda bizim devrimci görevimizi açıklar. 

Bu iki örnekten de gördüğümüz gibi mülteciler göç olayının nesneleridir. Devrimciler yukarıda bahsettiğim basit ayrımı yaparak olayı yaratan öznelere yöneldiklerinde karşılarında emperyalistleri ve onların piyonlarını görürler. Çünkü göçler esas olarak (4) dört nedenle ortaya çıkmaktadır.  

  • Ekonomik kriz veya kuraklık sonucu ortaya çıkan maddi yıkım, 
  • Çıkartılan savaşlar, 
  • Etnik-düşünsel-inançsal ve politik baskılar, 
  • Doğal büyük afetler, 

Bu dört nedeni de yaratanlar dünyayı yöneten emperyalist-kapitalistlerdir. Dolayısıyla göç olayında bunları yaratanları hedefe alan ajit-prop’lar yapmalıyız. Görüyoruz ki göçmenlere yönelik ajitasyon yapanlar iki kategoride toplanıyor: Birincisi, ekonomik sıkıntı içinde olan halkın, bu sıkıntısının nedenini araştırmayıp veya araştırmış da olsa korktuğu için iktidarlara ses çıkartamayarak, tüm öfkesini bunun nedeni olarak gördüğü( göstermek istediği) göçmenlere yöneltmesi olarak açıklayabilirim. İkinciler ise, daha çok siyasi ön yargılarla hareket edenlerden oluşuyor. Eğer göçmenler gerici veya iktidar tarafından kullanışlı halde iseler ülkenin veya toplumun yapısını bozacağı nedeniyle konuya yaklaşıyorlar. Peki, bu gerici veya kullanışlı göçmenler neden ülkelerini terk edip tanımadıkları bir başka ülkeye gitmişler ki? Eğer bilinçli olarak yani isteyerek ve kendi iradeleriyle planlayarak gelmişlerse onları eleştirebiliriz. Yok, bu olay bir başkalarının planları sonucu gerçekleşmişse yani göçmen dediklerimiz birer nesne ise, onlara hiçbir şekilde yönelemeyiz. Yönelmemiz gerekenler onları kullananlar ve gerici yanlarını geliştirenlerdir. Peki, bunu yapmazsak ne olur? Olacağı şu: bu kurbanları eleştiri konusu yaparsak( bu ara denge için muktedirleri de eleştiri sepetine alsak dahi) birileri size ırkçı veya Şovenist diyecektir. Bundan kurtulamazsınız. 

Çoğu arkadaş şunu soruyor: ‘ iyi güzel de bu adamlar iç savaş için örgütleniyorlar. Seyirci mi kalalım?’ Tabi ki kalmayalım. Bunu yaratanlara tüm öfkemizi ve oklarımızı yöneltelim. Çünkü sonuca ancak özne olanlara yönelirsek gidebiliriz! Göçmenler bu tür olaylarda sadece kurban yani nesnelerdir. Onlara yönelerek bindiğimiz dalı keser ve esas tehlikeyi perdelemiş olur ve hiçbir sonuca ulaşamayız. Tıpkı işçi sınıfı ve milyonlarca emekçinin gericileşme sürecine sokulduklarında, onları karşımıza almayıp( aksine gerici olsalar da onlardan kopmayarak) sadece bu politikalara ve bunu yaratan güçlere karşı çıkacağımız gibi göçmenlere karşı da aynı yaklaşımı sergilemeliyiz. 

Özetle  

  • ‘iç savaş hazırlığı yapılıyor’ diyerek göçmenleri değil muktedirlerin hedefe koyulmasını, 
  • Göçmenleri hedef tahtasına koyduğumuzda bize ‘ırkçı’ vb. suçlamalar yapılacağının bilinmesini, 
  • Nesnel olanı araştırıp onu yaratan öznel olanı bularak ona yönelmenin yapılmasını, 
  • Yukarıdaki yönelmeler ışığında ajit-prop ve örgütlenme yapmak için kitleler arasında veya sosyal medya alanında çalışmaları 
  • Vb. adımları 

Ele alan bir çalışma yaptığımızda göreceğiz ki, bugün ekonomik ve siyasi alanda Şoven anlayışların etkisindeki milyonları peşine takmış gidenleri, iktidarın yıkılması hedefi etrafında hızla bir araya getirdiğimizi yaşayarak göreceğizdir.