“Neynik dostê min ê herî başe.”[1]             

                                                          

‘Euro 2016’ ile bir kere daha gündem maddesi olan futbol meselesine dair diyeceklerime; “Entelektüellerin ya da kendini entelektüel zannedenlerin içinde yer alan bir kesim futbola iğrenç bir şeymiş gibi bakma geleneğine sahip,”[2] türünden ucuzlukları dikkate almadığımın altını çizerek başlamalıyım.[3]

Bu tür bir tutum; futbol meselesindeki gerekli tartışmaların önünü kesmeye yöneliktir. Bu bir…

İkincisi, hiç kimse futbola bu satırların sahibi gibi bakmak zorunda değildir…

Yabancılaş(tır)manın her çeşidine kaşı olan bir sosyalist olarak belirteyim: “Dinde tanrı, politikada devlet, ekonomide mülkiyet; işte, kendine yabancılaşmış insanlığın kendi elleriyle teslim olduğu ve günümüzde artık reddetmesi gereken üçlü biçim budur,” diyen Pierre-Joseph Proudhon’un saptamasına büyük değer atfederim.

Bu bağlamda da yabancılaş(tır)maya mündemiç her şeyi reddettiğimin altını özenle çiziyorum.

‘Hayır’, “Futbol, artan bir hızla yeni bir paganizm ve barbarlaşma biçimine dönüştü,”[4] diyenlerden de değilim.

Johan Huizinga’nın insanı, ‘Homo ludens’ (oynayan/oyuncu insan) olarak tanımlamasını “es” geçmeyen birisi olarak futbola (ne de spora) düşman falan da değilim. Ancak futbolun (ve sporun) sınıflı sömürücü yapılardaki gerçeğini[5] de sonuna dek tartışıp, yerli yerine oturtmaktan yanayım.

Unutulmasın: “Sayın cumhurbaşkanımızdan… ‘Spor’ için, ‘Kültür’ için liderlik talebinde bulunuyorum. Bence insan böyle böyle ‘Fiili Başkan’ olur,”[6] yavelerinin dillendirildiği coğrafyamızda futbol endüstrisi 5 milyar dolar; dünyada 1.6 trilyon dolar hacmindedir...

Dünyada performans sporları, 500 milyar dolarlık bir ekonomidir.

Buna “bating” yani bahis ekonomisini, tekstili, maç seyrederken yenilen, içilenleri de eklerseniz, 1.6 trilyon dolarlık muazzam bir ekonomi çıkar karşınıza…

Dünyada sağlık ekonomisinin 1.1 trilyon dolar olduğunu düşünürseniz, sporun sadece spor olmadığını siz de anlarsınız…

Ya Türkiye’de...

Sadece futbolun yayın hakları 500 milyon dolar…

Türkiye Süper Ligi’nin değeri 950 milyon Euro’dur; bu İngiliz Premier Ligi’nin dörtte biri, Alman Bundesliga’sının yarısı değerinde bir hacimdir…

Türkiye’de resmi ve gayri resmi bahis ekonomisi için 1 milyar ile 2 milyar dolar arasında rakam veriliyor. Tekstili, yiyecek içeceği eklerseniz, 5 milyar dolarlık bir ekonomi bu…[7]

Şimdi sorma zamanı: Futbolu gerçekleriyle (ve bağıntılarıyla) tartışacak mıyız, tartışmayacak mıyız?[8]

FUTBOL’UN “NE”LİĞİNE KENAR NOTLARI

“Futbol dışında gelişen her şeyin, bir gün futbola da bulaştı”ğı[9] koordinatlarda, Bill Shankly’in, “Futbolda birinciysen birincisindir, ikinciysen hiçbir şey,” saptamasının altını çizerek ekleyeyim: Graeme Souness’in, “Hayat hakkında bilmeniz gereken her şey ‘Baba’ filminde vardır; futbol hakkında bilmeniz gerekenler ise bir derbide saklıdır,” tespitini kesinlikle paylaşmam…

Umberto Eco, bir gösteri olarak futbol ile dini aynı kefeye koyar. Ona göre futbol taraftarlığı ile bir dine aidiyet benzerlikler taşır.

Eco futbol ile din arasındaki benzerliği aidiyet ve sorgusuz iman(dogmatizm) bağlamında ele alarak, “Taraftarlık ve imanın yan yana kullanılması anlamlıdır; çünkü yenmek ve yenilmek kavramlarının iç içe olduğu bir oyunda taraftarların bağlılığını sürdürmesi için tam bir imana gereksinimi vardır. Bu iman sayesinde hem kendine sığınacak bir alan bulur; ki bu alanda yalnız olmayacak hem güçlü bir kulübün çatısı altında hem de kendisiyle aynı emeli paylaşan grupla bir arada olacaktır,” der.

Eco’ya katılmamak elde değil. Futbol taraftarlığı insanları yığınlar arasında yalnız kalmaktan kurtarıyor. Aynı amaç uğruna toplanmış farklı görüşten ve yaşam tarzından oluşan insanları gündelik sıkıntılardan kurtaran bir olgu konumunda futbol. Futbol maçının seyredildiği o kısıtlı sürede birbirlerini hiç görmemiş insanların samimiyeti aynı amaç uğruna bir camide ya da bir kilisede rastlaşan insanların samimiyetine çok benzer. Kendini o stada ya da o ibadet yerine ait hissetme aynı amaç için yapılan aktivite ve yapılan davranışlara sorgusuz sualsiz iman, dindar olmayı ve bir takımın taraftarı olmayı birbirine benzeştiren yanlar.

Bir diğer benzerlik noktası da bu aidiyet ve imanı aşırılığa götürme bağlamında ele alınabilir. Futbol taraftarlığı hat safhaya ulaştığında diğer kulüp taraftarlarının düşman olarak addedilmesini sağlar; ki bu da hastalıklı bir ruhtur ve fanatizmi doğurur.[10]

Çünkü “Bir erkek sporu; maço kültürünün yoğunlaştığı spor dallarından biri”[11] olarak futboldaki fanatizmin varlığıyla erkekliğin iç içe geçtiğine ilişkin birçok örnek bunun şiddetle birlikte var olduğunu vurgular.

Çünkü şiddetin meşrulaştırıldığı, rekabetçi ve agresif özellikleriyle futbol oyununda, rakip takım ve taraftara karşı, erkeklik göstereni olan “güçlü olma”, “üstün olma” durumu söz konusudur.

Futbol gösterisinde “bizlik” duygusu sağlamanın en kolay yolu, erkeğin ve takımın “ötekisi olan, zayıf olan, aşağıda olan” rakibe ya da hakeme karşı öfke, nefret ve hiddetle saldırmasıdır. Bu saldırı, söylemle gerçekleştiği gibi ciddi fiziksel boyutlarda da eyleme dökülmektedir.

Erkekliğin ve eril şiddet kültürünün en çok görünür olduğu alanlardan biri olan futbolda, taraftar grupları için sonucu sadece sahada oynanan maçın skoru tayin etmez. Müsabaka öncesinde, sırasında, sonrasında veya karşılaşılan tüm mekânlarda, rakip olarak algılanan ve öteki olan, kendi cemaatlerinden olmayanlarla, saha dışında başka bir “düello” üzerinden, kavga ederek, çatışarak, yaralayıcı ve öldürücü tüm araçları (bıçak, silah vb.) kullanarak maçın “galibi” olmak için karşı karşıya gelmektedirler.

Futbolda şiddetin devamlılığı futbol alanının endüstrileşmesiyle de yakından ilişkilidir. Futbol sporunun kapitalist tekelleşmesi kulüplerin bu rekabetçi çerçeve üzerinden oluşturduğu olumsuz ilişkiler, kulübün bir kurum olarak yaklaşımına, yöneticilerinin söylemine yansımaktadır.[12]

Özetle Futbolun bir ulusal boyutu vardır. Yanı sıra, başka yollarla itibar, para ve tanınırlık kazanmanın zor olduğu toplumlarda veya sosyal sınıflarda futbol (kitle sporları) kimi yetenekli gençler için yükseliş aracıdır. O nedenle sınıfsal bir yönü vardır. Bir de kitlesel bir mobilizasyon (hareketlilik), taraftarlık, boy ölçüşme ve kısa sürede sağlanan tatmin sayesinde futbolun, rejimden/yönetimden memnuniyetsizliğini dışa vurabilecek toplumsal grupları meşgul ve memnun etmek için otoriter devletlerce bir kontrol aracı olarak kullanıldığı iddia edilir.

Portekiz’i 36 yıl demir yumrukla yönetmiş olan diktatör Antonio de Oliveira Salazar (1888-1970) halkı meşgul etmek için fado (türkü), fiesta (şölen) ve futboldan çok yararlandığını söylemiştir.

Konu milli takım olunca birey milletle; millet de devletle bütünleşir. Başka her şey önemsiz hâle gelir. Bir süre için bireysel varlığımız, takımımıza adanmış olur.

Egemen ile tabi; zengin ile yoksul; alt sınıf ile üst sınıf; kültürel farkları başka zamanda karşıt olanlar milli takımla bir ve tek olurlar.

Bir bakıma futbol, milli düzeyde, geçici de olsa birlik ve dayanışma aracıdır. Kitleler, içe yöneltecekleri öfkelerini rakibe yönelterek rahatlarlar.

Dünya şampiyonası, milletlerin/ulusların boy ölçüşme alanıdır. Şampiyonalarda milletler, diğerleriyle barışçı biçimde ve kurallar çerçevesinde karşılaşırlar. Uluslar toplu/öz bilinçlerini yenilerken, diğerlerine ne oranda üstün olduklarını da sergilerler.

Özetle, dünya şampiyonası barışçı bir dünya savaşıdır. Aktörler uluslardır. Bu mücadeleye katılabilecek takımlar ancak ulusal olanlardır. Yani bu şampiyona uluslar ve ulusal devletler arasında gerçekleşmektedir; politik bir karakter taşımaktadır. Uluslar, takımları aracılığıyla siyasal bir rekabete girmekte ve başarılıdan başarısıza doğru bir üstünlük sıralaması oluşmaktadır.

Uluslar artık nadiren savaş alanında karşılaşıyorlar. Ama ekonomik, teknolojik, bilimsel, sanatsal, kültürel ve spor alanlarında sürekli boy ölçüşüyorlar. Ulusçuluk bilinci bu alanlardaki rekabet sayesinde tazeleniyor. Egemenlik bu alanlarda sağlanan üstünlükle kuruluyor.[13]

MİLLİYETÇİLİK İLLETİ!

Sadece bu kadar da değil![14]

Bilindiği üzere futbol, “biz” ile “ötekiler”i karşı karşıya getirerek zamanımızın en derin simgesel matrislerinden birisi olmuştur. Çünkü “biz”/ “öteki” imgesi üzerine kurulan futbolda, taraftarlık-kimlik ilişkisinin yanı sıra taraftar zihniyetinin oluşmasında etkili olan faktörler; “biz”den “öteki”ye uzanan çizgide milliyetçiliği besler.

Milliyetçi söylemin (yeniden) üretildiği ve millî kimliğin söylemsel olarak (yeniden) kurulduğu hegemonik-toplumsal pratiklerin alanını oluşturan popüler-kültürel bir form olarak futbol, “biz” ve “onlar” ikileminde somutlanır.

Bu da, milleti, söylemsel olarak oluşturulan milliyetçiliğin “hayali topluluğu”yla doğrudan ilintilidir. Milli kimlik, belirli ortak anlam, kod, simge, ritüel, mit vb. temelinde kurulan bir eşitlik (“biz”) ve farklılık (“ötekiler”) ilişkisinin ürünüyken; bir ideolojik söylem olarak milliyetçilik, “rakip”, “düşman”, “ezen”, “tâbi” vb. olarak “onlar”a karşı antagonistik bir tarzda eklemlenmesini temsil eder.

Genelde popüler spor kültürü ve özelde de popüler futbol kültürü, millî kimliklerin (yeniden) kuruluşuna çeşitli biçimlerde katkıda bulunurken; futbolda ortaya çıkan ırkçı-milliyetçi şiddetin ilk boyutunda, ötekileştirme yatar.

Bu durumda denilebilir ki futbol alanında elde edilen başarıların açık ve kesin olması milli maçların önemini arttırmıştır. Popüler futbol kültürü, milliyetçi söylemin (yeniden) üretildiği ve milli kimliğin söylemsel olarak (yeniden) kurulduğu hegemonik toplumsal pratiklerin bir alanını oluşturmaktadır.[15]

İşte bu yüzdendir ki Kuper’in de belirtmiş olduğu gibi bir ülkenin futbol takımı, ulusun ta kendisidir. Türkiye milli futbol takımının ya da kulüp takımlarının Avrupa kupasında oynamış olduğu maçlarda “Türkiye Santradadır”, “60 Milyon Kalp Milli Takım İçin Atmaktadır,” çığlıkları bundandır.

Futbol üzerinden milliyetçiliğin yükseldiğini -defalarca!- doğrulayan sosyal pratik yanında; futbolun bir “savaş modellemesi” olduğu da unutulmadan; “Rusya Başkanı Vladimir Putin, İngiltere’yle oynayacakları Euro 2016 maçı öncesi İngiltere açıklarına bir saldırı denizaltısı gönderdi,” haberleri medyaya düşünce; spor, siyaset, milliyetçilik ve uluslararası ilişkilerin futboldan ayrı düşünülmediğini bir kez daha anlamış olduk.

Rus taraftarlar ile İngiliz taraftarların sokak çatışmaları, Fransa’nın kimi Rus taraftarları sınır dışı etmesi, Rusya’nın ve Fransız büyükelçilerinin ülkelerin dışişlerine çağırılması aslında yukarıda bahsettiğimiz tezin önemini ortaya koyuyordu.

Futbol ve siyaset sarmalında öyle bir yaşanmışlık daha vardı ki; “Yok artık” dedirtecek düzeydeydi!

İki komşu ülke El Salvador ve Honduras arasındaki üçüncü maç sonrası çıkan ve 100 saat süren bir savaş!

Dünya literatürüne ‘Futbol savaşı’ olarak geçen bu olayın bilançosu; 2100 ölü, 12 bin yaralı…

El Salvador ve Honduras arasında göçmenler yüzünden ortaya çıkan gerginlik ile başlamıştı her şey ve bir futbol maçıyla patlamıştı…

27 Haziran 1969’da ise El Salvador, Honduras ile bütün ilişkilerini kesmiş, iki ülke arasındaki sınır kapatılmıştı. Futbol maçıyla birlikte iyice gerilen ortam bir türlü yatışmamış. Ve 14 Temmuz’da El Salvador uçakları Honduras’ı bombalamaya başlamıştı.

Savaş sadece dört gün sürdü ancak iki ülkenin barış anlaşması imzalaması tam on iki sene aldı. Ve her iki ülke ekonomik ve toplumsal olarak büyük yıkıma uğradı.[16]

Tam da bunun için “Dört yılda bir yapılan dünya futbol şampiyonası, sadece ülkelerin futbol takımlarının bir araya gelmesi, birisinin kazanması diğerinin kaybetmesi, elenmesinden ibaret bir oyun değildir. Bu nedenle dünya futbol şampiyonası asıl olarak toplum içerisinde her dört yılda bir ulusal kimliklerin, aidiyetlerin, sembollerin yeniden öne çıktığı, üretildiği ve ‘taraftar’ olarak nitelendirilen geniş kitlelerin bunlara göre bölündüğü bir dönemdir. Zira, bu şampiyona sırasında tutulan sadece bir takım değil, ülke, ulus hatta devlettir. Taraf tutanlar da genellikle ‘kim iyi oynarsa kazansın’ deme yerine, kendi ulusunun ne pahasına olursa olsun kazanmasını istiyor.”[17]

Ancak madalyonun bir diğer yüzü daha var; aktarıyorum:

i) Türkiye futbolu, sezon başından bu yana kendisine İkinci Lig kırmızı gruptan bir düşman seçmiş durumda: Amedspor. Bu takım neden düşman ilan edildi, TFF neden baş aktör? Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, hükümeti, pervasız ve utangaç muhalefet kanatları, sermayesi ve “güvenlik güçleri” ile Amedspor’un temsil ettiği Kürt halkına yönelik barbar bir savaş yürütüyor.[18]

ii) Biri kadın beş Amedspor yöneticisi tahta ve demir sopalarla, 50 kadar Ankaragücü taraftarının girdiği protokol tribününde öldüresiye dövülmüş; biri 2.5 metre yükseklikten aşağı düşmüş, biri beyin travması geçirmiş, üçünün de burnu kırılmıştı.[19]

iii) Spor âlemi, ana akım medyası ve popüler figürleriyle muktedirin izinde. Bunun gereği olarak da tüm kapsayıcılığıyla ırkçı histeriye kucak açmış ve kışkırtıcılık dozunu en tepeye çıkarmış durumda. Bu alandaki düşünsel sığlık barışa dair umutları yerle bir edebilecek kadar vahim. Vatan, millet, bayrak, şehit, kan gibi kutsallaştırılmış kavramlarının üzerine kurgulanan hamasi/ezber söylemlerin belirlediği sınırı geçip farklı düşünceler dile getirebilecek aklın, mantığın, vicdanın, bilginin kırıntısı dahi görünmüyor.

Fatih Terim, Hollanda galibiyetinin ardından, acılı günler yaşandığı için maçla ilgili olarak konuşmayacağını söylüyor ama hemen ardından galibiyeti “şehit yakınlarına” adamaktan da geri durmuyor. Böylece hem “şehit” yakınlarının gönlünü almış, hem de vatan kurtarma mücadelesine önemli bir moral desteği sunmuş oluyor!

A Milli Basketbol Takımı Antrenörü Ergin Ataman’a ne demeli peki?.. Güç gösterisine girişmeyi pek seven bu kişi, Avrupa Şampiyonası’nda Almanya galibiyetinin ardından Yüksekova’da bir polisin Kürt işçilere söylediği söze göndermede bulunurcasına, “Türk’ün gücünü gösterdik” diye düpedüz ırkçı ve bir o kadar da komik bir laf edebiliyor.[20]

iv) Yunanistan milli marşı çalınırken tribünlerden gelen ıslıklar, atılan sloganlar... Yaygınlaşma ve salgına dönüşme tehlikesini de görmeliyiz. Tribünlerin siyasileşmesi ve siyasetin tribünleri ele geçirmesi kartopu gibi yuvarlanarak “çığa” dönüşebilir.[21]

v) Nihayet, “Toplumun sağcılaştırılması ile futbol ilişkisi”ne[22] bir örnek olarak ‘Euro 2016’…

Mucize bir frikik golü sayesinde Avrupa Futbol Şampiyonası’ndaki son 24 takım arasında kendine yer bulan milli takım, son 16’ya kalamayınca başarısızlığın faturası da “kahpe İtalyanlara” kesildi ve herkes rahatladı. Kusur tabii ki bizde değildi…[23]

Ve de ‘Euro 2016’da gündeme taşıyan haberler, prim tartışmalarıydı. Milli Takım’da ilk 11’de oynayanlara: yüzde 100, 350 bin Euro… Sonradan oyuna girenlere: yüzde 60, 210 bin Euro… Yedek bekleyenlere: yüzde 40, 140 bin Euro veridi![24]

Hem de bin küsur TL’lik asgari ücret Türkiye’sinde![25]

Daha da fazlası var ya…

SİYASAL BOYUT

Cem Dizdar, “Spor siyasetten bağımsız değil,”[26] derken; futbolda siyasetle, egemenlerin lehine iç içedir…

Kimileri “yok öyle bir şey” dese de Türkiye’de siyasetin spor ile iç içe olduğu tartışılmaz bir gerçek; işte 1933’ten günümüze futbol-siyaset ilişkisi...

Mustafa Kemal’in hangi takımı tuttuğu tartışmaları yıllardır süren, fakat bir türlü sonuca bağlanamayan bir konu; ancak her şeye rağmen Güneşspor’u diğer takımlardan biraz ayırmak gerekir.

Güneş Spor Kulübü 1933 yılında Galatasaray Spor Kulübü’nden ayrılan, içlerinde eski başkanlardan Yusuf Ziya Öniş’in de olduğu, fikir ayrılığı yaşayan bir grup yöneticinin kurduğu bir kulüp. İlk başta ismini Sarı-Kırmızı yapmak istemiş, fakat mevzuat izin vermediği için Ateş-Güneş adını almıştır, daha sonra Mustafa Kemal’in isteğiyle sadece Güneş ismini kullanmıştır. Kulüp 5-6 yıllık yaşantısı boyunca ciddi anlamda siyasal ve maddi destek görmüş, büyük transfer paraları ödeyerek, zamanın önemli oyuncularını almış hem Milli Küme, hem İstanbul Liginde şampiyonluk yaşamıştır, üstelik güçlü olduğu gerekçesiyle alt liglerde oynaması gerekirken, direkt en üst ligden yarışmaya başlatılarak. Güneş Spor Kulübü; spor faaliyetlerinin yanında topluma yönelik etkinlikler, faaliyetler, toplantılar da düzenler, bir spor kulübü olmaktan öte, genç bir cumhuriyetin yeni oluşan toplumunu bir yaşam tarzına alıştırmanın aracı gibi çalışır.

Futbol belki henüz endüstriyel olmamıştır ama her zaman siyasetle, belli gruplarla iç içe olmuştur. Üç büyükleri de bundan ayırmak pek mümkün değildir.

Beşiktaş, bilinenin aksine halka değil, saraya yakın bir takımdır kuruluş yıllarında; Osman Paşa’nın sarayında kurulan kulübün yönetici ve kurucuları arasında 2 tane de veliaht prens bulunmaktadır. Takım maçlara ve antrenmanlara giderken sarayın da desteğiyle o zamanın faytonlarını kullanır buradan gelen “Arabalılar” lakabı daha sonra “Arabacılar”a dönüşmüştür.

Mektebi Sultani’ye dayanan Galatasaray Spor Kulübü de, her daim bürokraside egemen olmuş kişilerin kulübü olmuştur; gerek saray zamanı, gerek Cumhuriyet döneminde bu egemenlik devam ederken; özellikle 90’lı yılların sonlarında TFF’de ve ülkenin futbol yönetiminde bu etki çok net olarak görülmüştür.

İttihatçılar ile yakın ilişkileri bulunan Fenerbahçe Spor Kulübü ise Cumhuriyet’in ilanından sonra CHP ile çok yakındır. Tek parti döneminde Maliye, Adalet, Dışişleri Bakanlığı yapmış, daha sonra Başbakanlık ve Meclis Başkanlığı koltuğuna oturmuş olan “Şükrü Saracoğlu” aynı dönemde tam 17 yıl Fenerbahçe Spor Kulübü’nün başkanlığını da üstlenmiştir. Bugünkü stadın olduğu Papazın Çayırı’nı 1 TL gibi sembolik bir fiyatla Fenerbahçe Spor Kulübü’ne kazandıran Saracoğlu’nun kırdığı en uzun süreli başkanlık rekorunu ancak 2014 sonlarında Aziz Yıldırım kırabilecektir.

Tek partili hayattan, çok partili hayata geçildikten sonra da siyaset spordan elini çekmemiş, aksine her göreve gelen iktidar; geniş kitleleri peşinden koşturan özellikle 3 büyük kulübe hükmetmeye, bu kulüplerin başkanlarının belirleme sürecine dahil olmaya çalışmıştır. 1950 seçiminin ardından ülke yönetimini devralan Demokrat Parti de aynı yöntemi benimsemiştir. 

1960 darbesinden yaklaşık 3 hafta sonra düzenlenen Cemal Gürsel Kupasına; Beşiktaş Futbol Takımı oyuncularının her birinin Cemal Gürsel’in isminin birer harfini taşıyan formayla çıkma jestini göstermesi, kulüp başkanı darbe sonrası içeri alınmış bir kulüp için ne kadar da manidardır.

Aynı dönemde Menderes’in yardımcısı Medeni Berk’in başkanlığını yaptığı Fenerbahçe Spor Kulübü ise adeta kapanma noktasına gelmiş ve Medeni Berk’in yerine Zeki Rıza Sporel getirilerek bu dönem de bir şekilde geçiştirilmiştir.

1980 darbesini yapan Kenan Evren’in Türkiye Kupasını kazanan 2. Lig temsilcisi Ankaragücü’nü, ligden çıkamamasına rağmen, özel bir yasayla o zaman en üst lig olan 1. Lig’e çıkarması da tartışmalara neden olmuştur.

1990’lı yıllar Belediye Başkanlarının kentin kulüplerini de yönetme yıllarıdır. Sefa Sirmen’in Kocaelispor’u ve Celal Doğan’ın G. Antepspor’u 2000lerin başlarına kadar bu durumun en önemli iki örneğidir.

13 Mayıs 2001 tarihinde 2. Lig Play-Off Grubunun sondan bir hafta önceki maçında 30 puanla 3.sırada olan Diyarbakırspor ile 32 puan ve averajla 2. sırada olan Altay karşı karşıya gelir. Grubu ilk 2 sırada bitiren takımların doğrudan 1.Lige çıkacağı sistemde, beraberliğin de Altay’a yaradığı bu hayati maç son anda TRT’nin canlı yayın programından çıkartılır. İzmir’den gelen basın mensuplarının tartaklanıp, fotoğraf makinalarına en konulduğu, Altaylı futbolcuların tartaklanıp soyunma odalarına gaz sıkıldığı bir ortamda, maçı 3-1 kaybeden Altaylı futbolcular canlarını kurtardıkları için mutludurlar, yaşanan olaylar basına yansımaz; ertesi hafta Diyarbakırspor İstanbul BB’yi deplasmanda 3-2 yenip 1. Lige çıkarken; dönemin Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz ve bazı bakanlar da bu tarihi ana eşlik etmek için İnönü Stadı’nda hazır bulunurlar. Aynı yılın Ocak ayında şehit edilen Emniyet Müdürü Gaffar Okan’la başlayan şehir ve devletin barışması projesi, Diyarbakırspor’un 1. Lige çıkmasıyla tamamlanır.

2002 yılından bugünümüze gelecek olursak da isimler ya da yöntemler şekil değiştirse de olan bitenler aşağı yukarı aynıdır.

Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın ayağa kalkmayı bekleyen dev Eskişehirspor’u Süper Lig’e çıkartmak için Sergen’i kırmızı siyahlı takıma kazandırması dönemin belki de ilk icraatıdır. Unakıtan Eskişehirspor’un Süper Lig’e çıkılması hâlinde Ronaldinho’yu da getireceğini söyler fakat Barcelona’dan ayrılan Ronaldinho Milan’a gidince Kemal Bey hiç değilse ismi Ronaldinho olan bir futbolcuyu Eskişehirspor’a getirmek ister fakat bunu da başaramaz.

Binali Yıldırım İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığı döneminde Karşıyakalılara şirin görünmek için, Tavşanlı Linyitspor’u ligde tutabilecek belki de son umudu olan Cafercan’ı Karşıyaka’ya getirmeyi kafaya koyar. Her ne kadar bir Kütahya temsilcisi olsa da Tavşanlı Linyit kulübü Ankara’daki Taş Kömürü İşletmelerine bağlıdır. Bank Asya 1. Ligi’ne yükseldiği 2.s ezonda Mustafa Reşit Akçay yönetiminde Süper Lig Play-Off’larına yükselme başarısı gösteren kulübün, masraf olmasın diye Süper Lig’e çıkartılmak istenmediği ilçede konuşulur. O başarılı sezonun ardından, yıldız futbolcuların satılması ve Mustafa Reşit Akçay’ın gönderilmesi ise bu söylentiyi güçlendirir. 2 sezon daha son haftalarda ligde kalmayı başaran takım; devre arasında Cafercan’ı Karşıyaka’ya gönderdiği sezonun sonunda 2. Lige düşerken, Karşıyaka’da da Cafercan aşısı tutmaz; Binali Yıldırım da İzmir’de seçimi kazanamaz.

G. Antep Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Fatma Şahin ise G. Antep Büyükşehir Belediyespor’u Süper Lig’e çıkartmak için hâlâ yoğun bir çaba sarf ediyor…

Bu dönemin belki de en büyük projesi İstanbul Büyükşehir Belediye Spor olarak başlayan ve 2014 yılındaki Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinden 2 ay önce adını değiştirerek, İstanbul Başakşehir Futbol Kulübü olarak devam eden projedir. Başakşehir Futbol Kulübü Süper Lig’e çıktığı ilk yılda 4. olarak, Avrupa Kupaları’na katılma başarısı da göstermiştir. Başakşehir Futbol Kulübü Başkanı, AKP İstanbul Belediye Meclis Üyesi ve Mehmet Ali Aydınlar Federasyonunun Başkan Yardımcısı Göksel Gümüşdağ’ın bu başarıdaki payı şüphesiz pek çoktur.

Bu dönemin bir başka proje takımı olan Ankaraspor’un, Mahmut Özgener döneminde Ankaragücü ile olan organik bağı nedeniyle ligden düşürülmesi üzerine, kulüp TFF aleyhine dava açmış, tüm baskılara rağmen de davasını geri çekmeyince tüm liglerden atılmış ve lisansı iptal edilmiştir. Yıldırım Demirören başkanlık koltuğuna oturduğunda ise kulübün davayı geri çekmesi sağlanmış ve kulübe yeniden 1. Ligden başlayarak yarışma hakkı tanınmıştır. Bu hakkı kullanmayan Ankaraspor 2 sezon sonra yani 2013-2014 sezonunda 1. Ligde yer aldığı gibi TFF’den de önceki yaşanan olaylardan dolayı yaklaşık 22 milyon TL tazminat almıştır. Geri döndüğü ilk sezon Play-Off’ta Samsunspor’a elenen Ankaraspor sezon sonunda adını Osmanlıspor olarak değiştirmiş ve hemen ardından Süper Lig’e çıkmıştır.

Portekizli Salazar’ın 36 yıllık diktatörlük döneminde 3F (Futbol - Fiesta - Fado (Karnaval ya da festival olarak çevirebiliriz) ile halkı uyuttuğu söylenir. Bilgin Gökberk’in deyimiyle bize tek bir F (Futbol) yetiyor. Futbol böylesine çılgınca kitleleri peşinden koşturmaya, bu kadar şişirilmiş paraların döndüğü bir sektör olarak büyümeye devam ettiği müddetçe her güç, gerek bu sektörü, gerek kulüpleri kontrol etme savaşına devam edecek.

Endüstriyel futbol karşıtı romantik arkadaşlara ise iki kötü haberim olacak. Futbol artık hiçbir zaman sizin sevdiğiniz gibi arsada oynanan, profesyonellerinin büyük paralar kazanmadığı, üzerine bahisler yapılmayan bir oyun olmayacak. İkinci haberim ise biraz daha can sıkıcı olabilir; aslında futbol hiçbir dönem sizin sevdiğiniz o saf, masum oyun değildi. İyi ya da kötü hemen her dönem belli güç odaklarına ve bir takım amaçlara alet edildi, köküne kadar siyasete bulaştı.[27]

Ve konuya ilişkin güncel birkaç veri daha:

i) PTT 1. Lig’den Süper Lig’e yükselecek 2 takımın belirleneceği son hafta ve play-off maçları öncesi, AKP’nin ağır topları, futbol sahasında boy göstermeye başladı. Şike suçlamaları havada uçuşuyor.[28]

SPOR FEDERASYONLARINDAKİ KADROLAŞMA[29]

Güreş Federasyonu Başkanı Hamza Yerlikaya:

Eski AKP milletvekili.

Eskrim Federasyon Başkanı Müminhan Bilgin:

Telekomünikasyon Daire Başkanı.

Badminton Federasyonu Başkanı Murat Özmekik:

Milli Gençlik Vakfı üyesi ve Samanyolu Okulları öğretmeni.

Halter Federasyonu Başkanı Tamer Taşpınar:

Spor Genel Müdürü Yardımcısı ve eski İstanbul Spor İl Müdürü.

Gelişmekte Olan Spor Branşları Federasyonu Başkanı Haydar Doğan:

AKP Tunceli Milletvekili adayı.

Tenis Federasyonu Başkanı Osman Tural:

PTT Genel Müdürü.

Bocce Bowling Federasyonu Başkanı Ahmet Recep Tekcan:

Ankara Büyükşehir Belediyesi Basın Halkla İlişkiler Daire Başkanı.

Atıcılık ve Avcılık Federasyonu Başkanı Nur Ala Aliş:

Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın yakın arkadaşı.

Boks Federasyonu Başkanı Eyüp Gözgeç:

AKP Etimesgut Belediye Meclis üyesi.

İşitme Engelliler Federasyonu Başkanı Osman Aslan:

AKP milletvekili adayı.

Judo Federasyonu Başkanı Fatih Uysal:

Gençlik ve Spor Bakanı Danışmanı.

Motosiklet Federasyonu Başkanı Bekir Yunus Uçar:

Eski Spor Toto Teşkilât Başkanı.

ii) Macaristan’da futbol anlayışı Başbakan Viktor Orban ile farklı bir kimlik kazandı. 1998 - 2002 yıllarında da Başbakanlık görevini yürüten Viktor Orban, 2010 yılında tekrar seçilmesi ile birlikte futbolda yeni yapılanmaya gitti. Viktor Orban televizyon kanallarını, radyoları ve gazeteleri satın aldı ve siyasi propaganda ile birlikte, taraftar gruplarına karşı bir kutup oluşturmayı hedefledi. Futbolu işadamları yönetiyorken; politika ile futbol iç içe geçti.[30]

iii) UEFA Etik ve Disiplin Kurulu, UEFA Şampiyonlar Ligi’nde Barcelona’nın Nou Camp Stadı’nda Bayer Leverkusen ile 29 Eylül’de oynanan mücadelede açılan Katalonya bayraklarından ve maç başında tribünlerde atılan “bağımsızlık” sloganlarından dolayı İspanyol ekibine 40 bin avro para cezası verdi.[31]

RÜŞVET/ ŞİKE GERÇEĞİ!

Sadece bu kadar da değil!

Mithat Fabian Sözmen’in, “Üst düzey sporcular, şaibeli spor yöneticileri zenginler kulübünün üyesiyse Panama Belgeleri’nde olmayacaklar da nerede olacaklar?”[32] sorusunu dillendirdiği kapitalizmde, spor (ve futbol) rüşvet ile şike değilse nedir ki?!

Sadece hatırlatmak için sıralıyorum:

i) FIFA eski İcra Kurulu Üyesi Chuck Blazer, 1998 ve 2010 Dünya kupaları için rüşvet aldıklarını itiraf etti.[33]

ii) 2014 Dünya Kupası’nın ev sahibi Brezilya’nın, FIFA yetkililerine pahalı kol saati verdiği ortaya çıktı.[34]

iii) FIFA Başkanı Sepp Blatter’ın istifasına yol açan yolsuzluk soruşturması ABD’nin futbol üzerinden güç gösterisine dönüştü.[35]

iv) Rüşvet skandalı ile sarsılan FIFA’ya yılda 200 milyon dolar ödeyen sponsorları da rahatsız oldu.[36]

FIFA’NIN ANA SPONSORLARI

Adidas

Coca-Cola

Gazprom

Hyundai-KIA

Visa

FIFA’NIN GELİR DAĞILIMI

Pazarlama

yüzde 29

TV

yüzde 43

Diğer

yüzde 28

FIFA’NIN YILLAR İTİBARİYLE GELİRLERİ

Yıl

Gelir (milyar dolar)

2007

0.8

2008

0.9

2009

1

2010

1.3

2011

1

2012

1.2

2013

1.4

2014

2

HANGİ DÜNYA KUPASI NE KADAR ÖDÜL DAĞITTI

Yıl

Ödül (milyar dolar)

1982

20

1986

26

1990

54

1994

71

1998

103

2002

156

2006

266

2010

420

2014

476

v) Küresel futbol spor tarihinin en kötü kriziyle sendelerken, Asya futbol yönetimlerinin radarlarında şeffaflık namına bir şey gözükmüyor.[37]

EKONONİK HÂL(İ)

Futbol, kapitalist gösteri sektörünün önemli bir kâr (ve sömürü) alanıdır; işte yoruma gerek bırakmayan veriler:

i) 2012 yılında Şampiyonlar Ligi’nde toplam 6.5 milyar Euro’luk futbolcu değerine sahip olan 32 takımın mücadele edeceği Şampiyonlar Ligi, 754 milyon Euro dağıttı.[38]

LİGİN EN DEĞERLİ İLK 10 OYUNCUSU

Kim

Takım

Değeri

Lionel Messi

Barcelona

120 milyon Euro

Cristiano Ronaldo

Real Madrid

100 milyon Euro

Andres Iniesta

Barcelona

70 milyon Euro

Wayne Rooney

Manchester United

65 milyon Euro

Cesc Fabregas

Barcelona

55 milyon Euro

Aguero Kun

Manchester City

51 milyon Euro

David Silva

Manchester City

50 milyon Euro

Hulk

Zenit

45 milyon Euro

Robin van Persie

Manchester United

43 milyon Euro

Franck Ribery

Bayern Münih

42 milyon Euro

ii) Futbol sitesi goal.com’un, en varlıklı futbolcuları gösteren ‘En Zenginler 2015’ listesine göre, bir yılda servetine 62 milyon Euro ekleyen Cristiano Ronaldo, 210 milyon Euro ile ilk sırada yer aldı. 2014 yılının ikincisi Messi, 200 milyon Euro ile ikinci sıradaki yerini korusa da, Ronaldo ile arasındaki 2 milyon Euro’luk fark 10 milyona çıktı.

2015’te 2014 yılına kıyasla önemli değişiklikler görülürken; 2014 yılında 85 milyon Euro ile 6’ncı sırada bulunan Neymar ve ailesi 2015’de 135 milyon Euro’ya yükselen serveti ile üçüncü oldu.

2014 yılı listesinde sekizinci sıradaki Zlatan İbrahimovic, 69’dan 105 milyon Euro’ya çıkan servetiyle 2015 yılında dördüncülüğe yükseldi.[39]

FIFA’NIN 2014 DÜNYA KUPASI ÖNCESİNDEKİ 4 YILDA GELİRİ[40]

5.7 milyar dolar, FIFA’nın 2014 Dünya Kupası öncesindeki 4 yıllık geliri.

1.6 milyar dolar, sponsorlardan gelen pazarlama gelirleri.

2.5 milyar dolar, televizyon yayın haklarından gelen para.

453 milyon dolar, dünya kupasını düzenlemesi için Brezilya’ya verdiği para.

1.5 milyar dolar, kasasında bulunan rezerv para.

75.3 milyon dolar, dört yıl boyunca ödediği toplam vergi.

iii) ‘Deloitte’in dünyadaki tüm futbol kulüplerinin 2014-2015 sezonundaki mali durumunun değerlendirildiği rapora göre, Real Madrid, 577 milyon Euro gelire ulaşarak peş peşe 11. kez sıralamanın en üst basamağında yer aldı. 2013-2014 sezonunda 484.8 milyon Euroyla 4. sırada bulunan Barcelona, UEFA Şampiyonlar Ligi’nin yanı sıra La Liga ve İspanya Kral Kupası’nda da şampiyon olduğu 2014-2015 sezonunda gelirini 560.8 milyon Euroya çıkararak 2’nciliğe yükseldi.

2011-2012 sezonunda 19, 2012-2013 sezonunda 16 ve 2013-2014 sezonunda 18. sırada bulunan Galatasaray, 2014-2015 sezonunda ilk 20’ye giremedi. Geliri 161.9’dan 159.1 milyon Euroya gerileyen sarı-kırmızılı kulüp, kendisine 21. sırada yer buldu.[41]

DELOITTE’IN İLK 10 SIRASINDAKİ TAKIMLAR

1

Real Madrid

577 milyon Euro

2

Barcelona

560.8 milyon Euro

3

Manchester United

519.5 milyon Euro

4

Paris Saint Germain

480.8 milyon Euro

5

Bayern Münih

474 milyon Euro

6

Manchester City

463.5 milyon Euro

7

Arsenal

435.5 milyon Euro

8

Chelsea

420 milyon Euro

9

Liverpool

391.8 milyon Euro

10

Juventus

323.9 milyon Euro

iv) ‘The Forbes’un “dünyanın en değerli 20 futbol kulübü” değerlendirmesine göre, piyasa değeri 294 milyon dolar olan Galatasaray, listenin 20. sırasında yer aldı.

Dünyadaki futbol kulüplerinin 2013-2014 sezonundaki mali durumunun değerlendirildiği sıralamaya göre, 746 milyon dolarla en fazla yıllık gelire ulaşan İspanyol kulübü Real Madrid, 3.26 milyar dolarlık piyasa değeriyle “dünyanın en değerli futbol kulübü” unvanını aldı. Real böylece üst üste 3. kez listenin zirvesine yerleşti.

Madrid temsilcisini, bir diğer İspanyol kulübü Barcelona izledi. 2013-2014 sezonunda 657 milyon dolar gelir elde eden “Barca”nın değeri, 3.2 milyardan 3.16 milyar dolara geriledi.

Yıllık geliri 703 milyon dolar olan İngiltere Premier Lig takımlarından Manchester United, değerini 2.81 milyardan 3.1 milyar dolara çıkardı ve geçen yıl olduğu gibi listenin 3. sırasında kendisine yer buldu.

2014 yılında 16. sıradan girdiği listenin 2015 yılında da 20. basamağında yer alan Galatasaray, 8 İngiliz, 4 İtalyan, 3’er Alman ve 3 İspanyol ile bir Fransız kulübünün bulunduğu sıralamada Türkiye’yi temsil eden tek kulüp oldu. 294 milyon dolar değer biçilen sarı-kırmızılıların geliri, bir önceki sezona göre 16 milyon dolar artarak 220 milyon dolara ulaştı.[42]

v) Liverpool, Alman teknik direktör Jürgen Klopp ile yılda 5 milyon sterline 3 yıllık sözleşme imzaladı.[43]

DÜNYANIN EN ÇOK KAZANAN TEKNİK DİREKTÖRLERİ

Pep Guardiola

Bayern Münih

16 milyon Euro

Jose Mourinho

Chelsea

11.5 milyon Euro

Roberto Mancini

Milan

10.5 milyon Euro

Luis van Gaal

Manchester United

7 milyon Euro

Arsene Wenger

Arsenal

6.5 milyon Euro

Manuel Pellegrini

Manchester City

3.5 milyon Euro

LİGLERE GÖRE ORTALAMA GALİBİYET PRİMİ[44]

ÜLKE

MAÇ BAŞI

İngiltere

6 bin Euro

Almanya

4 bin Euro

İspanya

5 bin Euro

Türkiye

10-20 bin Euro

vi) FIFA 2014 Dünya Kupası, kendi ekonomisini de yarattı. Bu süreç boyunca Brezilya’ya giden futbolseverlerin Visa kartlarıyla yaptıkları harcamalar toplamda 380 milyon dolara ulaştı. 12 Haziran-13 Temmuz 2014 tarihleri arasında Brezilya’da Visa kartlarıyla en fazla harcamayı ise Amerikalılar yaptı. Brezilya’ya giden Amerikalı futbolseverler toplamda yaklaşık 95 milyon dolar harcama yaparken; onları, 32 milyon dolar ile İngilizler ve 25 milyon dolar ile Fransızlar takip etti.

2010 yılında Güney Afrika’da gerçekleşen Dünya Kupası sırasında yabancılar, Visa kartları ile yaklaşık 258.5 milyon dolar harcama yapmıştı.[45]

BREZİLYA VE ALMANYA: SPORTİF GÖSTERGELER[46]

BREZİLYA

ALMANYA

Milli Takım’daki oyuncuların değeri

467 milyon €

526 milyon €

Takımın en pahalı oyuncusunun değeri

60 milyon € (Neymar)

50 milyon € (Mesut Özil)

Teknik Direktör ücreti

2.8 milyon € (Luiz Felipe Scolari)

2.5 milyon € (Joachim Low)

Kupayı kazandığında futbolculara verilecek prim

330 bin €

300 bin €

Kazandığı Dünya Kupası sayısı

5

3

Sponsorluk bedeli

25 milyon € (Nike’ın Brezilya’ya ödediği)

27 milyon € (Adidas’ın Almanya’ya ödediği)

Dünya Kupası için yaptığı harcama

10 milyar €

4 milyar €

vii) Daha önce ek iş veya hobi olarak yapılan hakemlik artık profesyonel meslek hâline geldi. Aylık 15 bin TL sabit maaş alacak profesyonel hakemlerin 3 maçta düdük çalması hâlinde geliri 30 bin lirayı geçecek. Avrupa’da birçok ligde profesyonel hakemlik yapılıyor. Bu liglerin başında ise İngiltere Premier Ligi geliyor. Bu ligde düdük çalan bir hakemin yıllık ortalama geliri 100 bin Euro’yu geçiyor. Dünyada en çok kazanan hakemler ise İspanyollar. Bu hakemler maç başına 6 bin Euro para alıyor. Avrupa maçlarında da daha çok boy gösteren İspanyolların yıllık geliri 180 bin Euro’ya yaklaşıyor. Avrupa genelinde ortalama bir hakemin yıllık geliri ise 50 bin Euro civarında.[47]

viii) İnsan hakları savunucuları Dünya Kupası’nın gerçek maliyetini, sayısı artan göçmen işçi ölümleri üzerinden hesaplıyor. Dünya Kupası’nın Katar’da düzenleneceğinin açıklanmasından bu yana ülke genelinde 1200 işçi yaşamını yitirdi. 2022’ye kadar bu sayının 4 bini bulması bekleniyor.[48]

COĞRAFYAMIZDAKİ GÖRÜNÜM(Ü)

Eski Galatasaray Başkanı Ünal Aysal’ın, “Futbolu devlet yönetiyor,”[49] notunu düştüğü Türkiye’de[50] futbolun ekonomisi, aslında göründüğünden daha büyük...

Sadece Süper Lig’deki 18 takımın toplam değeri, yaklaşık 1 milyar Euro’ya ulaşıyor. Bu da, Süper Lig’i Avrupa’daki 54 lig arasında 6. sıraya oturtuyor...

Futbol ekonomisini izleyen iktisatçı Tuğrul Akşar’ın[51] sitesindeki verilere göre:

i) Türkiye’de 2015 sonu itibariyle kulüplerin yaratmış olduğu futbol gelirleri 700 milyon Euro’ya ulaştı. Bu gelirlerin dışsal etkileri de dikkate alındığında, futbolun dolaylı olarak yarattığı gelirlerin toplamı 5.5-6 milyar Euro’ya ulaşmış durumda...

ii) Süper Lig’de oynayan 18 kulübün bonservis bedelleri üzerinden değerleri toplamda 946 milyon Euro. Bu rakam, takımların zenginliklerini (sahip oldukları oyuncuların toplam değerlerini) gösteriyor. Süper Lig, bu değeriyle Avrupa’nın 5 büyük liginin ardından 6’ncı sıraya oturuyor. (Avrupa’da 54 lig var.)

KULÜPLERİN GELİR GİDER TABLOSU (milyon Euro)[52]

Sezon

Gelir

Gider

2014/2015

27

37

2013/2014

40

119

2012/2013

47

117

2011/2012

98

125

2010/2011

37

114

2014/2015 SEZONU TRANSFER BİLANÇOSU (milyon Euro)

Takım

Gelir

Gider

Trabzonspor

11.3

14.8

Beşiktaş

1

7.1

Kasımpaşaspor

-

6

Galatasaray

-

4.5

Başakşehirspor

0.8

1.5

Karabükspor

2.3

1.4

Gençlerbirliği

-

1.4

Balıkesirspor

-

0.3

Sivasspor

0.2

0.1

Gaziantepspor

-

0.1

Fenerbahçe

5.7

-

Akhisar

5.5

-

TOPLAM

27

37

VERİLER

Süper Lig’deki futbolcuların toplam değeri

876 milyon €

Süper Lig’deki lisanslı oyuncu sayısı

549 milyon €

Süper Lig’in en değerli oyuncusu Wesley Sneijder’in fiyatı

17 milyon €

Bir önceki sezon kulüp başına transfer gideri

6.6 milyon €

Bir önceki sezon kulüp başına transfer geliri

2.2 milyon €

2014/2015 sezonunda kulüp başına transfer gideri

2 milyon €

2014/2015 sezonunda kulüp başına transfer geliri

1.5 milyon €

AVRUPA LİGLERİ NE KADAR HARCADI (milyon €)

Ülke

Transfer harcaması

İngiltere

462

İspanya

361

İtalya

207

Almanya

190

Fransa

99

SÜPER LİG’DEKİ TEKNİK DİREKTÖRLERİN GELİR TABLOSU[53]

TEKNİK DİREKTÖR

TAKIM

ALDIĞI YILLIK ÜCRET (EURO)

Slaven Bilic

Beşiktaş

1.6 milyon

Roberto Carlos

Sivas

1.5 milyon

Ersun Yanal

Trabzon

1 milyon 470 bin

Ertuğrul Sağlam

Eskişehir

1 milyon 250 bin

Şenol Güneş

Bursa

1.2 milyon

Aykut Kocaman

T.Konya

1.1 milyon

İsmail Kartal

F.Bahçe

815 bin

Şota Arveladze

Kasımpaşa

800 bin

Rıza Çalımbay

Mersin İY

720 bin

Tolunay Kafkas

Karabük

590 bin

Mehmet Özdilek

Çaykur Rize

560 bin

Abdullah Avcı

Başakşehir

445 bin

M. Reşit Akçay

Akhisar Bld.

440 bin

Hamza Hamzaoğlu

G.Saray

410 bin

Okan Buruk

G.Antep

370 bin

İrfan Buz

G.Birliği

80 bin

GİDEN TEKNİK DİREKTÖRLER

TEKNİK DİREKTÖR

TAKIM

ALDIĞI YILLIK ÜCRET (EURO)

Cesare Prandelli

G.Saray

2 milyon 295 bin

Vahid Halilhodzic

Trabzon

1.7 milyon

Bülent Korkmaz

Erciyes

520 bin

İsmail Ertekin

Balıkesir

410 bin

Mesut Bakkal

T.Konya

300 bin Euro

Kemal Özdeş

G.Birliği

150 bin

Mustafa Kaplan

G.Birliği

110 bin

iii) Süper Lig’de 18 kulüpteki oyuncu sayısı 462. Bu oyuncuların yüzde 44’ü (203’ü) yabancı oyuncu. PTT 1. Lig’de 18 kulüpte profesyonel 461 oyuncu var. PTT 1. Lig’deki kulüplerin, bonservis bedelleri üzerinden toplam değeri ise 178 milyon Euro’ya ulaşıyor. İkinci ligde, 2 grup ve toplam 36 kulüpte 1.024 profesyonel futbolcu sahaya çıkıyor... Profesyonel 3.ligde ise 57 kulüpte toplam 1.593 profesyonel oyuncu bulunuyor.

iv) Özetle Türkiye’de 129 kulübün kadrosunda toplam 3 bin 540 profesyonel futbolcu bulunuyor.

v) Türkiye’deki profesyonel futbol kulüplerinin, bonservis bedelleri üzerinden toplam değeri 1.3 milyar Euro dolayında. Bu değerin yüzde 73’ü Süper Lig kulüplerindeki futbolculara ait...

vi) Türkiye futbolunda, Süper Lig kulüplerinin dört sezonda kadrolarına kattıkları lejyonerler için “sadece bonservis bedeli” olarak tam 242 milyon 391 bin 358 Euro, yani 678 milyon TL ödediği ortaya çıktı.

Türkiye Futbol Federasyonu resmi kayıtlarına göre bir başka çarpıcı rakam ise, 2007-2008 sezonundan bugüne Süper Lig kulüpleri ile PTT 1. Lig kulüplerinin kadrolarına dahil ettikleri yabancı oyuncu sayısı oldu. Yapılan araştırma, söz konusu yıllar arasında Süper Lig’de bin 437, PTT 1. ligde ise 409 yeni futbolcunun Türkiye’ye gelerek çeşitli kulüplerle sözleşme imzaladığını ortaya koydu. Böylece 2007-2008, 2014-2015 sezonları arasında her iki ligdeki yabancı oyuncu sayısı bin 846’ya ulaştı.

Süper Lig’de bir yabancı oyuncuya ödenen bonservis ücretinin ortalama 2 milyon Euro olarak (futbolcuya göre 11 milyon Euro ile 500 bin Euro arasında değişiyor) hesaplandığı inceleme, dört sezon içinde en yüksek harcamanın 2013-2014 sezonunda yapıldığını gösteriyor. Söz konusu sezonda Süper Lig takımları 93 yeni yabancı transferi yaparken, 2011-2012 ve 2012-2013 sezonlarında bu rakam 83, 5+3 uygulamasına geçilen 2014-15 sezonunda ise 54 olarak belirlendi.[54]

FUTBOLCU BONSERVİSLERİNDE TOP 10

EMENİKE

13 milyon Euro

MEİRELES

10 milyon Euro

SOW

10 milyon Euro

BRUMA

10 milyon Euro

AMRABAT

8 milyon Euro

TABATA

8 milyon Euro

SNEİJDER

7.5 milyon Euro

KRASİC

7 milyon Euro

MUSLERA

6.75 milyon Euro

CHEDJOU

6.3 milyon Euro

vii) Dört Büyükler, 1999-2000 sezonundan bu yana 1206 futbolcunun bonservis ve kiralama bedellerine 843 milyon 250 bin Euro ödedi. Takımlarından gönderdikleri 1353 ismin bonservis ücretleri ile kiralama bedellerinden ise 326 milyon 630 bin Euro kazanabildi.[55]

viii) Süper Lig’de gelirlerin bileşimine bakıldığında, yayın gelirlerinin payı yüzde 57, maç günü gelirlerinin payı yüzde 28, ticari faaliyet ve sponsorluk gelirlerinin payı ise yüzde 15 dolayında...[56]

HANGİ TAKIMA KAÇ ŞİRKET SPONSOR[57]

Takım

Sponsor

Rizespor

24

Beşiktaş

20

Fenerbahçe

16

Galatasaray

16

Trabzonspor

16

Akhisarspor

12

Eskişehirspor

11

Bursaspor

9

Karabükspor

7

Kasımpaşaspor

6

Sivasspor

6

Konyaspor

6

G.Antepspor

5

Balıkesirspor

3

Gençlerbirliği

-

Başakşehir

-

Erciyesspor

-

Mersin İdmanyurdu

-

ix) F.Bahçe ve G.Saray arasındaki dev heyecan hem sahada hem potada yaşanacak. Futbol ve basketbolda ter dökecek oyuncuların piyasa değeri ise 780 milyon TL’yi aşıyor.[58]

x) Süper Lig’in 4 büyük kulübü 3 yılda 3 milyar 58 milyon lira kazanırken, 4 milyar 307 milyon lira harcadı. Gelir-gider arasındaki uçurum 1.3 milyar lirayı buldu. Bundan hesapla Süper Lig’in en pahalı golünü Galatasaray attı: Süper Lig’de attığı gol başına gideri 8.7 milyon lira oldu.[59]

xi) Kayserispor 5 sezondur açık vermezken 380 milyon Euro harcayıp 120 milyon Euro kazanan 4 büyükler 260 milyon Euroluk açıkla baş başa kaldı. Transfere en çok para harcayan kulüp Fenerbahçe oldu. Sarı-lacivertli ekip 5 sezon boyunca transfer ettiği futbolcular için yerli-yabancı kulüplere 142 milyon Euro aktardı. Fenerbahçe sattığı futbolculardan ise sadece 36 milyon Euro gelir sağladı. Galatasaray’ın 2008-2009 sezonundan beri yaptığı transfer harcamaları ise 104 milyon Euroyu buldu. Gelir ise 58 milyon Euro’da kaldı.[60]

xii) Borçları 2.6 milyar liraya ulaşan dört büyüklerin, 2015 yılın da kâr yüzü görmedi.[61]

xiii) UEFA’nın tüm uyarılarına rağmen üç büyükler borçlanmada rekor kırdı. İlk üç ayda toplam borç 2.9 milyara dayandı. 2015 yılının transfer sezonunu kapsayan 1 Haziran-31 Ağustos arasındaki üç aylık dönemde, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray’ın toplam borcu yüzde 25.8 artarak 2 milyar 897 milyon liraya çıktı.[62]

xiv) Türk futbolunun dört devinin borcu 2014 yılının üç ayda 365.7 milyon TL ile gelirlerinden iki kat fazla artarak 2.3 milyar lirayı geçti. Üç aylık dönemde günlük borç artışı 3.9 milyon TL olurken, borç dakikada 2 bin 761 lira, saniyede ise 46 lira büyüdü.[63]

xv) Futbol sektöründe karşılaşılan en büyük sorun gelirlerin giderleri karşılayamaması. Bu nedenle spor firmaları borç batağından kurtulamıyor. Borsada işlem gören dört spor firmasının 2014 yılı itibari ile satış gelirleri 425 milyon dolar seviyesinde. Ancak aynı dönemde borçları 989 milyon doları buldu. Neredeyse 1 milyar dolarlık bir borç yükü altında olan söz konusu firmalar, kurların da artışı ile birlikte zorlu bir dönem yaşıyor. Doların 2.56 seviyesinden gerçekleştirdiği çıkışla birlikte 21 Mayıs - 28 Ağustos 2015 arasında ‘BIST Spor Endeksi’ de yüzde 20 civarında değer yitirdi.[64]

xvi) Süper Lig’in ilk yarısını lider kapatan Beşiktaş’ın hisseleri 2015’te yatırımcısına yüzde 9 kaybettirirken, spor kulüpleri içinde yılın tek kazandıranı olan Fenerbahçe yüzde 16 prime koştu.[65]

xvii) Hakemlere bir maç için 6 aylık asgari ücret, vergi de yok… Yani mevcut kanuna göre hakemler vergi ödemiyor.[66]

Süper Lig’de; ücreti 3 bin 150 TL olan orta hakemlerin ücreti yüzde 82.5 civarında artırılarak maç başına 5 bin 700 lira olmuş. Yan hakemler, orta hakeme ödenenin yüzde 60’ı civarında, dördüncü hakem de orta hakeme ödenenin yarısı kadar ücret alıyor. Ücretlerde, Avrupa’nın ilk üçündeymişiz.

Futbol hakemlerinin bir de vergi avantajları var. Sadece futbol maçlarını değil, basketbol ve voleybol maçları da dahil, spor yarışmalarını yöneten tüm hakemlere “çok özel bir vergi avantajı” var. Gelir Vergisi Kanunu’nun “Teşvik ikramiye ve mükâfatları” başlıklı 29/4. maddesinde; “spor yarışmalarını yöneten hakemlere ödenen ücretlerin gelir vergisinden istisna olduğu” belirtiliyor.[67]

BİR KAÇ HATIRLATMA

Buncası ardından, “Sahi Çarşı nedir? Siyah beyaz bir ruh rengi, o ruhun bedene girmez isyan hâlidir,”[68] derseniz hâlâ İsmail Güney Yılmaz’ın satırlarını hatırlatırız siz(ler)e:

“Baştan ayağa endüstriyel sektörün ve kapitalist çıkar ağının böğrüne sokulmuş bir ‘eğlence’ alanında solculuk hatta ‘devrimcilik’ eyleyebilmek ne kadar mümkün ya da bu mümkün mü? Yahut, hafif türleriyle tarafgirlik, köktenci formlarıyla fanatizmle hemhâl bir müsabaka seyrinden halkın hakları için mücadele çıkabilir mi?

Son yıllarda -sol siyasetin futbolun içine sokulmasından ziyade- futbolun sol siyasetin içine ısrarla sokulmaya çalışıldığını, kulüplere ve onların belli başlı sembollerine, tarihine ve dahası başka hayali varlıklarına gerçek hayatta olmayan anlamlar atfedildiğini ikircimsiz söyleyebiliriz. Örneğin, şike davası sürecinde ‘Fenerbahçeli solcular’ın Aziz Yıldırım gibi bir figür için Che’li bayraklarla hararetli nümayişlere atılmaları sanırım bu vak’anın, bu dejenerasyonun en acıklı örnek olayıdır.

‘Sekter’ görünme tehlikesini def edebilmek için, önce galiba sorunumuzun şu kısmını açmamız gerekecek. Solcular bir takım tutamazlar mı?! Ne saçma soru… Elbette ki tutabilirler, tutacaklar, tutsunlar…

Yani anlaşılacağı üzere problemimiz takım tutmak değil. Ona olmadık/var olmayan anlamlar yüklemek ve bunu solculuğa yapıştırmaktır delirten. Sorun, Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor gibi dev futbol ekonomisi kartellerine, her türlü kire pasa batmış organizasyonlara ulviyet bahşetmek. Üstelik Türkiye gibi bir ülkede, yani takımlar üzerinden solculuk yapabilmek için tarihsel arka plândan dahi yoksun olduğumuz bir memlekette.

Fenerbahçe burjuvazinin, Galatasaray aristokrasinin, Beşiktaş ‘arabacılar’ın takımı derler. Beşiktaş, ilk dönem taraftar profilinden kurtarıyor yine, ama işlerin değişmesi uzun sürmemiş ve bu eskimiş meselelerin bugün için zerre kadar değeri/anlamı kalmamış, net.

Demem o ki, bizde Avrupa’da, Latin Amerika’da gördüğümüz gibi kökleri işçi sınıfında ya da diğer yoksul katmanlarda olan bir takım -büyükler içinde- yok. Eğer bugün üzerinden bakarsak da, durum daha sarih görünür; saydığımız takımların her sınıftan, fikirden ve yöreden milyonlarca taraftarı mevcut. ‘Yöre’yi bilerek vurguladık, ki üç büyüklerin bu yersizliği sebebiyle Türkiye’deki derbilerin bırakın zengin-fakir döğüşünü en ufak bir yan anlamı bile bulunmuyor… Belki daha zengin kulüplerle, daha az zengin kulüplerin mücadelesi… oyun/skor/istatistik rekabeti haricinde zorlarsak işte bu kadarcık anlam çıkıyor.

Zaten rakibi yenmeyi tarifleyecek sözcüklerin, tecavüz, bekâret bozmak -Japon bayrağı açmışlıkları vardır-, koymak, geçirmek, s.kmek, sokmak gibi erkek kozmosunun yoksul ve yoksun anlam dünyasından seçildiği bir çölden ve çukurdan daha fazlasını kasma çabası salt zorlama olacaktır. Hele ki ‘solcu taraftarlar’ın birçoğunun da -ve kadın olanları da dâhil!- meseleye bakış açılarını yukarıda saydığımız, ‘karşı tarafın isteği dışında onunla cinsel birliktelik kurma’ mecazları üstünden kurduğunu da görüyorken -sosyal medya sağ olsun-… Oradan sola çıkış ancak taraftarlık olgusunda ve oyunun kendisinde kökünden bir değişimle -yani devrimle- mümkün olabilir.

Endüstriyel futbol kirli ve şehvetli bir oyun. Onun içine tam dühul edenin de bütünüyle ‘temiz’ kalabilmesi zor. Bu şehvet ve kiri sola, onun kavgasına bodoslama taşımak da mücadeleye fayda değil zarar veriyor. Fanatizmle yoğrulmuş bilinçler marifetiyle kavga alanlarına Aziz Yıldırım bayrakları sokuluyor, öteki 1 Mayıs alanında ‘Şampiyon Beşiktaş!’ diye ‘ley ley ley’e başlıyor… Hâlbuki Beşiktaş’ın ya da bir diğerinin milyon dolarlık ayaklarıyla şampiyonluğu, açların ve garibanların kavgasını zerre kadar enterese etmiyor, ona enerji taşımıyor. Olsa olsa, kimi fukarayı sevindirirken, bir başkasını üzüyor.

Gösterme ve pop çağındayız. Fenomen olan, trend olan kendini satıyor. Bu ‘tribün solculuğu’ mevzuunda da bazı ünlü ve ‘birikim’li solcu yazarların çabasının önemli bir vebali olduğunu es geçmemek gerek.

Türkiye solunun önemli bir kısmı da son birkaç on yıldır ‘pop’ olana yönelip, ona karşı iştahını kabartmış vaziyette. Bu da sonuç olarak, karma bir toplam olan Çarşı’yı, binlerce şehit vermiş devrimci bir örgütten üstte ve önde görmeyi bile ortaya çıkartabiliyor. Ülke gerçekliklerine, temel ızdıraba, mahalleye, coğrafyaya, açlık ve yoksulluğun sarsıcı tüketiciliğine her geçen gün bigane kalan geniş solcu bir kesim sürekli parlatacağı fenomenlere ihtiyaç duyuyor: Bir gün Sırrı Süreyya, bir gün Demirtaş, bir gün Çarşı, öteki gün veganlık, bir ara Yıldız Tilbe… Baştan aşağıya popla şekillenen bir anlam, ilgi, pratik ve sevgi dünyası.

Beşiktaşlı arkadaşlar belki kızmışlardır, ‘Çarşı’nın neresini beğenmiyorsun?’ diye. Yazının akışını bozmak pahasına mevzuya Çarşı özelinde bir ara not koyarsak, Çarşı’nın, örneğin ‘Gezi direnişinin merkezinin merkezindeki’ özgül ağırlığı, direnci, katkısı ve anlamı tartışılmaz. Yiğit Beşiktaşlılar kâbus gibi çöken faşizmle dövüştüler. Ama sadece Beşiktaşlılar değil, diğer takımların taraftarları da dövüştü/dövüşüyor, üzerlerinde forma var ya da yok. Burada sıkıntı, mesela Gezi’yi Çarşı, Anti-kapitalist Müslümanlar gibi semboller üzerinden okuyanlarda. Milyonluk bir patlamayı, salt öne çıkarılan birkaç figür ve fotoğrafla açıklama merakı. Gazi’den Gezi’ye yürüyen on binleri yahut Antakya’daki Arap-Alevî kalkışmasını Çarşı’yı gördüğü kadar göremeyen pop, teşhir ve fenomen duyarı… Bilmem anlatabiliyor muyum?

Çarşı, Beşiktaş dedik… Süleyman Seba’nın ölümünden sonra çıkan tartışmalar, holiganizmin, solcu olmanın önüne nasıl geçtiğinin dört başı mamur bir örneği değil midir mesela? Tıpkı ‘Aziz Başkan’a ve Fener’e ‘adalet’ isteyen yığınla ‘solcu’/ ulusalcı taraftarın, üstelik Devrimci Sol’un ‘haklıyız kazanacağız!’ sloganını tezahüratlaştırıp, içini boşaltarak yaptığı destek gösterilerindeki ‘tutulma’da da gördüğümüz gibi. Seba’nın ölümüyle çıkan ‘MİT’çi’ polemiklerine de taraftar olmanın ağır gölgesi düşmüştü. O dönem boyunca yığınla solcu taraftarın ‘Süleyman baba/beyefendi’ övgülerini okuduk. Sonuçta Beşiktaş’ı üç kere üst üste şampiyon yapmış büyük bir Başkan -ki o şampiyonluklara Özal’ların dahli de ayrı bir tartışma konusudur…-, İstanbul beyefendisi bir insan. MİT’te ‘aşağı bir görev’de (?) bir süre çalışmış da ne olmuş?! -üstelik tam da döneminde-. Yahu tamam rahmetli belki kötü bir adam değildi, pek benzemiyor da hani ama bir kulüp başkanını kahraman ilân etmenin anlamı nedir?”[69]

Ne dersiniz?!

Ben şunu diyorum ki, kapitalizm koşullarında futbol, gerçekten de sadece futbol değil. Hatta dünyanın dönüştüğü gösteri toplumunda, kendisinden başka bir şey: Bir milliyetçilik gösterisi… Dizginlerinden boşanmış bir erillik… Kimi zaman gerçeğe dönüşen simgesel bir savaş… Küresel piyasanın ballı kâr/ sömürü alanı…

Velhasıl, sosyalistlerin, devrimcilerin onu ele alırken, dikkatli özenli olmalarında sonsuz fayda var!

8 Temmuz 2016 12:51:06, Ankara.

N O T L A R

[*] Newroz, Ekim 2016…

[1] “Ayna benim en iyi arkadaşımdır. (Charlie Chaplin.)

[2] Önder Göksal, “Bir Futbol Pazarında Devrim Yapmak Mümkün mü?”, Birgün Pazar, Yıl:11, No:395, 5 Ekim 2014, s.12.

[3] Alın size bir “tutum”: “Avrupa Futbol Şampiyonası (Euro 2016) merakla beklediğim bir turnuva. Bir ay boyunca heyecan yaşayacağız. Öncelikle, Türkiye’nin başarılı olmasını istiyorum.” (Oral Çalışlar, “Futbol, Futboldan Öte Bir Şey”, Posta, 14 Haziran 2016… http://www.posta.com.tr/turkiye/YazarHaberDetay/Futbol--futboldan-ote-bir-sey.htm?ArticleID=348075) Eklemeden geçmeyelim: Söz konusu “coşku”, “milli heyecan”, coğrafyamızın Haziran’ındaki kimi gerçekleri gölgeliyor, perdeliyor olmasın?!

[4] Yusuf Kaplan, “Kitlelerin Afyonu Olarak Futbol ve Futbol Paganizmi”, Yeni Şafak, 24 Haziran 2016, s.9.

[5] “Gerçekliği gerçekten bilmek için çıkış noktalarını değiştirmeleri gerekirdi: Kurucu öğelerini birbirinden ayırıp yalıtmak ve bu analiz sayesinde bütün hakkında daha berrak bir kavrayışa ulaşabilmek için bağlama ilişkin bir genel bakışları olmalıydı.” (Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, Çev: D. Hattatoğlu-E. Özbek, Ayrıntı Yay., 1991, s.77.)

[6] Ahmet Taşgetiren, “Bu Defa Sporu Yazacağım”, Star, 24 Haziran 2016, s.15.

[7] Ertuğrul Özkök, “Yuvarlak Top Ekonomisinin En Kudretli ‘1 Artı 17’ Patronu”, Hürriyet, 10 Nisan 2016, s.10.

[8] Bkz: Temel Demirer. Postmodern Müdahale ve Başkaldırı İmkânı (Brecht “Bitti” Futbol “Verelim”!), Özgür Üniversite Kitaplığı, Öteki Yayınevi, 1998… Temel Demirer, “Futbol mu? Hayır!”, İnsancıl Dergisi, No:98, Kasım 1998 ; İnsancıl Dergisi, No:99, Aralık1998… Temel Demirer, “Gerçekten de ‘Futbol Sadece Futbol Değildir’!”, Eski Dergisi, No:32, Haziran 2004; Eski Dergisi, No:33-34, Temmuz-Ağustos 2004… Temel Demirer, “Spor... ve Futbol... Deyince!”, Sosyalist Demokrasi, No:32, 16 Haziran 2006 ve Mücadele Gazetesi (Almanya), No:194, Haziran 2006… Temel Demirer, “Hâlâ ‘Futbol’ Güzellemesi mi?!”, Odak, No: No:2008/18 (SN:18), Temmuz 2008… Temel Demirer, “Futbolun Ekonomi-Politiği!”, Devrimci Demokrasi, No:179, 1-16 Temmuz 2010; Devrimci Demokrasi, No:180, 16-31 Temmuz 2010; Devrimci Demokrasi, No:181, 2-16 Ağustos 2010… Temel Demirer, “Futbolun Ahvâline Dair Notlar”, Kaldıraç, No:159, Eylül 2014 ve Kaldıraç, No:160, Ekim 2014…

[9] Serkan Akkoyun, “Futbola IŞİD Tehdidi”, Evrensel, 3 Kasım 2014, s.15.

[10] Önder Göksal, “Bir Futbol Pazarında Devrim Yapmak Mümkün mü?”, Birgün Pazar, Yıl:11, No:395, 5 Ekim 2014, s.12.

[11] Oral Çalışlar, “Futbol, Futboldan Öte Bir Şey”, Posta, 14 Haziran 2016… http://www.posta.com.tr/turkiye/YazarHaberDetay/Futbol--futboldan-ote-bir-sey.htm?ArticleID=348075

[12] Safter Elmas, “Futbolda Şiddet: Kim Suçlu?”, Evrensel, 27 Nisan 2016, s.15.

[13] Doğu Ergil, “Futbol Üzerine”... http://www.bugun.com.tr/futbol-uzerine--yazisi-1196030

[14] “Siyasi iktidarın savurgan harcamalarının “ulusal onur” simgesi olarak halka yedirilmeye çalışılmasının tarih boyunca pek çok örneğini bulmak mümkün. En alttakinin yoksunluğunu dert etmek yerine en üsttekinin zenginliğiyle gururlanan bir söylemin egemen kılınması nihayetinde hegemonyanın devamlılığı açısından son derece işlevsel bir ideolojik araç. Aynı şekilde baskıcı iktidarların toplumsal meşruiyetini sağlamlaştırmak amacıyla kamuoyunda ön plana çıkan sanat, edebiyat, spor çevreleriyle yakın ilişkiler kurması, kendi siyasi savlarını bu çevreler aracılığıyla geniş toplum kesimlerine ulaştırma çabası da bir o kadar aşinadır.” (Murat Birdal, “Siyaset Kıskacında Futbol”, Evrensel, 8 Ocak 2015, s.5.)

[15] Milliyetçilik, kimlik üzerinden kendisini tanımlar, kolektif bir üst benlik oluşturur ve bunun sonucu olarak da “diğerleri” diye bir kategoriyi doğrudan ortaya çıkarır. Dolayısıyla milliyetçilik bir ötekileştirme potansiyelini taşımaktadır.

[16] Hakan Şükür, “Diktatörler Futbol Sever…”, Yeni Hayat, 17 Haziran 2016… Yeni Hayat, 17 Haziran 2016… https://www.yenihayatgazetesi.com/diktatorler-futbol-sever-23877

[17] Yücel Özdemir, “Dünya Kupası, Çokkültürlülük ve Milliyetçilik”, Evrensel Pazar, 6 Temmuz 2014, s.16-17.

[18] Mithat Fabian Sözmen, “Futbol Takımına Savaş Açan Devlet”, Evrensel, 27 Nisan 2016, s.15.

[19] L. Doğan Tılıç, “Futbol ve Şiddet”, Birgün, 26 Nisan 2016, s.3.

[20] Mehmet Özyazanlar, “Ezberini Bozamayan Spor”, Evrensel, 11 Eylül 2015, s.15.

[21] Güneri Cıvaoğlu, “Futbolun Yakasından Düşün”, Milliyet, 20 Kasım 2015, s.21.

[22] Fatih Yaşlı, “… ‘Toplumun Sağcılaştırılması’ ve Futbol”, Birgün, 27 Nisan 2016, s.3.

[23] Osman Ulugay, “Büyük Laf Yetseydi Kupayı Türkiye Alırdı”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2016, s.8.

[24] Mehmet Arslan, “İşte Milli Kriz”, Hürriyet, 26 Haziran 2016, s.36.

[25] ‘Euro 2016’ya damgasını vuran prim kavgasının yankıları sürerken, yaklaşık 40 futbolcuya 13 bin ile 450 bin Avro arasında ödeme yapıldığı ortaya çıktı.

Prim gelince başarı geldi: 2016 elemelerine kötü bir giriş yapıp ilk 4 maçta 4 puan toplayan Milli Takım’da TFF Başkanı Yıldırım Demirören, özellikle 1-1’lik Letonya, Hollanda ve diğer maçlarda kesenin ağzını açtı. TFF deplasmandaki Hollanda beraberliğiyle Kazakistan galibiyetine 50 bin dolar prim verdi.

Bu primi futbolculara şu sistemle dağıttı: İlk 11’de oynayanlara: Yüzde 100, 50 bin dolar… Sonradan oyuna girenlere: Yüzde 75, 37 bin 500 dolar… Yedek bekleyenlere: Yüzde 50, 25 bin dolar.

Daha sonra da 3-0 kazanılan Hollanda maçının primini 60 bin Avro olarak belirleyen TFF, ödeme sistemini ise değiştirmiş: İlk 11’de oynayanlara: Yüzde 100, 60 bin Avro… Sonradan oyuna girenlere: Yüzde 60, 36 bin Avro… Yedek bekleyenlere: Yüzde 40, 24 bin Avro.

İki maçta Çek Cumhuriyeti ve İzlanda’yı yenen milliler, resmen ‘prim’e boğulmuş... TFF Başkanı Yıldırım Demirören, millileri kutlamak için İzlanda maçından sonra soyunma odasına indiğinde primi (galibiyet ve Euro 2016’ya katılma) 350 bin Avro (futbolcuların konuştuklarına göre ise 500 bin Avro) olarak belirlemiş. (“… ‘Gayri Ahlâki’ Milli Hasıla!”, Cumhuriyet, 27 Haziran 2016, s.16.)

[26] “Cem Dizdar: Spor Siyasetten Bağımsız Değil”, Evrensel, 31 Ekim 2014, s.15.

[27] Erdem Cürgen, “Güneşspor’dan Başakşehir’e...”, Hürriyet, 29 Ocak 2016… http://www.hurriyet.com.tr/gunesspordan-basaksehire-40047040

[28] Arif Kızılyalın, “Kritik Maçlar Öncesi Futbolda Şike İddiaları: AKP’lilerin Adı Geçiyor”, Cumhuriyet, 12 Mayıs 2016, s.18.

[29] Fırat Kozok, “İşte AK Spor Kadrosu!”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2013, s.19.

[30] Efe Kurdaş, “Macaristan’da Futbol ve Taraftar Grupları”, Evrensel, 4 Ekim 2014, s.15.

[31] “Barcelona’ya ‘Bağımsızlık Bayrağı’ Cezası”, Hürriyet, 19 Ekim 2015… http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/30349664.aspHaberler

[32] Mithat Fabian Sözmen, “Panama Belgeleri ve Spor Eliti(Kamberler)”, Evrensel, 6 Nisan 2016, s.15.

[33] “Chuck Blazer Mahkemede İtiraf Etti: Rüşvet Aldık”, Radikal, 4 Haziran 2015… http://www.radikal.com.tr/spor/chuck_blazer_mahkemede_itiraf_etti_rusvet_aldik-1372392

[34] “Rüşvet Saatlerini Kimler Aldı?”, Hürriyet, 14 Eylül 2014… http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/27201881.asp

[35] Gülsin Harman, “ABD’nin En Başarılı Dış Politika Hamlesi”, Milliyet, 4 Haziran 2015, s.17.

[36] “FIFA’ya Bir Darbe de Sponsorlardan”, Hürriyet, 29 Mayıs 2015, s.12.

[37] James M. Dorsey, “Asya Futbolunun Yüzdüğü Bataklık”, Evrensel, 26 Haziran 2015, s.15.

[38] Ceyhan Kuburlu, “6.5 Milyar Euro’luk Düdük”, Hürriyet, 18 Eylül 2012, s.8.

[39] “En Zengin Ronaldo”, Hürriyet, 6 Mart 2015, s.13.

[40] Ertuğrul Özkök, “Yuvarlak Topun Köşeli Skandalı-3: Cuma Çıkacak FİFA Filmi Onu Kurtaramadı”, Hürriyet, 3 Haziran 2015, s.10.

[41] “Galatasaray, Gelirde Dünya 21’incisi”, Hürriyet, 21 Ocak 2016… http://www.hurriyet.com.tr/galatasaray-gelirde-dunya-21incisi-40043610

[42] “Türkiye’den Sadece Galatasaray”, Hürriyet, 6 Mayıs 2015… http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/28936731.asp

[43] “Jurgen Klopp Liverpool’da”, Hürriyet, 9 Ekim 2015... http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/30268748.asp

[44] Koray Durkal, “Para Var Huzur Var Ama Başarı Yok!”, Hürriyet, 26 Ağustos 2015… http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/29904285.asp

[45] “En Çok Harcamayı ABD’li Yaptı Kupayı Almanlar Kazandı”, Taraf, 19 Temmuz 2014, s.5.

[46] Ceyhun Kuburlu, “… ‘Top’lu Kriz”, Hürriyet, 10 Temmuz 2014, s.10.

[47] Ceyhun Kuburlu, “Orta Saha CEO’ları”, Hürriyet, 15 Ağustos 2015, s.10.

[48] Michelle Chen, “Futbolun Spot Işıkları Katar’ı Değiştirebilir mi?”, Evrensel, 27 Temmuz 2014, s.11.

[49] Arif Kızıltan, “Ünal Aysal: ‘Korktuğum İçin Bırakmıyorum’…”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2014, s.17.

[50] “Fatih Terim’in “Türkiye Futbol Direktörü” unvanını “Türkiye Futbol Baronu” olarak değiştirmesini öneririm.” (İlker Aktükün, “Türkiye Futbol Baronu”, Evrensel, 4 Aralık 2014, s.15.)

[51] www.futbolekonomi.com

[52] Ceyhun Kuburlu, “Transfere Fren!”, Hürriyet, 7 Ağustos 2014, s.10.

[53] Tolga Yenigün, “Hem Sahada Hem Parada Bilic”, Hürriyet, 3 Aralık 2014, s.29.

[54] Cemal Ersen, “Yabancı Cenneti!”, Hürriyet, 30 Ekim 2014… http://www.milliyet.com.tr/yabanci-cenneti----1962155-skorerhaber/

[55] Fatih Saboviç, “Çöküşün Resmidir!”, Hürriyet, 22 Ocak 2015, s.21.

[56] Güngör Uras, “Yarattığı Gelirler 6 Milyar Euro”, Milliyet, 9 Nisan 2016, s.10.

[57] Ceyhun Kuburlu, “En Büyük Milli Takım”, Hürriyet, 4 Ağustos 2014, s.10.

[58] Özlem Doğaner, “780 Milyonluk Dev Karşılaşma”, Sabah, 6 Mart 2015, s.13.

[59] Ceyhun Kuburlu, “1 Gol 8.7 Milyon TL”, Hürriyet, 26 Ağustos 2015, s.12.

[60] Ceyhun Kuburlu, “Transfere ‘Kayserili’ İmzası”, Hürriyet, 20 Ocak 2013.

[61] Sefer Yüksel, “Futbol Şirketlerinin Bilançoları Dökülüyor”, Haber Türk, 12 Ağustos 2015, s.9.

[62] Oktay Özdabakoğlu, “Borca Batıklar”, Sabah, 14 Ekim 2015, s.10.

[63] Oktay Özdabakoğlu, “Borç Milyar Doları Geçti”, Sabah, 12 Ekim 2014, s.11.

[64] Zeynep Aktaş, “… ‘Euro’ 3.5’tan 90’a Taktı!”, Milliyet, 30 Ağustos 2015, s.7.

[65] Zeynep Aktaş, “Sahalarda Beşiktaş Borsada Fener Lider”, Milliyet, 30 Aralık 2015, s.10.

[66] Rahim Ak, “Yeni Gelir Vergisi Kanunu’nda da Hakeme Kart Yok”, Haber Türk, 25 Şubat 2016, s.8.

[67] Şükrü Kızılot, “Hakemlere Bir Maç İçin 6 Aylık Asgari Ücret, Vergi de Yok”, Hürriyet, 27 Ağustos 2014, s.11.

[68] Erk Acarer, “80 Kişi Geldik 79 Kişi Dönmeyiz”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 2013, s.9.

[69] İsmail Güney Yılmaz, “Tribün Solculuğu”, 5 Kasım 2014… http://www.sendika.org/2014/11/tribun-solculugu-ismail-guney-yilmaz/