İngiltere, Aydınlanma sürecini devrimle değil evrimle gerçekleştiren ülkelerin başında gelir.

İngiliz egemenlerinin ülke içinde reformcu, evrimci geleneği oluşturmasında bazı tarihsel gelişmelerin rol oynadığını düşünüyorum. Bu gelişmeler adım adım gerçekleşmiştir:

1-) İngilizler, 1066’daki Hastings Savaşı ile başlayan Krallık ve soylular arasındaki güç savaşlarını 1215 yılında Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlükler Şartı) adlı belgeyle, Krallığın sınırsız otoritesini Soylular ve din adamları lehine sınırlamışlardı. Krallığın sınırsız yetkileri 11. Yy’dan beri Baronlar ve Kral arasındaki çekişme ve mücadeleye sahne oluyordu. 1214 yılında Fransa’ya yenilginin sonucu Soylular harekete geçtiler. Görüşmelerle bir sonuca varılmasa da, ayaklanmalar sonucu Kral, Soylularla Magna Carta anlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Köylüler yine özgür olmayan vatandaşlar olarak sistemdeki ezilen yerlerini koruyorlardı. Hâkim sınıflar arasındaki bu erken savaş, aslında sahnede olmasalar da burjuvazi için erken bir yol temizliğidir.

2-) 1381’de Köylü Ayaklanmaları İngiliz Feodalizmine karşı bir darbedir. Özellikle topraksız köylülerin kentlere olan göçleri burjuvazinin gelişmesinde büyük bir rol oynamıştır. Kendi iş alanlarında çalıştıracağı işsiz kitlelerin varlığı, burjuvazinin yaptığı üretimini hızlandırmış ve zenginliğine yeni zenginlikler katmasına neden olmuştur.

3-)Eşinden boşanıp sevdiği kızla evlilik yapmasına izin vermeyen Papa'ya karşı çıkan ve bu nedenle Katolik mezhepten ayrılan Kral VIII. Henry, Kalvenizm ve Katolikliğin birleşmesinden oluşan "Anglikanizm’i kuran kişi olarak bilinmektedir. Şüphesiz ki tüm gaddarlığı, katliamları ve renkli kişiliğiyle dönemine (1509-1547) damga vuran bu Kral, aslında kapitalizmin tüccarlıktan sanayileşme sürecine girmeye başladığı dönemin de ilk temsilcilerinden biridir. İşte 8. Henry’yi, kendi aşk sorunundan kalkarak o tarihi dönemi bilmeden etkileyen fırsatçı, fakat ilerici rol oynayan bir tarihi kişilik olarak değerlendirebiliriz. Yoksa 8. Henry’nin ne reformcu atılımı yapacak kültürel bir birikimi, ne de  "Anglikanizm’i(İngiliz Kalvenizm’ini) kuracak her hangi bir becerisi vardır.

4-) Dördüncü ve burjuvaziye belirleyici kazanımlar kazandıran gelişme, İngiltere de 1644-1651 yılları arasında yaşanan iç savaştır. Kral I. Charles, daha önce kabul ettiği haklar bildirisini  onayladıktan(1628) çok kısa bir süre sonra parlamentoyu kapatmış ve Anglikan kilisesinin de desteğiyle on bir yıl sürecek olan bir baskı rejimi uygulamıştı. Bu süre içerisinde iktidarın giderlerini karşılayamayan ve mali sorunu çözmek için parlamentoyu yeniden toplayan Kral, Parlamentodaki burjuva temsilcileriyle uzun bir süre anlaşamamıştır. İç savaş başlamıştı. Sonuçta, Kralcılarla Cumhuriyetçiler arasında gerçekleşen üç ayrı savaş sonucunda Protestanlar, (yani yeni gelişen sınıfın temsilcileri) kesin zafer elde ettiler. 1649 yılında Kralın kellesini kesen İngiliz cumhuriyetçiler, aslında feodalizme ilk ciddi darbeyi vuranlardır.

5-) Beşinci büyük gelişme ise, iki büyük olayın ardarda gerçekleşmesiyle olmuştur: A- 1679’da Bireysel Hak ve özgürlükleri içeren yasanın (“Habeas Corpus Act”) çıkması, güçler ayrılığı ilkesini getirmesi, yargıç kararı olmadan tutuklanmayı ve uzun süre gözaltında tutulmaları yasaklamış olmasıdır. B- 11 Nisan 1689 da parlamento tarafından görevinden alınan Kral II. James’ın son Katolik olması, burjuvazinin kazandığı zaferin en önemli adımıdır. 

6-) Altıncı büyük gelişme için, 17. Yüzyılın sonlarından itibaren krallığın giderek sembolik hale getirildiği, içeriği boşaltılsa da çok dilli, çok uluslu cumhuriyetçi bir toplumsal yapının varlığıdır diyebilirim.

İngiliz egemen sınıfların, 1800'lerde üç önemli konuda stratejik değişime imza attıklarını görüyoruz. 1-) yüzyıllardır süren anti-feodal mücadelede adım adım elde edilen başarılarla feodalizmin sembolik hale getirilmiş olmasıdır. Bunun öyküsünü yukarıda ki 6(altı) başlık altında okumuş bulunuyorsunuz. 2-) İşçi sınıfı, 1800'lerin ortalarından itibaren tüm Avrupa’da, ben de varım diyerek mücadeleye atılmış ve de İngiltere’de de yüzyılın ortalarında en güçlü sendikal örgütlenmeyi (Chartizm) ortaya çıkartmıştır. Burjuvazi, gelişen bu tehlikeyi etkisiz hale getirecek adımı atmıştır: işçi sınıfı içinde sömürgelerden getirdiği artı değerlerle aristokrasi yaratmıştır. 3-) Ulusların uysallaştırılmasıdır. Şimdi de buna bakalım:

İngiltere de uluslar İngiliz, İskoç, İrlanda ve Galler den oluşur. Dolayısıyla çok dilli, biçimsel de olsa demokratik olan ulusal süreç, modern sömürgecilik ilişkileri içinde yeniden tarif edilmiştir. Hakim ulus olarak İngilizler, İskoç, İrlanda ve Galler halkını, ezilen uluslar statüsü içinde kendilerine bağlamışlardır. Bu ülkede, tek dil, tek ulus, tek din üzerine politika görünüşte olmasa da, tıpkı demokrasi dedikleri ama sadece görünüşte olan sistemin benzerini ulusal ilişkilerde de inşa etmişlerdir. İlerde göreceğimiz demokratik ulus konusuna, giderek karikatürleştirilmiş de olsa en güzel örnek İngiltere’dir. Bu karikatür ulus devletin içeriği nedir? Bu konuya kısaca değinmem gerekiyor. Bir demokratik ulus; en başta uluslara devlet yönetiminde yer vermesiyle yani yasal bir statü edinmeleriyle realize olur. Bu açıdan sadece dillerini konuşmaları, kültürel zenginliklerini yaşamaları ve yerel parlamenter sistemi kurmaları yetmez demokratik ulus kavramının içeriğini dolduran temel ilke yasal statüdür. Bu statü, iki temel girdi olmadan imkansızdır. Bunlar: 1-) ayrılma hakkı dahil tüm siyasi, örgütsel ve ideolojik faaliyetlerinde özgür olmaları; 2-) ulusal düzeydeki tüm konularda-ekonomi, içişleri, dış işleri, savunma vb.- ortak karar mekanizmasının içinde olmaları. Ki İngiltere de bu statü ilk sınıfsal savaşlarda yani aydınlanma süreçlerinde fiilen yaşanmış fakat hakim ulus olan İngiliz topluluğu tarafından giderek yasal statünün dışına süpürülmüştür. Örneğin ülkedeki etnik grupların bırakın ayrılma hakkını bu konuda referandum yapmaları bile ulusal parlamentonun iznine yani hükümetin kararına bağlı hale getirilmiştir. 2014 yılında İskoçya’da yapılan referandumda ayrılma isteyenler %44 oranında oy almışlardı. Oran yükseldiği için yeni bir referanduma hükümetin izin vermeyeceği acıkça itiraf edilmektedir. Galler ülkesinin değil ama yakın gelecekte İskoç ve İrlanda halkının İngiliz emperyalistlerin başını iki konuda ağrıtacağı kesin. Birincisi yukarıda izah ettiğim ulusal kaderlerini belirleme pratiği olarak ortaya çıkacakken ikincisi Avrupa Birliği ile ilişki açısından gündeme gelecektir. Çünkü İngiliz muktedirleri ABD’nin de yönlendirmesiyle AB’den ayrılma (Brexit) yönünde tavır kor ve bunu hayata geçirirken, İrlanda ve İskoç halkı AB ile birlikte olma isteğini ortaya koymuştur.

Sınıfsal alana bakacak olursak:

Sendikacılık(trade-Union), Chartizmin sürdürdüğü genel oy, genel hak ve özgürlükler mücadelesiyle zirveye çıkmış ve birçok kazanımların elde edilmesini sağlamıştır. Devrimci önderlerinde övgüyle söz ettiği İngiltere işçi sınıfı mücadelesinde Chartizm’ in önemi büyüktür. Fakat bugün İngiliz sendikacılığı, ekonomik hedeflerle sınırlı olarak 50 sendika içinde 4 sendika ile aktif mücadelenin içindedir. Bu aktif mücadeleler de işçiler arası dayanışmanın ötesinde değildir. Örneğin İrlanda, kadın hakları, üretici sorunları, militarizm vb. gibi kendilerini doğrudan ilgilendirmeyen sorunlar için işçilerin bir eylemi olmamıştır veya cılız birkaç hareketten öte değildir. İşçi sınıfını devrimci yapan ise: doğrudan kendisini ilgilendirmeyen sorunlar için harekete geçmesi, eylemleriyle dayanışmayı yükseltebilme yeteneğinde olmasıdır. İngiliz işçi sınıfı Marx’ın deyişiyle ‘ örgütlü olmasına rağmen burjuvaziye hizmet etmektedir’. Neden? Çünkü İngiliz egemenleri, işçi sınıfını, emperyalist sömürü ağlarıyla aktardıkları artı değerin belli bir kısmını onlara dağıtarak mücadelenin ekonomik boyutun dışına çıkmasına müsaade etmeyecek şekilde egemenler tarafından hem eğitilmekte hem de beslenmektedirler.

Birleşik Krallık 1945’ler sonrası, hem bu uzun ve yorucu iç hesaplaşmalar( feodal unsurlar, işçi sınıfı, etnik yapılar ve sosyal vb haklar), hem de I. Ve II. Paylaşım savaşları ama daha da önemlisi, teknolojik üstünlüğünü yitirerek o güne kadar sürdürdüğü Emperyal liderliğini kaybetmiştir.  Dolayısıyla yerini ABD’ye bırakmak zorunda kalmıştır.