Sermayenin uluslararası hareketinin ülke ekonomilerini emperyalist zincirinin halkaları haline getirdiği tekelci aşamada, Ulusal Kültür sorununun daha dikkatli irdelenmesi zorunluğu doğmuştur. Kapitalizm koşullarında Ulusal kültür öncelikle ve esas olarak egemen sınıfın – burjuvazi – kültürüdür.  Egemen burjuvazinin kültürü –uluslararası gelişmelerin her gün kanıtladığı gibi-, imha, ayrılmama, umursamazlık, bencilik, bireycilik halkları boyunduruğa alma ve onların varlığından söz ettirmeme gibi gerici değerleri içinde barındırır.

Globalleşen dünyada Avrupa'da göçmenlerin kültürel varlığından ve hâkim ulus kültürüne katkısından hiç bir zaman söz edilmez. Onların kültürleri ile alay edildiği gibi o kültürün varlığı görmemezlikten gelinir. Egemen ulus temsilcileri, Avrupa'da yaşayan göçmenlerin kültürel gelişmesinin önüne engel koyup, baskıcı, dayatmacı yöntemlerle kendi kültürleri ile onlar arasına duvar örtmeye ve kültürler arası diyalog ve dayanışma, gönüllü kültür alış verişi yerine, üsten aşağı kendi egemen kültürlerini empoze etmeye çalışırlar. Özetle; göçmen kültürünün Avrupa'da serbestçe gelişmesinin önüne engeller koyarak, ayrı ve yöresel olan yönlerini aşağılayıcı, horlayıcı bir yöntem ve metotla hareket ederler.

Böylece ulusal uyum anlayışı altında da göçmen kültürünü kendi kültürleri ile asimile etme yolunu denerler. Dolayısıyla göçmenlere ulusal  kültürü kabul ettiremeyeceklerini anlayınca, onları, yaşadığı ülkelerde yöresel ve folklorik kültüre sıkı sıkıya sarılmak zorunda  bırakıyorlar. Her ulusun kendine has üst yapıda bir ulusal  kültür yapısı ve değerleri olduğu gibi, bunun yanısıra yöresel Melodramatik ve folklorik kültürler de iç içe bir arada yaşıyor. Kültürler her döneme ve her çağlarda değişime uğrayarak  özeliklerini değişik biçimde sürdürürler. Kültürel değişiklik, her zaman ulusların özel malları olmaktan çıkacağı dönemlerde önüne yeni engeller ve bariyerler konularak ona yeniden  sahip çıkılır.

Ulusal kültür, her ulusun değişik kültürlerini iç içe yaşatabildiği bir gerçekliktir. Ulusal kültürlerin yanısıra birde o ülkede yaşayan azınlıkların kültürleri de, o ülkelerde, şu ve bu şekilde, baskı altında dahi olsalar, kendi varlıklarını sürdürmek için çaba gösterirler.

Almanya'da yaşayan göçmen azınlıklar, son yıllarda kendi ulusal kültürlerinin, Avrupa ülkelerinde, değişik nedenlerle rekabet görmediği ve horlandığı bir süreçten geçtiğini görebiliyorlar. Göçmenler de böylece ulusal kültürden bir kopuşla, yöresel kültüre sarılıp  yöresel derneklerini kurarak yöresel  kültürlerini Avrupa da tanıtma yoluna girdiler. Örnek verecek olursak, Elâzığ, Malatya, Balıkesir, Çorum  gibi şehirlerin, yöresel kültürlerini Avrupa'da yaşatacağız diye kolları sıvadılar. Bunun globalleşen dünyada ve Avrupa ülkelerinde hiç kabul görmeyeceği halde, başka seçeneklerinin olmadığı için günlük yaşamlarını, gelmiş oldukları yöresel kültür ile sürdürmeye çalıştılar. Bu nesillerin yok oluşuyla bu çabaları da birden bire yok oldu.

Diğer yandan ezilen ve horlanan bir kesimde, Melodramatik  folklor kültürün, Avrupa'da tanınmadığını düşünerek, tanıtalım ve Folklorumuzu yaşatalım çabası içine girmiş bulunuyorlar. Avrupa kültürleri de bu tip kültürel süreçleri yaşamış. Almanlar zamanla bulundukları ülkelerde, örneğin Rusya da, folklor derneklerini kurarak oralara da bu kültürü tanıtmaya çalışmışlardır. Bu kültürel ögeler, Almanya da yok olurken dışarıda da bir süre, hiç rekabet görmediği için varlıklarını koruyabilmiş sonra da yok olmuşlardır.

Aynı şekilde Almanya’ya gelen Türkiyeli göçmenler, köy, yöresel ve folklor denekleri kurararak, kendi ulusal kültürleri yerine yöresel, Melodramatik ve folklor kültürünü tanıtmaya özen göstermişseler de, bunların değişik kültürel ögelerine rağmen varlık göstermesini sağlayamadılar.

 Göçmenler, globalleşen dünyada ve Avrupa'da bu kültürlerin hiç bir zaman rekabet görmeyeceğini düşünemiyorlar. Tüm azınlıklar,  yaşamış oldukları yerlerde yöresel ve Folklorik kültürleri ile yaşamayı sürdürme çabası ile baş başa kalıyorlar.   

Avrupa'da yaşayan ve Türkiye'den gelen göçmenler, Avrupalıların kendilerini tanımadıkları ve yahut kendilerini onlara yeteri kadar  tanıtamadıklarını lanse ederler. Almanya’nın, Türkiye'nin AB tam üyeliği konusunda Türk ulusal kültürüne karşı büyük bir kampanya yürüttüğünü göremiyorlar. Türkiye nin Avrupalı olmadığı ve Avrupa  kültürlerine ayak uyduramadığını söylüyorlar. Türk ulusal kültürünün farklı yönlerini küçük düşürmek ve aşağılamak için ellerinden gelen her Bizans oyununa baş vuruyorlar.

Türkiye'den gelen göçmen azınlıkta, ulusal kültürlerinin kabul görmemesi karşısında yöresel Melodramatik ve Folklar kültürlerine sıkı sıkıya sarılıyorlar. Böylece kimlik krizi yaşamamak için kendilerini bu kültürel özeliklerin koruduğuna inanıyorlar. Türkiye’den gelen bir kısım göçmenler de, ‘İslam’ı Avrupalılar tanımıyorlar’ diyerek ‘İslam’ı Avrupalılara tanıtılalım’ kampanyası içine yani ulusallık yerine ılımlı dini bir azınlık oluşturma çabası içine giriyorlar. İslam dinini benimseyen bir takım Almanları her dönemde örnek olarak gösterip diğer Almanlara karşı lanse etmeye çalışıyorlar.

Diğer taraftan da bazı çevreler ve hakim ulus politikacıları da, İslam’ı öcü olarak göstererek onlara baskı yapmak için topun ağzına sürüyorlar.

İslamcı çevrelerde, kendilerini ulusal kültürleriyle kabullendiremedikleri için Avrupa da çeşitli ülkelerden gelmiş Müslümanların Birliği ile müslüman bir azınlık yaratma çabası içine giriyorlar. Bu ulusların kültürel farklılıkları ile her ne kadar müslüman olsalar da aralarında kültürel çeşitlilik  yok olmuyor.

Alman hükümetinin, ulusal uyum planı ve Alman öncü kültürü adı altında göçmenlere yukarıdan aşağı egemen ulus kültürünün empoze edilişine, bir takım göçmen azınlıkta buna, haklı olarak direniyor.

Almanya da CDU –CSU gibi gerici partiler, hala ulusalcılık adı altında göçmenleri asimile etmek için uğraşıp ve onları devamlı karşılarına alıyorlar. Diğer taraftan, AfD gibi sağcı milliyetçi, ırkçı faşist ideolojide ki Parti de, göçmenleri ülkedeki her türlü olumsuzluğun suçlusuymuş gibi gösteriyorlar. Bu durum karsısında göçmen azınlık, Alman kültürüne karşı tepkici bir tutum içine giriyor. Almanya dan ve  Alman ulusalcılığı yapan gerici çevrelerden yeni nesil göçmen azınlık nefret etmeye başlıyor. Bu nefret duygusu ile yasayan  burada doğmuş  ve bu toplumun ayrılmaz bir parçası olan göçmenler, bu türden Alman kültürüne karşı ön yargılı bir şekilde tavır alma konusunda cesaretleniyorlar. Yaşamış oldukları bu kültür, kendilerini horlayıp ezdiği için yeni bir arayış içine giriyorlar.

Doğru olanı ise, göçmenler ile Alman halkının  barış içinde bir arada yaşayacağı ve bir birlerinin kültürlerini tanıyıp gönüllü kültür alışverişinde bulunacağı bir kalıcı anlayışı üretmektir.  

Tüm kültürlerin günümüzde geçerliliğini ve pozitif yanlarını alarak negatif yönleri ile mücadele ederek dünyaca geçerli olan yeni kültürel ögeler yaratılmalıdır.

Bu sentez yakalanıp ve hayata geçmediği sürece kültürler arası diyalog ve gönüllü kültür alışverişi hiç bir zaman mümkün olmayacaktır.