15 Temmuz darbe girişimine karşı yapılan darbeyle ilgili çok yazı yazdım, çok da program yaptım. 15 Temmuzla ilgili çok konuşulan kişiler ve olaylar üzerinde çok durdum, ilgiyle okuyup, izleyenler de oldu, çok kızanlar da. İlk günden itibaren darbe girişiminin Gülenciler tarafından başlatılmadığını ama onların da dahil olduğunu yazdım ama ikinci bölüm hep es geçildi ve bana da Gülenci diye saldıranlar oldu.

Bundan önceki darbeler için de “Türkiye’de herkesin kendisine göre darbesi var, bütün darbelere karşı çıkan sayısı az” diye yazdım. Bütün darbeleri yaşayan bir nesil olarak bizler 1 başbakan ve 2 bakanın idam edildiği günü bayram havasında, okul tatiliyle yaşayarak büyüdük. Sonrasında kıstas yapılarak 3 gencin asıldığı 12 Mart Darbesi’ni bayram gibi kutlayanlar ve buna sadece “darbe değil, muhtıra” diyenlerin iktidarında 12 Eylül darbesine kadar açık faşizmin oluşturulmasını izledik ve ona karşı mücadele ettik ama sıra bizim kuşağa gelmişti, asılıp, öldürtülmeye başlandık.

Bütün partiler faşizmle bir anlamda bütünleşmişti esasında, hepsinde darbe yapan birilerini milletvekili yada senatör olarak gördük. Bırakın geçmişi, son 1 ayda o dönemin işkence tezgahlarından geçen 5 arkadaşımı kaybettim. Türkiye’de ölüm yaşı bütün dünyada olduğu gibi yükselirken biz 78’liler bu yükselişi aşağı çekmeyi başarıyoruz maalesef.

15 Temmuz için karşı tarafdan en çok Gülen, Adil Öksüz ve Zekeriya Öz konuşuldu, daha doğrusu 3 sivil darbenin düzenleyicisi oldu. Bu sistem bilerek mi, askeriyeyle bir anlaşma sonucu mu yapılıyor, bilemem ama TV’lerde hâlâ darbe konuşulurken bu üçlüyü ön plana çıkartıyorlar.

Başından itibaren dönemin genelkurmay başkanı, kara kuvvetleri komutanı ve MİT müsteşarının işin içinde olduğunu yazdım ve anlattım ve NATO darbesi olduğunu söyledim ama fazla insanı ikna edemedim sanıyorum. Çünkü bu darbe çok açık bir NATO-Avrasya çatışmasıydı, Gülenci subaylar bir tarafta yer almak zorundaydılar ve NATO’cularla beraber tavır aldılar. Esasında Ergenekon davaları bunun başlangıcıdır ve başlatan da Erdoğan’dır.

15 Temmuz gecesi Ali Kalyoncu diye bir tuğgeneral var, ilk günlerde basında ciddi bir şekilde yer alıyor ama nedense sonrasında unutulmaya bırakılıyor. Kalyoncu ilk ihraç edilen komutanlardan birisi ama nedense hakkında tutuklama kararı çıkartılmıyor yada es geçiliyor. Sonrasında bir savcı Kalyoncu için yakalama kararı çıkartıyor, bisüre sonra sürgün ediliyor ama yetmiyor, daha sonra KHK ile atılıyor, hem de tutuklanıyor.

Kalyoncu sıkışınca işler değişiyor ve aradan aylar geçtikten sonra yurt dışına çıkartılıyor. Çıkartılıyor diyorum, çünkü Kalyoncu Edirne sınırına makam arabasıyla getiriliyor. Burası benim tahminim, büyük olasılıkla Kalyoncu sıkışınca Hulusi Akar’ı arıyor ve konuşacağını, açıklama yapacağını söylüyor. Kalyoncu önce Yunanistan’a gidiyor, oradan da Almanya’ya. Ancak bugüne dek Almanya’da hiç sesi çıkmadı.

Kalyoncu büyük olasılıkla Alman istihbaratının gözetiminde. Benim bildiğim, onun konumunda 2 kişi daha var, biri dışişlerinin en yüksek bürokratlarından birisi, diğeri de önemli müsteşarlardan birisi. Bu 2 kişinin adı bana verilmedi, nedenlerini bir gün açıklarım.

Şimdi gelelim Kalyoncu’nun terörist ve darbeciyken Türkiye’de olduğunu ve bu kişilerle nasıl haberleştiğini nasıl bulduğuma. Bu yazıyı çok uzatmamak için size şimdilik sadece HTS kayıtlarını vereceğim, kim kimi ne zaman aramış, sadece Ali Kalyoncu mu malum kişileri aramış, şimdilik bunlara bakın, bunlarla ilgili yorumlarımı sonraki yazımda yazacağım.